Güncelleme Tarihi:
Geçen yüzyıl sonunda Osmanlı başkentinin ünlü simalarından Şair Nigar Hanım'ın hayatı ve eserleri hakkında kapsamlı bir araştırma, Karadeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim görevlisi Nazan Bekiroğlu tarafından kaleme alındı. ‘‘Şair Nigar Hanım’’ İletişim Yayınlarından çıktı. Şairin günlükleri, şiirleri, romanları ve tanıklıkları incelenirken, Nigar Hanım'ın yaşadığı 1862-1918 dönemi de gözler önüne seriliyor.
Edebiyat tarihine ‘‘öncü kadın’’ olarak geçen Şair Nigar Hanım, yazı hayatının en verimli dönemini 1887 ile 1901 arasında geçirir. Şair Nigar'ı bir anda döneminin en ünlü şairi yapan, şiirlerinde kadın ruhunun samimiyetini sergilemiş olmasıdır. Fuad Köprülü şiir dilini beğendiği Nigar Hanım hakkında ‘‘Kadın şairlerin en büyüğü’’ ifadesini kullanır. Yahya Kemal de, aynı gerekçelerle Şair Nigar'ı över. Ancak Abdülhak Şinasi, kadınların okuma yazma oranının çok düşük olduğu bu ortamda kolay şöhret edindiğini ve bununla yetindiğini ima eder.
Nigar Hanım, edebiyat otoritelerine göre ‘‘ara nesil’’ sanatçısıdır. Tanzimat'la Servet-i Fünun edebiyatları arasında büyük sanatkarların gölgesinde kalan ara nesil sanatçılarından hemen hiçbiri unutulmaktan kurtulamazlar. ‘‘Unutuluşun kucağına zirveden düşen bir sanatçı’’ olarak nitelenen Şair Nigar Hanım ‘‘ibrelerin Batıyı alabildiğine gösterdiği dönemde’’ Osmanlı aydınının dikkatini çeker ve her söylediği alkışlanır. Böylece ciddi bir eleştiriden de mahrum kalır.
ASALET MERAKI
Marazi bir duygusallık, saplantılı bir ağlama arzusu düzenin bütün sanatçılarında mevcuttur. Şair Nigar Hanım da sayısı 214'ü bulan şiirlerinde bu temalardan hiç uzaklaşmaz.
Ruşen Eşref'e (Ünaydın) göre ‘‘memleket ve nesil terbiyesi için seçkinler sınıfının gereğine inanır’’ Şair Nigar Hanım. Babasından geçen bu asalet merakını övünmek yerine yakından tanıyanlar ‘‘bir ihtiyaç’’ olarak açıklarlar. Eşref, fotoğraflarıyla duvarlarını dolduran sultanlar, şehzadeler, efendiler, ünlüler ve soylularla Nigar Hanım'ı ve sohbetlerini tanıyanlar için bu tavrın ‘‘bir özenti değil tabii bir arzu, hatta bir ihtiyaç’’ olduğunun farkedilebileceğini söyler.
En önemli yapıtı olarak nitelenen ‘‘Efsus 1’’ ondört yaşından itibaren yazdığı şiirleri kapsar. 11 yıllık bir zaman parçasına yayılmış şiirlerdir bunlar. Efsus 1, 41 sayfadan oluşan küçük bir mecmuadır. Tanzimat'ın Batıya yönelik tavrını en iyi benimseyeceklerden biridir Şair Nigar Hanım. Babasının Macar kökenli oluşu, aile yaşantısının yarı batılılığı, sekiz dil bilişi büyük etkendir.
Dönemin ünlü kadınları Fatma Aliye, Emine Semiye, Abdülhak Mihrünüsa da Nigar Hanım gibi kocalarıyla anlaşamazlar, başka yönlerden de birbirlerine benzerler. Yüksek statülü ailelere mensupturlar. ‘‘Aydınlık bir zihniyete sahip baba ve eşlerinin yardımıyla özel hocalardan ders almışlar, okuyarak kendi kendilerini yetiştirmişlerdir. Aynı dergilerde yazıp aynı kişilerden övgü ve yergi almışlar. Batıyı kültür ve coğrafya olarak tanırlar.’’ Divan edebiyatı kalıplarının dışında yeni tarz bir şiirle kendilerini tanımlayan kadınlar arasında Nigar Hanım ‘‘kadın şair’’lerin ilkidir.
DÖNEMİN ÖNCÜ KADINI
Nigar Hanım, babası Macar Osman Paşa'nın statüsünden ve küçük oğlu Keramet'in Şehzade Abdülmecit Efendi'nin oğlu Ömer Faruk Efendi'ye hocalık etmesinden dolayı hanedan ailesinin çeşitli üyeleri ile görüşür ve bu görüşmelere hayli önem verir. En samimi arkadaşları arasında Sultan Hamid'in oğlu Burhanettin Efendi kadar V. Murat'ın kızları Hatice ve Fehime Sultanlar da yer alır.
Şairliğiyle atbaşı giden bir başka ünü de sosyal yaşantısıdır. ‘‘Asabi mizac olduğum münasabetiyle kendimi eve hapsetmek mümkün olmadığından olsa olsa haftada iki kere’’ dışarı çıkmak zorundadır.
Nigar Hanım'ın bir diğer ünü de düzenlediği Salı Toplantıları'dır. İki salonda birden gerçekleşir. Erkek yanına çıkmayan kadınları da aynı anda ağırlayabilmektedir.
Döneminde şiirleri en çok bestelenen şairlerden de biridir. Kendisi de ‘‘usta’’ diye nitelenebilecek bir piyanisttir. Otuzdan fazla güftesi vardır, bunlardan sadece beş, altı tanesi ünlenir. Bu şarkılar Göksu'da söylenir.
Yaşmak ve feracesiyle ünlü olduğu kadar adı Göksu ve mehtap sefaları ile bütünleşir. Abdülhak Şinasi ‘‘Nigar Hanım'ın kayığı Rumelihisarı'ndaki yalısından çıkar, geceleri bülbüller içinde çağlayan Baltalimanı'ndan Emirgan'ın büyük bahçeler içindeki yalılarından geçer, Recaizade Ekrem Bey'in yalısını tavaf eder, Kalender'e uğrar, bahçesinde saz varsa bir müddet duraklar sonra karşı sahile varır... Küçüksu Deresi'ne girer, Göksu önünde birkaç defa dolaşır, bazen de Bebek bahçesinin önüne gelir ve sonra akşam sular kararınca görmüş ve geçirmiş bir gönülle yalısına dönerdi’’ diye anlatıyor.
Kıyafetine, takılarına hayli önem verir. Modası geçmesine rağmen hotoz ve yaşmaktan vazgeçmediği gibi, kendisinin yaptığı hotozları birkaç Amerikalı gazeteci kadına hediye eder. New York'a götürülen bu hotozlar kentte adeta bir modaya dönüşür.
Bütün yaşamı boyunca hastalıklarla uğraşır. Böbrek, mide, siyatik, romatizma, sinir, göz, diş hastalıklarının yanısıra uykusuzluk çeker. Bol bol ağlar. Günlüklerinin birçok sayfasını ‘‘ağlayarak’’ yazdığını söyler.
Nigar Hanım'ın hayatı babasının ve annesinin hasta odaları arasında mekik dokumakla, evin idaresini üslenmekle ve hatta kocasının ‘‘zalimlikleriyle’’ uğraşmakla geçer.
Evliliği hiç de iyi gitmez. Boşanmak için hayli çaba sarfeder, ancak birkaç yıl sonra tekrar evlenir. O da yürümez. Koca sık sık ‘‘boynuzlar.’’ İki evlilik arasında bol bol izdivaç teklifleri alır. Bunlardan ciddiye alabilecekleri hep yurtdışında yaşamayı ya da din değiştirmeyi gerektirir. Babasının Macarlıktan Türklüğe dönüşünü sahiplenmesi Nigar Hanım'ı engeller. Yaşamının son dönemlerini hele savaşın tüm etkilerinin görüldüğü İstanbul'da yalnız ve acılı geçirir. Değişen zaman ‘‘dönem kadınının’’ üstünden silindir gibi geçer. Herşey korktuğu gibidir. Yalnız ve unutulmuştur.