Güncelleme Tarihi:
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, ’TRT Geleceğin İletişimcileri Yarışması Ödül Töreni’ne katıldı. Burada konuşan Altun, bu yıl 12 kategoride 36 projenin, ödül almaya hak kazandığını belirtti. Ödül almaya hak kazanan genç iletişimcileri tebrik eden Altun, başarılar diledi. Bu yarışmaya büyük önem verdiklerini vurgulayan Altun, "Genç iletişimcilerimizin hem kendilerinin hem de ülkemizin geleceğine katkı sağlayacak bu gayretlerini çok ama çok önemsiyoruz. Katkı yapan, katkı sağlayacak olan bu gayretlerin çok ama çok önemsiyoruz. Zira iletişim dünyasına hakim olacak, yön verebilecek, donanımdaki gençlerin yarının iletişim dünyasını şekillendireceklerini biliyoruz. Biz inanıyoruz ki genç iletişimcilerimiz o pak zihinleriyle iletişim ve medyada ezberleri tekrarlamak yerine ürettikleri özgün projelerle iletişim ekosistemine, medya ekosistemine yeni soluklar getirecek. İletişim ve medyada ihtiyaç duyduğumuz yenilenmenin, kalkınmanın sağlanmasına katkıda bulunacaklar" diye konuştu.
’TÜRKİYE OLARAK DÖNÜŞÜM SÜREÇLERİNDE ÖZNE OLMAK ZORUNDAYIZ’
İletişim ve medya dünyasının son yıllarda köklü değişim ve dönüşümlere sahne olduğunu ifade eden Altun, "Bu süreçte bizim önümüzde çok esaslı bir soru duruyor esasında ’Biz bu değişimin neresinde duracağız? Karşımızdaki enformasyon yağmuruna, veri bombardımanına ve dezenformasyon akışına karşı nasıl bir tutum takınacağız? Rüzgara kapılan bir figüran mı olacağız? Yoksa önümüzdeki süreçlere meydan okumalara karşı koyacak, yön verecek, bunlarla mücadele edecek bir aktör olmayı mı tercih edeceğiz?’ Türkiye olarak bu dönüşüm süreçlerinde belirleyici bir aktör, bir başka deyişle özne olmak zorundayız ve gayretimiz bu yönde. Zira özne olduğumuz takdirde, mevcut enformasyon düzenindeki adaletsizliğe meydan okuyabiliriz. Zira özne olduğumuz takdirde yalan siyasetine, dezenformasyon politikalarına karşı hakikatin savunuculuğunu yapabiliriz. Özneolduğumuz takdirde; bölgemizde, coğrafyamızda, İslam dünyasında, Türk dünyasında Bağdat’ta, Batıhan’da, Beyrut’ta, Kudüs’te veya Gazze’de yaşananları, Batılı medya tekellerinin süzgecinden geçirerek değil sahadan kendi bilgilerimizi edinerek bütün dünyaya anlatabilir, bütün dünyaya neyin doğru, neyin yanlış olduğunu zarif bir şekilde gösterebiliriz. Özne olduğumuz takdirde kendi hesabımıza konuşabiliriz" dedi. Altun sözlerine şöyle devam etti: "Bugün birçok düşünür, küresel iletişim rejiminde sömürgecilerin sömürgeleştirilen insanların kendi hikayelerini anlatma hakkını nasıl ellerinden aldığını, Batı’nın medyatik temsillerinin, mazlum halkların gerçek sesini ne şekilde bastırdığını, Batılı bilgi üretim süreçlerinin uyguladığı epistemik şiddet aracılığıyla tüm dünyada ezilenlerin hikayesini hangi yol ve yöntemlerle gizlediğini ortaya seren birçok eserler veriyor. Batı medyası batı dışı dünyayı egzotik içeriklerle yahut şiddet içeren imgelerle temsil ederek hem batı dışı toplumlarla ilgili hakikati çarpıtıyor hem de batının etnosantrizmini kurumsallaştırıyor. Eğer bu çarpık düzene bizler itiraz etmez ve kendi hikayemizi anlatmak imkanından mahrum kalırsak bu cesareti kendi hikayemizi anlatma cesaretini göstermezsek bu takdirde hem kendi varlığımızı tehlikeye atarız hem de hakikate ihanet etmiş oluruz. Oysa Aldous Huxley’in dediği gibi ’hakikatin saklanması, insanları köleleştirir; hakikatin ifşası ise insanları özgürleştirir."
’DİJİTALLEŞMENİN YAYGINLAŞMASI, HAKİKAT KARŞITI BİR ENFORMASYON EKOSİSTEMİNE ZEMİN HAZIRLIYOR’
Altun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde küresel dünya düzenindeki adaletsizlikle, sömürgeci politikalarla mücadele ederken aynı zamanda bu adaletsizliği ayakta tutan medya emperyalizmiyle ve onun tanımlama tekeliyle de mücadele ettiklerini belirterek, "Sanal felaket koşullarında yaşıyoruz. Jean Baudrillard böyle diyordu. ’Sanal felaket koşulları’. Hiç kuşkusuz sanal felaket koşulları hakikatin hatta hakikat düşüncesinin tahrif edildiği bir insanlık durumunu anlatıyor. Dijitalleşme ve yapay zekanın yaygınlaşması ne yazık ki hakikat karşıtı bir enformasyon ekosistemine zemin hazırlıyor. Hep birlikte yalanın hüküm ferma oluşuna şahitlik ediyoruz. Bir yanda içerik enflasyonu yaşanırken, öte yandan sahici içeriklere ulaşmak giderek zorlaşıyor. Bu süreçte kamusal denetim de kamu çıkarı adına denetim de günden güne zorlaşıyor. Dolaşıma giren şey hakikat mi? Yoksa hakikati tarif eden hakikat düşüncesini bilen anlamsızlaştıran, yalan, manipülasyon veya dezenformasyon mu? Bu soru önümüzde bütün çıplaklığıyla duruyor. Şurası çok açık ve net; maruz kaldığımız dezenformasyon bombardımanında önümüze düşen içeriğin doğruluğunu teyit etmek, mecranın yapısı, işleyişi ve hızı dikkate alındığında özellikle kullanıcılar için oldukça meşakkatli bir iş. Bu nedenle kamusal denetleme ve düzenleme süreçlerine, sağlıklı bir şekilde işleyen kamusal denetim ve düzenleme süreçlerine ihtiyacımız var. Bu ve benzeri zorlukları aşabilmek adına biz örneğin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı altında dezenformasyonla mücadele merkezini kurduk" dedi.
’YENİ İHTİYAÇLARA GÖRE YENİ HUKUKİ DÜZENLEMELERE İHTİYACIMIZ OLDUĞU AÇIKTIR’
Kamusal yarar adına sadece doğrulama ve teyit mekanizmalarıyla yetinemeyeceklerini ve bunların ötesine geçmek mecburiyetinde olduklarını belirten Altun, "Sosyal medya başta olmak üzere dijital mecralara ilişkin etkin hukuki düzenlemelere caydırıcı tedbirlere ihtiyacımız var. Zira bizler Cumhurbaşkanımızın bugünkü konuşmasında ifade ettiği gibi ’Gençlerimizi sosyal medyanın ve dijital mecraların karanlık dehlizlerine teslim edemeyiz.’ Bu platformların şiddeti, vahşeti özendiren, yaygınlaştıran mecralara dönüştükleri ne yazık ki açıktır. Şunu da bu vesileyle özellikle belirtmek isterim ki, bu süreçte konvansiyonel medya kuruluşlarından da sorumlu yayıncılık ilkesi gereğince hareket etmesini bekliyoruz. Televizyon kanallarımız, gazetelerimiz reyting uğruna şiddeti, kötülüğü tüm detaylarıyla dramatize ederek sürekli bir şekilde kamuoyunun gündeminde tutamazlar, tutmamalıdırlar. Geleneksel medya kuruluşlarımız sosyal medyadan önlerine düşen görüntüleri filtresiz şekilde daha geniş kitlelere yaymamak noktasında çok daha özenli olmak durumundadırlar. Küçük ve maddi hesaplar uğruna gençlerimizin popüler kültür ve dijital mecralar eliyle zehirlenmesine, bu yapılar için birer meta olarak görülmesine müsaade edemeyiz. Hukuk yaşayan bir kültürdür ve yeni ihtiyaçlara göre yeni hukuki düzenlemelere, yasalara ihtiyacımız olduğu da açıktır. Zira kullanıcılar kadar sosyal medya platformları da yalan, manipülasyon ve dezenformasyon içerikli paylaşımlardan sorumludur. Hatta çok daha fazla sorumludur. Ne var ki söz konusu platformlar, toplumsal sinir uçlarıyla oynayan kutuplaşmaya sebebiyet veren şiddeti, vahşeti, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını, İslam karşıtlığını tetikleyen içeriklere ne yazık ki göz yummakta, hatta bize öyle geliyor ki bu içerikleri deşifre etmektedir. Kendilerini birer hakem gibi yansıtmaya çalışsalar da çoğu kez dünya siyasetinde birer oyuncu, perde arkasından süreçlere müdahale etmeye gayret eden bir aktör gibi hareket etmeye çalışmaktadırlar. Dijital platformların terör ve şiddet propagandasına karşı dahi etkin bir denetim mekanizması kurmaktan kaçındığını, talep edilmesine rağmen bu türden paylaşımları kaldırmadığını, algoritmalar marifetiyle toplumu bir arada tutan temel değerleri hedef alan paylaşımların görünürlüklerini arttırdıklarını biliyoruz, görüyoruz, bunlara şahitlik ediyoruz. Bu yapıların oluşturduğu siber tehditlere, hibrit tehditlere karşı siber vatanımızı korumak asli vazifemizdir. Siz genç iletişimcilerimizin de bu bilinç ve duyarlılıkla hareket etmesini bekliyoruz" diye konuştu.
’KARŞIMIZDA İŞGALCİ, İSTİLACI, SÖMÜRGECİ BİR YAPI VAR’
Altun, kimi dijital mecralarda olduğu gibi birçok batılı konvansiyonel medya kuruluşunun da çifte standartlı yaklaşımını sürdürdüğünü ifade etti. Altun sözlerine şöyle devam etti:"Tam bir yıl geçti. Gazze’de bir yıldır devam eden soykırım sürecinde ne yazık ki batılı hükümetlerin batılı medya şirketlerinin İsrail’in savaş suçlarına olan desteği durmadı, katlanarak arttı. Batılı medya kuruluşları ve hükümetler ne yazık ki İsrail savaş ve soykırım makinesine destek verdi. Kasıtlı bir şekilde gazetecileri, sağlık çalışanlarını, kundaktaki bebekleri, kadınları hedef alan İsrail daha birkaç gün önce Türk gazetecileri tekrar hedef aldı. İsrail güçlerinin koruduğu işgalci bir terörist TRT Haber’in yayınına müdahale ederek gazeteci arkadaşlarımızı tehdit etti. Yine bir gün sonra bu kez İsrail güçleri doğrudan aynı muhabir arkadaşlarımızın yayın yapmalarını engellemeye çalıştı. Karşımızda işgalci ve istilacı bir yapı var sömürgeci bir yapı var. Bu yapının İsrail’in suçlarını da cürümlerini de herkes biliyor. Ve soykırım bilinmesin, bu cürümler görünmesin diye gazetecileri ve ailelerini 7 Ekim’den bu yana bu İsrail hedef alıyor. Şu ana kadar İsrail Gazze’de 200’e yakın gazeteci kardeşimizi katletti. En son Anadolu Ajan Muhabiri Hasan Hamad, İsrail bombardımanını fotoğraflamaya çalışırken hedef gözetilerek şehit edildi. Hakikati dünyaya duyurmaya çalışan gazetecilerin İsrail tarafından bu kadar pervasızca katledilmesine Filistin televizyonunun Gazze muhabiri Selman El Beşir yeleğini kasketini çıkararak isyan etmişti. Beraber çalıştığı gazeteci arkadaşının ailesiyle birlikte öldürüldüğünü öğrenince canlı yayında üzerindeki yeleğini çıkararak, ’gazetecilerin uluslararası koruma altında olduğuna dair konuşulan her şey slogan olmaktan öteye geçmiyor’ demişti. Bir büyük yalanı bütün dünyaya haykırmıştı esasında. Çok haklı bir o kadar da trajik bir haykırıştı. Fakat biz inanıyoruz ki güneş balçıkta sıvanmaz. Hakikat tüm çıplaklığıyla, tüm yakıcılığıyla İsrail’in peşine bırakmayacak. Gerek İsrail’in işbirlikçilerinin şunu artık anlaması gerekiyor; bizler cesaretle, hakikat ve adalet şuuruyla bölgede soykırımcılarla katillerle mücadele etmeye devam edeceğiz. Gazze’de 200’e yakın gazeteci öldürülürken sessiz kalan küresel şebekeye karşı bizler buradaki kötülüğü, buradaki çifte standardı ifşa etmeye, haykırmaya devam edeceğiz. Bizler Gazze’de olduğu gibi Batı Şeria’da da Kudüs’te olduğu gibi Lübnan’da da iletişim kanallarını açık tutacak ve İsrail’in saldırılarını dünyaya duyurmaya devam edeceğiz."