Uzun yıllar sert bir kültür çatışması yaşayan, çoğu zaman dışlanan, çoğu zaman da içine kapanan Türk asıllılar bugün Alman kültürünün dinamik bir parçası. 1990’larda yeni kuşaklar büyüyünce birden Alman sanat dünyası onlarla tanıştı. O eski klasik kimlik çatışması değildi bu, umut verici bir uyumdu: Kendini daha çok Alman hisseden ama göçmen kültürünün de izlerini taşıyan genç bir kitlenin, içinde yaşadığı topluma kattığı bir zenginlikti. Ocak ayında New York Times’da, sonra Herald Tribune ve Le Monde’da, Almanya’daki Türk sanatçılarla ilgili röportajların yayınlanması bir tesadüf değildi. Türkiye kökenli Alman sanatçıların kendilerini Almanya’da artık evlerinde gibi hissettikleri ve Alman sanatına damgalarını vurdukları artık birçok kesimce kabul görmeye başlamıştı. Geçen haftasonu Türk göçmeni bir aileye mensup yönetmen Fatih Akın’ın Berlin
Film Festivali’nde kazandığı ödül de bu açıdan bir tesadüf olmadı. Bugün özellikle genç Almanlar, Türk asıllı Almanların müziğini dinliyor, yaptıkları filmlere gidiyor, yazdıkları kitapları okuyor. Türk asıllıların getirdiği göçmen kültürü, Alman sanatına bir dinamizm katıyor. Bu yeni Avrupalılar Alman dilini zorluyor, sinemasını diriltiyor, müziğini canlandırıyor.
Kool Savaş (29, müzisyen)
Focus Dergisi’ne göre Almanya’nın Eminem’i
Asıl adı Savaş Yurderi. Almanya doğumlu. Bir süreliğine Türkiye’ye dönmek zorunda kaldıktan sonra 1981’den beri Almanya’da yaşıyor. Babası Türk, annesi Alman. Rap müziği yapan Savaş’ın albümleri Almanya’da rekorlar kırıyor, müzik listelerini altüst ediyor. Focus Dergisi, onun için ‘Almanya’nın Eminem’i’ yakıştırması yaptı. Almanca yazdığı şarkılarıyla piyasayı sallayan Savaş’ın Almanya’da Alman diline akıcılık ve anlam kazandırdığını öne sürdü. Şarkı sözlerinde, aile bireyleri ve okullardaki disipline saldırıyor, bol argo kullanıyor. Kendine ‘King’ yakıştırması yapan Kool Savaş, Türk asıllı sanatçıları da Alman kültürünün bir parçası olarak görüyor. ‘Almanya’da sanat alanında birçok Türk var. Çünkü Türk çocukları büyüdü. Bizden önceki jenerasyonun başka işleri vardı. Ama yapılan işleri sadece Türk veya Alman diye tanımlamaya çalışmak bence yanlış. Burada yapılan sanat buranın bir parçasıdır. Buradaki herkes bence Alman kültürünün bir parçası.’
Renan Demirkan (47, yazar, oyuncu)
Yükselen Türkler diye bir şey yok, Almanya’da yükselen sanat var
5 yaşından beri Almanya’da yaşıyor. Almanya’ya 42 yıl önce Düzce’den gelir. Aydın ancak muhafazakar bir aileye mensuptur. Evdeki katı disipline uymayı reddeder ve 18 yaşında evden kaçar. Liseyi bitirinceye kadar ailesiyle hiç konuşmaz. Demirkan, şimdi çok ünlü bir tiyatro sanatçısı. Yazdığı oyunlar ve romanlarla Almanya’nın en popüler yazarları arasında. 1998’de Almanya Liyakat Nişanı’nı aldı. Bundan kısa bir süre önce de Köln’ün Kültür Elçisi oldu. Türk vatandaşlığını kaybetmek istemiyor ama Türk halkının Almanya’da yaşayan Türkler’e milliyetçi duygularla yaklaşmasını da doğru bulmuyor. ‘Almanya’da bir Türk olarak hiçbir zaman zorluk çekmedim, hiç hor görülmedim. Belki de o zamanlar ortalıkta çok Türk olmadığı içindir. Ama aynı zamanda çok çalışkandım ve başarılıydım da. Almanya’da yaşayan Türk kökenliler dendiği zaman, ben bu konuda Almanya’daki Türklerin sesi olmak istemiyorum. Ben bir sanatçıyım ve enternasyonalim. Metnimi kendim yazıyorum, sahneye kendim koyuyorum, bunu bir Türk olarak değil, sanatçı olarak yapıyorum. Sanatın vatandaşlığı olmaz. Bu yüzden Almanya’da ‘yükselen Türkler’ diye bir şey yok bence, Almanya’da ‘yükselen sanat’ var. Gerisi benim özel yaşantım. Bir çocuk gördüğümde onu hálá Türkçe seviyorum, çünkü sevgi ve şefkatle ilgili tüm kelime dağarcığım Türkçe. Ama romanlarımı Almanca yazıyorum, oyunlarımı Almanca oynuyorum.’
Emine Sevgi Özdamar (58, oyuncu ve yazar)
Almanya’yı kabullendikçe sanatta başarı artacak
Malatya doğumlu Özdamar, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul’da oyunculuk eğitimi alır. 19 yaşında sanatını ilerletmek için Almanya’ya taşınır. Doğu Berlin Sahnesi’nde birçok oyunda rol aldıktan sonra, bir yandan da 1982’de kitap yazmaya başlar. Kitaplarını Almanca yazan Özdamar, İngiltere ve Amerika’da, İngilizce’ye çevrilen baskılarıyla birçok ödül aldı. ‘Hayat Bir Kervansaray’ adlı kitabı, 1994’te Londra’da, London Times tarafından yılın en iyi kitabı seçildi. Geçen yıl, Frankfurt’ta ‘Şehir yazarı’ unvanı ile ödüllendirildi. Üç filmi bulunan Özdamar, Almanya’da yaşayan 3. nesil Türklerin, Almanya’yı kabullenmeleriyle birlikte, sanatta gün geçtikçe isimlerini daha çok duyuracaklarını düşünüyor. ‘Ünlü Fransız yönetmen Jean-Luc Godard der ki: ‘İnsan baba vatanını terk etmeli, başka bir ülkeye gitmeli ki, aynı anda iki yerde birden olabilsin.’ Almanya’ya göç, 40 yıl önce başlamadı. Göç, Almanya’yı memleketleri olarak kabul eden nesille birlikte bundan 5 yıl önce başladı. Bunun doğal sonucu olarak sanatsal çalışmalar yeni yeni kendini gösteriyor. İlk gelenler, madenlerde çalıştı ve hep geriye dönmek istedi. İkinciler, kebap dükkanları açtı. Üçüncülerin içinden de sanatçılar çıkmaya başladı.’
Taşkafalar Grubu
Türkçe hard rock yapıyorlar Türklerden başka herkes dinliyor
1992’de kurulan bir hard rock grubu. Çekirdek kadrosu 3 kişiden oluşuyor: Olkay Sökmen (vokalist, 34), Yalım Ergin (gitarist, 33) ve Murat Aydın (davulcu, 32). Avrupa’da tek Türkçe sözlü müzik yapan hard rock grubu. Konserlerde satılmak için hazırlanmış bir albümleri var. Hepsi, para kazanmak için aynı zamanda başka işler yapıyor. Yalım Ergin hariç diğer grup üyeleri Almanya doğumlu. Yalım Ergin 9 yaşından beri Almanya’da yaşıyor. Ergin, Almanya’daki 2. ve 3. nesil Türklerin bir kısmının halen yabancı ezikliği yaşadığını ancak bu durumun biraz da kişiden kişiye değiştiğini söylüyor. ‘Biz yaptığımız sanatta ve seçtiğimiz yaşam biçiminde kendimizi burada yaşayan Türklere çok da yakın hissetmiyoruz. Türkçe müzik yapıyoruz, normalde hedef kitlemiz Türkler olmalı, ama onlar Türkçe pop, arabesk ya da hiphop dinlemeyi tercih ediyorlar. Türkçe söylediğimiz için Almanlar ne dediğimizi anlamamaktan yakınsa da müziğimize daha fazla ilgi gösteriyorlar. Türklüğümüz sayesinde kazandığımız çokkültürlülük bizim için bir zenginlik ama kendi kültürünü kabul ettirmeye çalışan, çatışma yaşayan bir tavrımız yok.’
Killa Hakan (31, müzisyen)
18 yıldır yapamadıklarını bir Türk yaptı, fena mı oldu yani!
Gerçek ismi Hakan Durmuş. Killa ismi, hiphop müziğinde geçen bir terimden geliyor. Almanya doğumlu. Ailesi 1960 yılında Sivas’tan göç eder. Lisede başladığı ve 15 yıldır yürüttüğü müziği 8 yıldır profesyonel olarak sürdürüyor. İlki 1996’da olmak üzere 2 albümü yayınlandı. Türkçe sözlü müzik yapıyor. ‘Ben Türkçe müzik yapıyorum ama Almanca hiphop yapanlar da yine Türkler. Benim müziğimi sadece Türkler dinlemiyor, Almanlara da albüm satıyoruz. Buradaki Türk hiphopçu üstadlar olarak kendi aramızda görüşüyoruz, dayanışmamız var diyebilirim. Ama bir başarı oluştu mu, bunu dayanışmanın sonucu olarak değil o kişinin başarısı olarak görürüm. Hem Alman hem de Türküz sonuçta. Türk kültürünü Almanlara satıyoruz ama bir yandan da onların kültürüne katkı sağlıyoruz. Adamların 18 yıldır yapamadığını çıktı Fatih Akın yaptı mesela, Almanya’ya Altın Ayı kazandırdı. Fena mı oldu yani! Bizim yaptıklarımızdan onlar da faydalanıyor.’
Zafer Şenocak (43, yazar)
Göçmen kültürü günümüz Alman sanatına müthiş bir hareketlilik kazandırdı
Almanya’da yaşayan Türk asıllıların sizce bugün Alman sanatındaki yeri nedir?
-Uzun süre bu ülkede, Türkiye mi Almanya mı sıkışması vardı. Ancak son 5 yıldır bu tartışma aşıldı. Bir uyum sürecine girildi. Dönüşüm sanat alanında da gözüktü ve Türk kökenli Alman sanatı oluşmaya başladı. Bu durum Alman toplumu tarafından da kabul edilince Türk asıllı göçmenler Alman sanatına müthiş bir hareketlilik kazandırdı.
Türk asıllıların yaratıcılığı mıydı bunu körükleyen yoksa Alman sanatında da buna ihtiyaç mı vardı?
-Alman sanatının bugün durağanlıktan kaynaklanan problemler yaşadığı kesin. Bu durum kamuoyunda da çok tartışılıyor. Yani salt Türk asıllıların bir başarısı şeklinde de değerlendirmemek lazım gelişmeleri. Ancak mesele Türk-Alman hikayesi değil. Göçmen kültürünün zenginliği bu sonucu doğuran aslında. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de aynı şey yaşanıyor. Göç eden, sınırları aşan insan her zaman anlatacak bir hikaye buluyor. Yabancı ülkelerde hep bir dinamik yaratıyor göçmenler. Türk asıllılar da Almanya’da bu durumdalar. O yüzden ilgi topluyorlar, yaptıkları işler ilgi çekiyor ve bir süre sonra o ülkenin sanatına yön vermeye başlıyorlar.
Bu yön verme daha çok hangi alanlarda yaşanıyor?
-Örneğin Alman filmi bir krizde şu anda. Fatih Akın’ın yarattığı açılım da bu boşluğu doldurmuştur. Ancak sanatta donanım ve perspektif de çok önemlidir. Unutmamak gerekir ki, buraya ilk gelen insanlar sanat yapmak için gelmemişlerdi. İşçi oldular, ekmek parası için uğraştılar. Şimdi ilk gelenlerin çocukları yeni yeni sanata yöneliyor. Zamanla başka alanlarda da bu atılım yaşanacaktır.
Zamanla, göçmen kimlikleri de yok olacak belki ama.
-Bu vakit alacak çünkü Alman toplumu bilinen tarihsel sebeplerle çok içine kapalı bir toplum. Bu durumu aşmak biraz da buraya sonradan gelenlerin başarmaları gereken bir şey. Örneğin ben bir Almanım ve Türklüğüm sadece kendi biyografimle ilgili. Amerika’da bir seminere katıldığımda Alman sanatçı olarak takdim ediliyorum. Ama Türk geçmişim sanatım için her zaman önemlidir. Bu sayede benim de anlatacak zengin bir hikayem var.
1970’ten beri ailesiyle göç ettiği Almanya’da yaşıyor. Çocukluğunda İstanbul’da kent kültürü alarak büyüyen Şenocak, öğretmen bir anne ve gazeteci bir babanın çocuğu. Münih Üniversitesi’nde edebiyat, siyasi ilimler ve felsefe okudu. Almanca olarak yazdığı 4 romanı, 7 şiir ve 3 deneme kitabı var. Kitapları Fransızca, İngilizce ve İtalyanca’ya da çevrildi. Şu anda Berlin’de yaşıyor.
Birol Ünel (43, oyuncu)
Sanatın ulusu olmaz iyi olan pazarını yaratır
Türkiye doğumlu Birol Ünel, Almanya’ya 8 yaşında ailesiyle göç eder. Bremen’de büyür, Hannover’de Müzik ve Tiyatro Yüksekokulu’nda okur ve 20 yılı geçen sanat hayatında onlarca filmde rol alır. Hollandalı bir karısı ve 15 yaşında bir oğlu var. Ünel, Fatih Akın’ın ödül alan Duvara Karşı filminin de başrol oyuncusu. Sanat camiasında Türk, Afrikalı veya Alman olarak ayrım yapılmasına karşı çıkan Ünel, Türk pasaportu olmasına karşın kendini özellikle ne Türk ne Alman olarak hissediyor. ‘Bence sanatın ulusu yoktur. Almanya’daki Türkler sanatta neler yapıyor gibi bir soru o yüzden bana saçma geliyor. Sanatçıyı bireysel olarak değerlendirmeyi tercih ediyorum. İyi olan zaten kendi pazarını yaratır bana kalırsa, bunun milliyetle ilgisi olmaz.’
Zuli Aladağ (36, yönetmen)
En başarılı yönetmenlerden
Zuli Aladağ, 5 yaşında Almanya’ya geldi. Küçük yaştan beri film yapmak istediğini biliyordu. Genç Alman yönetmenler arasında en başarılılardan biri olarak anılıyor. ‘Fil Kalbi’ adlı filmi Türklerle, göçmenlikle, kültür çatışması gibi, bir Türk asıllı sanatçıdan beklenen temaları işlemediği için birçok insanı şaşırttı, ama çok beğenildi. Kürt-Türk kökenli Zuli Aladağ, New York Times Gazetesi’ne verdiği röportajda şöyle diyor: ‘Burada ırkçılık deneyimi yaşadım. Herkes bana ‘sen diğerleri gibi kirli, çirkin ya da aptal değilsin’ derdi. Ama üniversiteye gittiğimde her şey değişti. Almanya değişiyor. Artık çok daha fazla kabullenme var.’
Mehmet Ergin (48, müzisyen)
Almanya’da jingle’ları o yapıyor
İstanbul’da dansçı bir anneyle, müzisyen bir babanın çocuğu olarak doğar. 1962’de ailece Bremen’e gelirler. İlk gitarına 14 yaşındayken sahip olur. İlk grubunu 16 yaşında kurar. 1975’te profesyonel müzik yapmaya karar verir ve birkaç sene boyunca konserler verir. 1986’da Hamburg’da bir prodüksiyon şirketi kurar. Reklam müzikleri, jingle’lar yapmaya başlar. Mercedes, Sparkasse bankası, Otto ve RTL gibi şirketlere jingle müziği yapar. 1996’da ilk albümü ‘Beyond The Seven Hills’ yayınlanır. O günden beri dünya müziği, caz, klasik CD prodüksiyonları, film müzikleri yapıyor, konserler veriyor.
Feridun Zaimoğlu (40, yazar)
Bu bizim kültür taarruzumuz
Bolu doğumlu. 6 aylıkken ailesiyle Almanya’ya gelir. Öğrenimini Almanya’da tamamlar. Üniversitede tıp ve sanat konusunda eğitim alır. Doktor ve ressamdır. Ama edebiyatı seçer. Almanya’nın en popüler yazarlarından biri olur. İkinci, üçüncü kuşak Türk göçmenlerin Almanya’daki toplumsal dönüşümünü konu alan kitaplar yazar. Bugün Türk asıllı yeni kuşağın isyanının simgesi sayılıyor, ‘Yeni Malcolm X’ olarak değerlendiriliyor. Kitaplarını Almanca yazıyor. Göçmenlerin melez lehçelerine, sokak ağzına sık sık başvuruyor, Almanca’nın sınırlarını zorluyor. Sekiz kitabı yayınlandı. Son kitabı ‘12 Gram Mutluluk’ daha yeni piyasaya çıktı.
Kendinizi tam anlamıyla Alman edebiyatının bir temsilcisi olarak görüyor musunuz?
-Bu soru bana sürekli soruluyor. ‘Yabancı kökenli sizler Alman edebiyatından mısınız yoksa ayrı bir statüde misiniz’ diye. Ben kendimi Alman edebiyatından biri olarak görüyorum ve bunun kavgasını veriyorum.
Kabul etmek istemiyorlar mı?
-Toplumda da bu konuda bir direnç var ama bunu özellikle siyasiler kabul etmek istemiyor. Hep AB ekseninde yürütülen politikaların bir yansıması. Gerçi bunda, yeniliklere açık olmayan ve 40 sene önceki gerçeklere yapışan Türk asıllılarının da suçu var ama meselenin bir kavgaya dönüştürülmemesi gerekirdi.
Kavga derken neleri kastediyorsunuz?
-Dokuz yılda 700 okuma gecesi yaptım ben. Haftada 4-5 gün tur yapıyorum. Herkese yazdığım kitapları anlatıyorum, bu meseleleri aktarıyorum. Bana ‘Tamam sen bizdensin. Bizden daha iyi Almanca konuşuyorsun, daha iyi yazıyorsun, sen özel bir Türksün’ diyorlar ama ben bunu kabul etmiyorum. Çünkü bunu kabul edersem birinci kuşağa ihanet etmiş olurum. Mesele sadece beni değil, buradaki herkesi kabullenmeleri.
Kabul görmenin toplumsal yanını bir kenara bırakırsak, Türk asıllıların sanatsal anlamda ortaya koydukları işlere nasıl bakılıyor?
-Şu anda Alman sanatında çok müthiş bir ayaz var. Bu yüzden 10-15 yıldır kültür hayatında müthiş bir dönüşüm yaşanıyor. Hep aynı aktörler, yazarlar artık sıkıntı verdi. Sinemada, tiyatroda her alanda heyecan yaşatıyoruz onlara. Ve özellikle genç kesimin ilgisini çekiyoruz. Onlar da çokkültürlü yaşıyorlar çünkü. Sadece döner yemiyorlar, Türkiye’ye gidiyorlar, Türklerle evleniyorlar vs... Kendi klişelerinden bıktılar, artık aşkı Türklerden dinlemek istiyorlar. Çünkü el ele tutuşmayı değil, deli dolu yaşanan aşkları anlatıyoruz onlara. Hayatlarını renklendiriyoruz.
Bu renklilik Alman sanatına bir katkı boyutuna ulaşıyor mu, yoksa sanatta da mı bir kavga var?
-Kavga değil ama ben buna Türk asıllıların ‘kültür taarruzu’ diyorum. Biz ezilmişliğimizi küserek değil taarruzla aşacağız. Türkiye’den getirdiğimiz masalları, öyküleri sandıktan çıkardık. Tam zamanıdır şimdi. Her gün yeni başarılar duyacaksınız, Fatih Akın’ınki daha bir başlangıç. Bu iş daha da patlayacak.
Aziza A (33, müzisyen)
Oryantal hiphopu yarattı
Asıl adı Alev Yıldırım. Berlin doğumlu. Öğrenimini tamamladıktan sonra 1996’da Almanya’nın en büyük ikinci TV kanalı ZDF’de her cumartesi yayınlanan Dr.Mag adlı çocuk programının sunucusu oldu. Bu dönemde hiphop’a olan ilgisi nedeniyle özel müzik dersleri de almaya başladı. Bir yıl sonra yayınlanan ilk albümünün başarısıyla birlikte, Berlin’de yayımlanan Zitty Dergisi tarafından o yılın yüz önemli kişisinden birisi seçildi. BBC World TV’de ‘New Europian’ (Yeni Avrupalı) olarak tanımlandı. EXPO 2000’de Alman pavyonunda hem açılış hem de kapanış konserleri verdi. Yazar Feridun Zaimoğlu’nun tiyatroya uyarladığı ‘Başörtüsü’ adlı oyunda rol aldı ve tiyatro grubuyla birlikte Avrupa turnesine çıktı. Oryantal hiphop adıyla yeni bir tarz yaratmayı başaran Aziza A. albümündeki parçaların sözlerini de kendi yazıyor.
Tayfun Bademsoy (46, oyuncu)
Yeni kuşaklar özgürlüğü sanatta buldu
1958’de Mersin’de doğar. 1969’da ailece Berlin’e göç ederler. Liseyi Almanya’da bitirir. Üniversitede psikoloji okumaya başlar ama oyunculuğa merak salınca okulu yarım bırakır. İlk rolünü bir TV filminde 1979’da alır. 200 prodüksiyonda görev yapar. Şu anda bir yandan kariyerini sürdürürken, bir yandan da kurduğu oyunculuk ajansını yönetiyor. Almanya’nın yabancı oyuncu sağlayan tek ajansı Bademsoy’a ait ‘International Actors.’ Ajansa kayıtlı 150 Türk var. Başka ülkelerden 64 oyuncunun da temsilciliğini yapıyor.
Alman sinemasında Türk asıllı sanatçıların bugünkü konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-25 yıl önce oyunculuğa başladığımda bana sadece Türk rollerini veriyorlardı. Şimdi Türkler artık Alman rollerine bile çıkabiliyor. Fatih Akın’a verilen ödül tabii ki öncelikle onun kendi başarısıdır. Ama bunun gerisinde burada yaşayan Türklerin mücadelesini de hesaba katmak gerekir. Sadece geçen yıl, Almanya’da 15 Türk yönetmen film yaptı. Fatih Akın’ın yeteneği kadar 25 senelik bir çalışmanın sonucudur bu ödül.
Kendinizi daha çok Alman pasaportu olan bir Türk gibi mi hissediyorsunuz?
-Alman pasaportum da var Türk pasaportum da. Ama bu iş pasaportla ilgili değil. Disiplin, çalışkanlık gibi özellikleri Almanlardan alıyoruz ama insani duygularımızı Türklükten kazanıyoruz. Fatih Akın, Altın Ayı’yı aldıktan sonra, ‘Annem babam bu filmi çok beğendi’ dedi. Söyler misiniz bana bunu hangi Alman söyler!
Almanya’daki sanat çevrelerinde yaklaşık ne kadar Türk var?
-Sayılarının çok fazla olduğunu belirtebilirim. Örneğin sadece benim ajansımda 150 kayıtlı Türk oyuncu var. Bunların 20’si hakikaten çok başarılı. Müzikte çok daha kolay ilerleniyor, çünkü bir oyuncu rol beklemek zorunda ama müzisyen öyle değil. Örneğin şu anda hiphop müziği tamamen Türklerin elinde.
Türk ailelerin 2. ve 3. kuşak temsilcileri sanata niye bu kadar ilgi gösteriyor?
-İlk kuşak hep ikinci sınıf işler yapmıştı. Hor görülen, insanı hapseden işlerdi bunlar. Sanatta bunun tam tersi bir özgürlük var. İkinci ve üçüncü kuşak bana kalırsa biraz bu yüzden sanatı seçti. Özgür olmak istedi.
Mehmet Kurtuluş (32, oyuncu)
Geleceğin yıldızlarından
Uşak doğumlu Mehmet Kurtuluş, ailesiyle 2 yaşında Almanya’ya göç eder. Oyunculuğa, tiyatro ile başlar ve ilk oyunculuk deneyimini 16 yaşında elde eder. Şimdiye kadar sekiz film çevirdi. Kariyerinde Fatih Akın adı önemli bir yer tutuyor. İlk sinema deneyimi, Akın’ın ‘Ot’ adlı kısa filmi. Daha sonra yine Akın’ın yönettiği ‘Kısa ve Acısız’da başrolü üstlendi. Bu filmdeki rolüyle birçok festivalde ödül kazandı. Kurtuluş, bugün Almanya’da geleceğin en büyük yıldızlarından biri olarak gösteriliyor. Türkiye’de Ziya Öztan’ın ‘Abdülhamid Düşerken’ adlı filminde rol alan Kurtuluş, Show TV’de yayınlanan bir televizyon dizisinde de başrolde.
Kaya Yanar (31, şovmen)
SAT 1 kanalının starı Almanya’yı kırıp geçiriyor
Kendi tabiriyle 1973 Mayıs’ında dünyaya düştü. Aslında öyle bir niyeti yoktu ama bulut sörfü yaparken yanlışlıkla Frankfurt’taki bir gökdelene çarptı! Dönmek için uygun bir sörf tahtası bulamadığı için şimdilik buralarda takılıyor. Sırasıyla anaokul ve ilkokul öğretmenine aşık oldu. Üniversitede ona faydalı bir şey olmadığını anlayınca birçok farklı işte çalıştı. Bu sırada başına gelen talihsizlik ve saçmalıkları kız arkadaşlarına anlatıp, gülmekten herkesi kırmaya başladı. SAT-1 kanalının starı Kaya Yanar yıllardır esprileriyle tüm Almanya’yı güldürüyor. ‘’Ne Bakıyorsun’’ adlı programı Yanar’a kazandırdığı birçok ödülle şu anda Almanya’da bir numara. Aslında ailesi Türk ama Suriye sınırına çok yakın bir yerden olduğundan Arap kültürünün de etkisi var hayatında. Berlin’de bir gazeteye verdiği röportajda şöyle anlatıyor: ‘Ben Türk’üm, ama entegre olmuş bir Türk. Alman değerleriyle ve kültürüyle hiç bir problemim yok. Beni esas sinirlendiren Türkiye’deki veya Güney Fransa’daki kaotik otomobil şoförleri. Alman milliyetçi hislerim yok ama Alman olmaya dair hislerim var. Burası bana ev ve güven veriyor. Yabancı ülkeye entegre olmak için tamamen çözülmek gerektiğine inanmıyorum. Zaten benim korunması gereken Türk köklerim yok artık. Sadece Türk atalarım var. Ben 3. jenerasyonum. Burada doğdum, okula gittim, Almanca’yı ve Alman kültürünü sonradan öğrenmek zorunda kalmadım. Doğal ortamım içinde, iki kültürle birden büyüdüm. Çocukluğumda Almanya’da yaşayıp da, Almanlıkla hiç haşır neşir olmak istemeyenler da tanıdım ama onlar burada Türk gibi yaşayıp, bir gün Türkiye’ye dönenlerdi zaten. O anlamda kendimi hiç ‘Türk’ olarak görmedim. Ben sadece sanatçıyım, komedyenim. Çokkültürlülüğümün faydalarını sanatıma yansıtıyorum.’