OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 08, 2003 00:00
Aman baÅŸlığı sakın yanlış anlamayın, bu halvetin ÅŸu bildiÄŸimiz ‘‘halvet olmak’’la uzak yakın alakası yok. Zaten okuyunca göreceksiniz. Bir avuç hurma, bir torba dolusu elma, birkaç kitap, küçük bir elektrikli ısıtıcı ile Ãœsküdar'ın arka sokaklarındaki bir eve kapanıyor Alman psikolog ve terapist Michaela Mihriban Özelsel. Öyle birkaç günlüğüne de deÄŸil, tam kırk gün. Arada kapıya bırakılan bir tas çorba ve küçük bir kase zeytin sayılmazsa eÄŸer, öyle dış dünyayla kayda deÄŸer iliÅŸkisi de yok. Ama 'içerden' bir baÅŸka mekanizma çalışıyor. Terapiyle hastalarının sorunlarına çare arayan Özelsel, intiharın eÅŸiÄŸinde adım attığı 'halvet' kapısından, kırk gün sonra bambaÅŸka bir insan olarak çıkıyor. İçtiÄŸi suyla, yediÄŸi zeytinle, odaya hafif bir ılıklık veren elektrikli ısıtıcıyla, sokaktan gelen çocuk sesleriyle, yeryüzüyle ve gökyüzüyle, daha da önemlisi kendisiyle barışık bir insandır artık o. Kırk gün boyunca bol bol düşünmüş, bol bol aÄŸlamış, bol bol kendisiyle hesaplaÅŸmış ve bir bakıma, kalbine vurulan mührün kilidini kırmayı baÅŸarmıştır. Her anlamda Batılı bir bireyin bu içsel serüveninin, kiÅŸisel tarihinin satır aralarında kalmasını istemez Michaela. Kırk gün boyunca yaÅŸadıklarını not ettiÄŸi günlüğü ‘‘Halvette Kırk Gün’’ baÅŸlığıyla Almanca ve Ä°ngilizle olarak yayımlar. Batılı bilim çevrelerinde büyük yankılar uyandıran bu önemli deneyim, ÅŸimdi Türkçe olarak okurun karşısında duruyor. Halen Almanya'da çalışan Michaela, internet aracılığıyla sorularımızı cevaplandırdı. Halvete girmeye nasıl karar verdiniz? Bu deneyimden ne gibi beklentileriniz vardı?- Çok ümitsiz olduÄŸum bir zamanda karar verdim. Bir yıl kadar önce çok acı bir kayıp yaÅŸamış ve intiharın eÅŸiÄŸine gelmiÅŸtim. Ancak ne kendi çabalarım, ne de Batı'daki modern psikoterapi yöntemleri hayata tekrar baÄŸlanmamı saÄŸlayamadı. Gündelik iÅŸlerimi sürdürebilsem de, sanki canlı rolü oynayan bir ceset gibi hissediyordum kendimi. O sıralarda katıldığım bir tasavvuf sohbetinde, biri çok eski bir ritüel olan halvetten söz etti. Bir anda içimde bunun tekrar hayata dönmek için bir ÅŸans olabileceÄŸi hissi uyandı. Ya kendimi sadece Allah'a vererek tekrar yaÅŸamayı öğrenecek ya da halvetin zor koÅŸullarına dayanamayıp ölecektim. Her iki ihtimali de kabul etmeye hazırdım. Batılı mantığınıza nasıl kabul ettirdiniz bunu?-Psikolog olarak kullandığımız yöntemler nevrotik vakalar veya fobi gibi sorunlarda iÅŸe yarıyordu. Zamanımızın önde gelen Batılı psikologlarının çoÄŸu da bu gerçeÄŸin farkındaydı. Bunlar arasında, Ken Wilber gibi, tasavvufu psikoterapi yöntemleri arasında birinci sıraya oturtanlar da var.Sufizmi, bir tür psikoloji olarak deÄŸerlendiriyor ve Batı psikolojisinden daha eski olduÄŸunu savunuyorsunuz...- Burada nefsin geliÅŸim sisteminden bahsediyorum. Ä°nsanın psikolojik olgunlaÅŸma süreci hakkında Freud ve Erik Erickson'un çok daha yeni ve nispeten daha üstünkörü modellerinden, daha kapsamlı ve ileri düzeyde bir bakış açısıdır. Ayrıca, Freud'un sunduklarının çok daha ötesine geçtikleri için Batı dünyasında ‘‘modern’’ kabul edilirler. Ne var ki, Türk üniversiteleri, bu çok zengin psikoloji/psikoterapi mirasının üzerine eÄŸilmek yerine, Freud'un öğretileriyle ilgilenmeyi tercih ediyor. KURBAN KESÄ°MÄ°NDEN RAHATSIZ OLMUYORUMHalvete girmeden önce bir kurban töreni gerçekleÅŸiyor ve siz, ‘‘Batılı bir bilim insanı olarak bu akaik gelenekler ve törende ne iÅŸim vardı’’ diyorsunuz. Sahi ne iÅŸiniz vardı?- BaÅŸlangıçta kurban törenini çok yadırgadım. Ancak Ä°slam'a duyduÄŸum güven, bu hissin üstesinden gelmeme yardım etti. Kurban töreninde benim henüz sınırlı olan anlayışımı aÅŸan bir hikmet olduÄŸunu düşündüm. O güne kadar kurban bayramında koyun kestirmek yerine, parasını vererek yükümlülüğümü yerine getirmeyi tercih etmiÅŸtim. Halvetten sonra, çeÅŸitli kültürlerdeki antropolojik araÅŸtırmaları içeren birçok kitap okudum. Artık Ä°slam'a uygun koÅŸullarda yapılan kurban kesiminin gerekli bir ÅŸey olduÄŸuna inanıyorum ve kurbandan rahatsız olmuyorum. Halvet bir tür terapi mi sizce?- Evet, bunu birçok Müslüman olmayan Alman hastamda uyguladım. Sonuçlar çok iyiydi. MeslektaÅŸlarım, halvetin hapishanelerdeki hastalarda da faydalı sonuçlar verebileceÄŸini söylüyorlar. Ancak ÅŸu haliyle Alman kanunları bir pilot çalışmaya izin vermiyor.Halvetin beyin yıkamak için bire bir olduÄŸunu belirtiyorsunuz. Beyin yıkamak, saÄŸlıklı bir ÅŸey olarak deÄŸerlendirilebilir mi?- Beyin yıkama yöntemi, tıpkı bıçak kullanmaya benzer. Bıçak, ekmek keserken faydalı, adam öldürürken zararlıdır. Beyin yıkamayı da, kimin hangi ÅŸartlarda ne amaçla yaptığı çok önemlidir. Beyin yıkama, zihni ÅŸartlanmalardan arındırarak, yeni önermelere açık hale getirmektir. Åžayet ÅŸartlanmaları kiÅŸiyi sınırlandırıp engelliyorsa ve bunlardan kurtulmak kiÅŸinin daha geniÅŸ açılı, daha iyi seçenekleri benimsemesini saÄŸlıyorsa, beyin yıkama kiÅŸiyi özgürleÅŸtirir. Halvet gönüllü olarak yapılan bir ibadettir. Allah'a yakınlaÅŸmak isteyen kiÅŸi, böylesi bir beyin yıkamayı, Allah'a giden 'kestirme bir yol' olarak deÄŸerlendirecektir. DERS KÄ°TABI YAPILDIHalvetten çıktığınızda hissettiÄŸiniz en somut deÄŸiÅŸim neydi? Modern dünyaya uyum saÄŸlamakta herhangi bir güçlük çektiniz mi?- ‘‘Her ÅŸey Allah'tan gelir’’ düşüncesiyle, ‘‘hayatı akışına bırakma’’ arzusu çok cazipti. Zaten tasavvufta inzivanın zamanla sınırlandırılmış olmasının sebebi, bu cazip arzuya uymayı engellemektir. Halvetten çıkınca, öncelikle aktif bir ÅŸekilde dünyevi iÅŸlerle ilgilenmeye zorladım kendimi.Bu deneyim, Batılı meslekdaÅŸlarınız tarafından nasıl deÄŸerlendirildi?- ‘‘Halvette Kırk Gün,’’ manevi yolları takip edenlerin dikkatini çekmekle kalmadı, üniversitelerin karşılaÅŸtırmalı din bilimleri ve etno-psikoloji bölümlerinde ders kitabı olarak da okutuldu. Ä°slam'a dair gazete baÅŸlıklarının genellikle sadece terörizmden bahsettiÄŸi bir dönemde, bu kitap birçoklarınca, Anne Marie Schimmel'in ifadesiyle, ‘‘İslam'a yeni bir bakış açısıyla yaklaÅŸmaya giden kapı' olarak deÄŸerlendirildi. Ä°nÅŸallah öyledir.Görücü usulüyle evlendi 1949'da Almanya'da doÄŸdum. 13 yaşımdayken, babam Dr. Günther Jantzen, Ä°stanbul'daki Alman Ä°rtibat Bürosu'na baÅŸhekim olarak atandı. Genç kızlığa adım attığım bir dönemde Türkiye'ye yerleÅŸtik. 60'lı yıllarda Türkiye'de yaÅŸayan çoÄŸu yabancı ailenin aksine, babam, o zamanların ‘‘yabancı kolonileri’’nde oturmak istemedi ve ‘‘Türkiye'de yaÅŸayacaksak, Türklerle beraber yaÅŸarız, Almanlarla deÄŸil’’ dedi. Böylece NiÅŸantaşı'nda sadece Türk komÅŸularımızın yaÅŸadığı bir apartmana yerleÅŸtik. Türkçe öğrendim, yazlarımı, o zamanlar yolu, elektriÄŸi, suyu olmayan Anadolu köylerinde geçirdim. Åžimdi de Afyon'da küçük bir ahÅŸap evim var. 15 yaşımdayken, ‘‘görücü usulüyle’’ Dr. Mehmet Özelsel'le tanıştırıldım. 19 yaşında liseden mezun olur olmaz evlendik ve üniversiteyi okumak için ABD'ye gittik. Üç harika çocuÄŸumuz oldu. Ama 26 yıllık evliliÄŸimizin ardından, Mehmet'le ayrılmaya karar verdik. Ben daha sonra Almanya'ya yerleÅŸtim ve burada ikinci evliliÄŸimi yaptım. Klinik psikolog olarak çalışıyorum, hastalarımın çoÄŸu Türk. Zorla örtünmeye de karşıyım, örtü yüzünden maÄŸduriyete de Ä°badet sırasında örtünmek gerektiÄŸini düşünüyorum. Ben Ä°ran ve Afganistan'da kadınların zorla örtünmesine karşı çıktığım kadar, Türkiye'de başörtüsüyle üniversiteye giremeyen kadınları da destekliyorum. Bence iki durum birbiriyle çeliÅŸmiyor. Dıştan görünen ÅŸekliyle yaÅŸamımda, yaÅŸadığım yerdeki 'edepli' kadınların çoÄŸu nasıl giyiniyorsa ona göre başımı örtüyorum ya da açıyorum. Ä°badet ederken de yalnız da olsam insanlarla beraber de olsam mutlaka başımı örtüyorum.ZÄ°KÄ°R SIRASINDA EROTÄ°K ÇAÄžRIÅžIMLARZikir sırasında cinsel hazza benzer duygular yaÅŸadığınızı söylüyorsunuz. Nasıl açıklıyorsunuz bunu?- BaÅŸlangıçta bu hislere bir anlam veremedim. Sadece böyle ÅŸeyler hissettiÄŸimi kabul ettim. Halvetten sonra DoÄŸu dinleri hakkında birçok kitap okudum ve 'Kundalini' kavramıyla tanıştım. Kundalini, insanda da mevcut olan yaradılış enerjisi, yani ilahi enerjidir. Maddi dünyada cinsellik, yeni bir hayat yaratan enerjidir. 'Kundalini,' harekete geçmemiÅŸ potansiyel haliyle, bütün varlıklarda mevcuttur, insan vücudunda omurganın en aÅŸağı noktasında 'kıvrılmış uyuyan bir yılan' ÅŸeklinde tanımlanabilir. Manevi nitelikli bazı egzersizler, bu enerjiyi 'uyandırır,' yani harekete geçirir. Harekete geçen 'Kundalini,' omurga boyunca yukarı tırmanır. Bu arada da 'kalbi' ve diÄŸer manevi-psikolojik duyu merkezlerini açar. Tasavvuf bir yandan da zikir, namaz, oruç, halvet ve sema gibi uygulamalarla 'kalbin aynasını parlatarak,' bu duyuların aÅŸamalı olarak açılmasını saÄŸlar. DoÄŸu dinlerine göre, 'Kundalini'nin uyanma' sürecinde (benim deneyimimde olduÄŸu gibi) cinsel olarak uyarılmaya benzeyen hisler duyulur, ancak buna cinsellik denilemez. DoÄŸulu yazarlar, tasavvuf ya da diÄŸer hakiki manevi yollarda yürüyenlerin, bu gerçeÄŸin farkında olmalarını, ancak bu konuda fazla konuÅŸmamalarını önerirler. Çünkü böyle bir deneyime sahip olmayan insanlar anlatılanları yanlış anlayabilir. Benim deneyimim ve tasavvuf edebiyatının erotik çaÄŸrışımlarla dolu olması, zihnimde bu fikri pekiÅŸtirdi. Kısa süre önce vefat eden tasavvuf uzmanı Anne Marie Schimmel bana, hayatı boyunca tasavvuf eserlerini incelediÄŸini, ancak tasavvuf eserlerinde rastladığı erotik çaÄŸrışımları, ancak benim kitabımı okuduktan sonra anlamlandırmaya baÅŸladığını söylemiÅŸti. Â
button