Alman psikolog Michaela Üsküdar’da 40 gün halvete girdi

Güncelleme Tarihi:

Alman psikolog Michaela Üsküdar’da 40 gün halvete girdi
Oluşturulma Tarihi: Şubat 08, 2003 23:54

Aman başlığı sakın yanlış anlamayın, bu halvetin şu bildiğimiz ‘‘halvet olmak’’la uzak yakın alakası yok. Zaten okuyunca göreceksiniz. Bir avuç hurma, bir torba dolusu elma, birkaç kitap, küçük bir elektrikli ısıtıcı ile Üsküdar'ın arka sokaklarındaki bir eve kapanıyor Alman psikolog ve terapist Michaela Mihriban Özelsel.

Öyle birkaç günlüğüne de değil, tam kırk gün. Arada kapıya bırakılan bir tas çorba ve küçük bir kase zeytin sayılmazsa eğer, öyle dış dünyayla kayda değer ilişkisi de yok. Ama 'içerden' bir başka mekanizma çalışıyor. Terapiyle hastalarının sorunlarına çare arayan Özelsel, intiharın eşiğinde adım attığı 'halvet' kapısından, kırk gün sonra bambaşka bir insan olarak çıkıyor. İçtiği suyla, yediği zeytinle, odaya hafif bir ılıklık veren elektrikli ısıtıcıyla, sokaktan gelen çocuk sesleriyle, yeryüzüyle ve gökyüzüyle, daha da önemlisi kendisiyle barışık bir insandır artık o. Kırk gün boyunca bol bol düşünmüş, bol bol ağlamış, bol bol kendisiyle hesaplaşmış ve bir bakıma, kalbine vurulan mührün kilidini kırmayı başarmıştır. Her anlamda Batılı bir bireyin bu içsel serüveninin, kişisel tarihinin satır aralarında kalmasını istemez Michaela. Kırk gün boyunca yaşadıklarını not ettiği günlüğü ‘‘Halvette Kırk Gün’’ başlığıyla Almanca ve İngilizle olarak yayımlar. Batılı bilim çevrelerinde büyük yankılar uyandıran bu önemli deneyim, şimdi Türkçe olarak okurun karşısında duruyor. Halen Almanya'da çalışan Michaela, internet aracılığıyla sorularımızı cevaplandırdı.

Halvete girmeye nasıl karar verdiniz? Bu deneyimden ne gibi beklentileriniz vardı?

- Çok ümitsiz olduğum bir zamanda karar verdim. Bir yıl kadar önce çok acı bir kayıp yaşamış ve intiharın eşiğine gelmiştim. Ancak ne kendi çabalarım, ne de Batı'daki modern psikoterapi yöntemleri hayata tekrar bağlanmamı sağlayamadı. Gündelik işlerimi sürdürebilsem de, sanki canlı rolü oynayan bir ceset gibi hissediyordum kendimi. O sıralarda katıldığım bir tasavvuf sohbetinde, biri çok eski bir ritüel olan halvetten söz etti. Bir anda içimde bunun tekrar hayata dönmek için bir şans olabileceği hissi uyandı. Ya kendimi sadece Allah'a vererek tekrar yaşamayı öğrenecek ya da halvetin zor koşullarına dayanamayıp ölecektim. Her iki ihtimali de kabul etmeye hazırdım.

Batılı mantığınıza nasıl kabul ettirdiniz bunu?

-Psikolog olarak kullandığımız yöntemler nevrotik vakalar veya fobi gibi sorunlarda işe yarıyordu. Zamanımızın önde gelen Batılı psikologlarının çoğu da bu gerçeğin farkındaydı. Bunlar arasında, Ken Wilber gibi, tasavvufu psikoterapi yöntemleri arasında birinci sıraya oturtanlar da var.

Sufizmi, bir tür psikoloji olarak değerlendiriyor ve Batı psikolojisinden daha eski olduğunu savunuyorsunuz...

- Burada nefsin gelişim sisteminden bahsediyorum. İnsanın psikolojik olgunlaşma süreci hakkında Freud ve Erik Erickson'un çok daha yeni ve nispeten daha üstünkörü modellerinden, daha kapsamlı ve ileri düzeyde bir bakış açısıdır. Ayrıca, Freud'un sunduklarının çok daha ötesine geçtikleri için Batı dünyasında ‘‘modern’’ kabul edilirler. Ne var ki, Türk üniversiteleri, bu çok zengin psikoloji/psikoterapi mirasının üzerine eğilmek yerine, Freud'un öğretileriyle ilgilenmeyi tercih ediyor.

KURBAN KESİMİNDEN RAHATSIZ OLMUYORUM

Halvete girmeden önce bir kurban töreni gerçekleşiyor ve siz, ‘‘Batılı bir bilim insanı olarak bu akaik gelenekler ve törende ne işim vardı’’ diyorsunuz. Sahi ne işiniz vardı?

- Başlangıçta kurban törenini çok yadırgadım. Ancak İslam'a duyduğum güven, bu hissin üstesinden gelmeme yardım etti. Kurban töreninde benim henüz sınırlı olan anlayışımı aşan bir hikmet olduğunu düşündüm. O güne kadar kurban bayramında koyun kestirmek yerine, parasını vererek yükümlülüğümü yerine getirmeyi tercih etmiştim. Halvetten sonra, çeşitli kültürlerdeki antropolojik araştırmaları içeren birçok kitap okudum. Artık İslam'a uygun koşullarda yapılan kurban kesiminin gerekli bir şey olduğuna inanıyorum ve kurbandan rahatsız olmuyorum.

Halvet bir tür terapi mi sizce?

- Evet, bunu birçok Müslüman olmayan Alman hastamda uyguladım. Sonuçlar çok iyiydi. Meslektaşlarım, halvetin hapishanelerdeki hastalarda da faydalı sonuçlar verebileceğini söylüyorlar. Ancak şu haliyle Alman kanunları bir pilot çalışmaya izin vermiyor.

Halvetin beyin yıkamak için bire bir olduğunu belirtiyorsunuz. Beyin yıkamak, sağlıklı bir şey olarak değerlendirilebilir mi?

- Beyin yıkama yöntemi, tıpkı bıçak kullanmaya benzer. Bıçak, ekmek keserken faydalı, adam öldürürken zararlıdır. Beyin yıkamayı da, kimin hangi şartlarda ne amaçla yaptığı çok önemlidir. Beyin yıkama, zihni şartlanmalardan arındırarak, yeni önermelere açık hale getirmektir. Şayet şartlanmaları kişiyi sınırlandırıp engelliyorsa ve bunlardan kurtulmak kişinin daha geniş açılı, daha iyi seçenekleri benimsemesini sağlıyorsa, beyin yıkama kişiyi özgürleştirir. Halvet gönüllü olarak yapılan bir ibadettir. Allah'a yakınlaşmak isteyen kişi, böylesi bir beyin yıkamayı, Allah'a giden 'kestirme bir yol' olarak değerlendirecektir.

DERS KİTABI YAPILDI

Halvetten çıktığınızda hissettiğiniz en somut değişim neydi? Modern dünyaya uyum sağlamakta herhangi bir güçlük çektiniz mi?

- ‘‘Her şey Allah'tan gelir’’ düşüncesiyle, ‘‘hayatı akışına bırakma’’ arzusu çok cazipti. Zaten tasavvufta inzivanın zamanla sınırlandırılmış olmasının sebebi, bu cazip arzuya uymayı engellemektir. Halvetten çıkınca, öncelikle aktif bir şekilde dünyevi işlerle ilgilenmeye zorladım kendimi.

Bu deneyim, Batılı meslekdaşlarınız tarafından nasıl değerlendirildi?

- ‘‘Halvette Kırk Gün,’’ manevi yolları takip edenlerin dikkatini çekmekle kalmadı, üniversitelerin karşılaştırmalı din bilimleri ve etno-psikoloji bölümlerinde ders kitabı olarak da okutuldu. İslam'a dair gazete başlıklarının genellikle sadece terörizmden bahsettiği bir dönemde, bu kitap birçoklarınca, Anne Marie Schimmel'in ifadesiyle, ‘‘İslam'a yeni bir bakış açısıyla yaklaşmaya giden kapı' olarak değerlendirildi. İnşallah öyledir.

Görücü usulüyle evlendi

1949'da Almanya'da doğdum. 13 yaşımdayken, babam Dr. Günther Jantzen, İstanbul'daki Alman İrtibat Bürosu'na başhekim olarak atandı. Genç kızlığa adım attığım bir dönemde Türkiye'ye yerleştik. 60'lı yıllarda Türkiye'de yaşayan çoğu yabancı ailenin aksine, babam, o zamanların ‘‘yabancı kolonileri’’nde oturmak istemedi ve ‘‘Türkiye'de yaşayacaksak, Türklerle beraber yaşarız, Almanlarla değil’’ dedi. Böylece Nişantaşı'nda sadece Türk komşularımızın yaşadığı bir apartmana yerleştik. Türkçe öğrendim, yazlarımı, o zamanlar yolu, elektriği, suyu olmayan Anadolu köylerinde geçirdim. Şimdi de Afyon'da küçük bir ahşap evim var. 15 yaşımdayken, ‘‘görücü usulüyle’’ Dr. Mehmet Özelsel'le tanıştırıldım. 19 yaşında liseden mezun olur olmaz evlendik ve üniversiteyi okumak için ABD'ye gittik. Üç harika çocuğumuz oldu. Ama 26 yıllık evliliğimizin ardından, Mehmet'le ayrılmaya karar verdik. Ben daha sonra Almanya'ya yerleştim ve burada ikinci evliliğimi yaptım. Klinik psikolog olarak çalışıyorum, hastalarımın çoğu Türk.

Zorla örtünmeye de karşıyım, örtü yüzünden mağduriyete de

İbadet sırasında örtünmek gerektiğini düşünüyorum. Ben İran ve Afganistan'da kadınların zorla örtünmesine karşı çıktığım kadar, Türkiye'de başörtüsüyle üniversiteye giremeyen kadınları da destekliyorum. Bence iki durum birbiriyle çelişmiyor. Dıştan görünen şekliyle yaşamımda, yaşadığım yerdeki 'edepli' kadınların çoğu nasıl giyiniyorsa ona göre başımı örtüyorum ya da açıyorum. İbadet ederken de yalnız da olsam insanlarla beraber de olsam mutlaka başımı örtüyorum.

ZİKİR SIRASINDA EROTİK ÇAĞRIŞIMLAR

Zikir sırasında cinsel hazza benzer duygular yaşadığınızı söylüyorsunuz. Nasıl açıklıyorsunuz bunu?

- Başlangıçta bu hislere bir anlam veremedim. Sadece böyle şeyler hissettiğimi kabul ettim. Halvetten sonra Doğu dinleri hakkında birçok kitap okudum ve 'Kundalini' kavramıyla tanıştım. Kundalini, insanda da mevcut olan yaradılış enerjisi, yani ilahi enerjidir. Maddi dünyada cinsellik, yeni bir hayat yaratan enerjidir. 'Kundalini,' harekete geçmemiş potansiyel haliyle, bütün varlıklarda mevcuttur, insan vücudunda omurganın en aşağı noktasında 'kıvrılmış uyuyan bir yılan' şeklinde tanımlanabilir. Manevi nitelikli bazı egzersizler, bu enerjiyi 'uyandırır,' yani harekete geçirir. Harekete geçen 'Kundalini,' omurga boyunca yukarı tırmanır. Bu arada da 'kalbi' ve diğer manevi-psikolojik duyu merkezlerini açar. Tasavvuf bir yandan da zikir, namaz, oruç, halvet ve sema gibi uygulamalarla 'kalbin aynasını parlatarak,' bu duyuların aşamalı olarak açılmasını sağlar. Doğu dinlerine göre, 'Kundalini'nin uyanma' sürecinde (benim deneyimimde olduğu gibi) cinsel olarak uyarılmaya benzeyen hisler duyulur, ancak buna cinsellik denilemez. Doğulu yazarlar, tasavvuf ya da diğer hakiki manevi yollarda yürüyenlerin, bu gerçeğin farkında olmalarını, ancak bu konuda fazla konuşmamalarını önerirler. Çünkü böyle bir deneyime sahip olmayan insanlar anlatılanları yanlış anlayabilir. Benim deneyimim ve tasavvuf edebiyatının erotik çağrışımlarla dolu olması, zihnimde bu fikri pekiştirdi. Kısa süre önce vefat eden tasavvuf uzmanı Anne Marie Schimmel bana, hayatı boyunca tasavvuf eserlerini incelediğini, ancak tasavvuf eserlerinde rastladığı erotik çağrışımları, ancak benim kitabımı okuduktan sonra anlamlandırmaya başladığını söylemişti.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!