Güncelleme Tarihi:
Vedat Türkali, Güven adlı romanında Türkiye Komünist Partisi'nin tarihini de anlattı
Bana ne TKP'den, ya da...
Vedat Türkali ile bir kaç ay önce Bodrum Gölköy'de tesadüfen aynı pansiyonda tatil yaparken tanıştığımızda, ‘‘Güven’’ romanını henüz bitirmişti. Kitap, yazarın daha önceki eserlerini de basan Epsilon Yayınevi'nden çıkacaktı. Sonra yayınevi kitabı yayımlamaktan vazgeçti. Söylenenlere göre yayıncı korkmuştu. ‘‘Güven’’, önümüzdeki ay Gendaş Yayınları'ndan çıkacak. Meraklıları, sürükleyici bir romana yedirilmiş TKP tarihini Vedat Türkali'nin kaleminden okuyacak.
Bu kitap için gösterilebilecek iki çeşit tepki var: Birincisi, bana ne TKP'den deyip işin içinden çıkmak. İkincisi bunun bir roman olduğunu unutmadan, TKP'nin içinden birinin tarihe ışık tutma çabasının heyecanını paylaşmak. Tamamen tercih meselesi. Bu yazıyı okuduktan sonra belki tercihinizi daha kolay yapabilirsiniz.
Vedat Türkali, dostlarının deyimiyle, adı romandan çok bir sigorta şirketine yakışan ‘‘Güven’’i yazmak için tam 10 sene Londra'da yaşadı. Romanı bitirebilmek için hayatla inatlaştığı gibi, kitabın adı konusunda da inatçı davrandı. Çünkü bu romanı adıyla sanıyla tasarladığında sene 1942 idi ve o Akşehir'de, dostu Yusuf Atılgan'la birlikte edebiyat öğretmenliği yapıyordu:
‘‘O zaman adı İtimat'tı. Türkçeleştirdim, ama tamamen vazgeçmem mümkün değildi, çünkü bir gönül bağım vardı. Bu romanı yazmak için romancı oldum diyebilirim. Ötekiler, mesela en bilinen romanım ‘‘Bir Gün Tek Başına’’ ya da ‘‘Mavi Karanlık’’ roman denemelerim gibiydi. Dört dörtlük bir iş yaptım savında değilim. Titizimdir, ama mükemmelliyetçiliğin de çıkmaz yol olduğunu bilirim.’’
Vedat Türkali, bugün seksen yaşında. Hayatı boyunca yaptığı işler; öğretmenliği, sinemacılığı, romancılığı, daha iyi bir devrimci olabilmek için edindiği uğraşlar. Ama hepsi de severek, gönlünü koyarak yaptığı işler.
1919 yılında Samsun'da doğduğunda, bir firmada müsdahtem olan babası, adını Abdülkadir koydu. Annesi küçükken ölünce, Abdülkadir'i üç ablası büyüttü. Yoksulluk içindeki ailenin tek umudu idi.
Daha okula başlamadan gittiği mahalle mektebinde eski yazıyı öğrendi, Kuran-ı Kerim'i hatmetti. Edebiyat anlatı heyecanı anne babasından dinlediği gaza kitaplarıyla başladı. İlkokulda, ablasından dinlediği romanları birbiri ardına okudu. Lisede adı ‘‘edebiyatçı’’ya çıkmıştı bile. Aşık oldu, şiirler döktürdü. Sınıf arkadaşına kızdı, taşlamalar yazdı. Tek hayali edebiyat öğretmeni olmaktı.
Türkoloji okumak üzere İstanbul'a gitmeden önce bütün hayatını yönlendirecek biriyle tanıştı: ‘‘Samsun'da TKP'nin il örgütü vardı. İlk defa oradan Mehmet Anter diye bir çocuk sokuldu bana. Proleterya, burjuvazi, kapitalist gibi sözleri, 17 yaşımda ilk ondan duydum. O zamana kadar coşkulu bir Kemalist'tim. Hatta bana bir korku geldi, acaba komünist mi oluyorum diye. İlk ateşi Mehmet'ten aldım, ama parti ile ilişkimi kuran Sefer Aytekin isimli bir ilkokul öğretmeni oldu. Hatta İstanbul'a üniversiteye gelirken bana bir veda yemeği yaptılar. Oradaki işçilerden biri bana takılmak için ‘Abdülkadir arkadaş bundan sonra burjuvazinin emrine girer artık,' dedi. Bir ağırıma gitti bu laf, ama hep de uyarı olarak kulağımda kaldı.’’
YERİN ALTI VE ÜSTÜ
Askeri öğrenci olarak Türkolojiyi bitirip edebiyat öğretmenliği yaptığı dönemde adı hálá Abdülkadir’di. Yerin üstünde öğretmenlik yapıyor, yerin altında ise TKP için çalışıyordu. 44, 45, 46 tevkifatlarından kurtuldu, ancak 51 yılında yakalandı, TKP üyeliğinden yargılandı ve yedi yıl hapiste kaldı: ‘‘Bazen düşünüyorum. Eğer yakalanmasaydım, ya da beraat etseydim, şimdi belki de emekli bir edebiyat öğretmeni olacaktım. İyi ki yakalanmışım diyorum.’’
Hapiste gençliğinden beri ilgi ile izlediği sinema hakkında okuma fırsatını bulur. Çıktıktan kısa bir süre sonra o zaman 19 yaşında olan Yılmaz Güney ile tanışır. Önce bir senaryonun diyologlarını yazar, sonra Ertem Göreç'in çektiği ‘‘Otobüs Yolcuları’’ filminin senaryosunu. Vedat Türkali adını işte bu günlerde alır:
‘‘Senaryoyu takma isimle göndermeye karar verdik. Vedat benim nefret ettiğim bir isimdir, Vedat Nedim Tör’’den dolayı. Adımı Vedat yaptık. Türkali'yi de sansür kurulunun hoşuna gitsin diye koyduk. O zamanlar sansür kurulu çok sıkı çalışıyordu. Vedat Türkali diye isim taktık bana, ama ölüyoruz gülmekten. Bu isim geldi lanet halkası gibi boynuma yapıştı. Sonra kendi adımla yazmak istedim ama kabul eden olmadı.''
Vedat Türkali, bu yılki İstanbul Film Festivali'nde, Türk Sineması'na politik sinemayı getirdiği gerekçesiyle ödüllendirildi. Yine Ertem Göreç'in çektiği ‘‘Karanlıkta Uyananlar’’ ilk sendika filmi olarak kayıtlara geçti.
İlk romanı 27 Mayıs'ı anlattığı ‘‘Bir Gün Tek Başına’’ idi. Onu 70'leri anlattığı ‘‘Mavi Karanlık’’ izledi. Bu iki roman çok ünlü oldu, ama o en çok ‘‘Yeşilçam Dedikleri Türkiye’’sini seviyor.
Neredeyse bütün ömrünü verdiği ‘‘Güven’’i yazmak için kendini 10 yıl başka bir ülkeye kapatmasının nedenini anlatıyor: ‘‘50 yıldır bu roman için belge topluyorum. Sadece Rusya'ya dört kez gidip geldim. Bir gün polis gelse onları alıp gitse bir daha da vermese ne yapacaktım? Doğrusu güvenemedim.’’
Vedat Türkali, bütün solcuların bir anlamda ‘‘takıntısı’’ haline gelen güven konusuyla yalnızca son romanında değil, bütün eserlerinde haşır neşir olmuş. Güvenilecek insan kimdir? İşte bu Vedat Türkali'nin sorusu.
Siz karar verebildiniz mi?