Güncelleme Tarihi:
Dini, öncelikle, onu temsil mevkiinde olan insanların beşeri zaaflarına, çıkarlarına ve bu çıkarları elde etmek için insannları kamplara bölmelerine karşı korumak gerekmektedir. Kuran, bu noktada zamanlar üstü ilkeyi şöyle koymaktadır: ‘‘Aldatan, sizi Allah ile aldatmasın!’’ (Fatır Suresi, 5).
Allah ile aldatma, yıkımı çok zor fark edilen ve faturası çok ağır olan bir aldatmadır. Çünkü insanın derinliklerine sokulur, onu yüreğinin en sıcak ve temiz yerinden yakalar.
Allah ile aldatmanın, başka bir deyişle, dinin ihtiras ve çıkarlara araç yapılmasının tahribine dikkat çeken Kuran beyanları çok ürperticidir. Sadece iki örnek vereceğim: Bakara Suresi, 213 ve Tevbe Suresi, 34.
‘‘İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda, insanlar arasında hükmetsinler diye, gerçeği taşıyan kitabı hak olarak indirdi. O kitapta anlaşmazlığa düşenler, o kitabın bizzat muhataplarından başkası değildi. Bunlar, kendilerine açık kanıtlar geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık-azgınlık-doymazlık yüzünden çekişmeye girdiler. Sonra Allah, kendi izniyle, insanları, üzerinde tartışmaya girdikleri gerçeğe tekrar ulaştırdı. Allah, dilediği kişiyi/dileyeni dosdoğru yola iletir.’’ (Bakara, 213).
‘‘Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını, uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü toplayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap muştula.’’ (Tevbe, 34).
Sadece bu iki ayet bile, dini temsil ve tebliğ durumunda olanların, o dini bir çekişme, didişme ve çıkar sağlama aracı haline nasıl getirdiklerini ifadede Kuran'ın açık ve sert tavrını görmeye yeter.
Dinin, mutluluk-barış ve esenlik aracı olmaktan çıkıp kavga, kin ve ıstırap aracına dönüşmesine sebep olan din temsilcilerinin durumunu anlatırken kullanılan omurga kelime dikkati çekicidir: ‘‘Bağy.’’ Zulüm, kıskançlık, doymazlık, haddini bilmemek, haklara tecavüz, azgınlık gibi anlamları olan bir kelimedir. Dinin yozlaşması ve insan aleyhine bir kuruma dönüşmesinin temelinde, Kuran'a göre, din temsilcileri arasında oluşan bu ‘‘bağy’’ yatmaktadır.
Kuran, işin bu noktaya gelmemesi için radikal tedbirler almaktadır. Bunlardan biri, din sınıfı ve din kıyafetine yer verilmemesi, ikincisi resmi mabede yer verilmemesi, üçüncüsü de yönetimde şûra ve beyat ilkelerinin esas alınmasıdır. Bu son kısmın anlamı, hiç kimsenin Allah'ın vekili veya temsilcisi sıfatıyla kitleleri yönetme hakkının olmadığı, yönetim erkinin arkasında kitlenin iradesinin, sosyal mukavelenin esas olduğudur. Peygamberlik bittiği için artık toplumları Allah adına yönetecek insanlar (Allah adına yönetim) devri de bitmiştir. Yönetim böylece bir ‘‘hak’’ olmaktan çıkarılıp bir ödev-emanet haline getirilmiştir. Bu emanet, yönetilecek kitle tarafından seçimle verilir ve yine o kitle tarafından geri alınır.
Göklerde ve yerdeki sırları araştırın!
De ki: ‘‘Göklerde ve yerde neler var/neler oluyor, bir bakın!’’ O ayetler ve uyarılar iman etmeyen bir toplumun hiçbir işine yaramaz.'' (Yunus 101. Ayrıca bk. Rahman 33; Zariyat 22).
Şunu hemen söylemeliyiz: İnsanlığı uzay araştırmalarına çağıran ve uzaydaki sırlara kayıtsız kalmayı bir tür imansızlık olarak gösteren, bu buyruktur. Ne yazık ki, bu buyruğun gereğini yerine getirenler, ‘‘Müslüman nüfus kâğıdı taşıyanlar’’ olmadı. Buyruk, deyim yerinde ise ‘‘nüfus kâğıtsız Müslümanlar’’ tarafından yerine getirildi. Diğer birçok Kuran buyruğunda olduğu gibi...
Uzayın sırlarını çözmek, Rahman 33'e göre ‘‘sültan’’ yani bilim, hikmet, kanıt ve kudretle mümkün olacaktır. Ve öyle olmuştur.
Zariyat 22'ye göre birçok sırrı, o arada rızkımızın özünü de barındıran uzay, aleyhimizdeki en büyük tehditlerin de alanı olacaktır: Uzay kirlenmesi, ozonun delinmesi, uzaydan kullanılan savaş silahları, yıldız savaşları, hava kirlenmesi ve nihayet uzaydaki dengelerin bozulması ile kopacak kıyamet: ‘‘Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de.’’
DERVİŞ ALİ:
Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen ve Türk hat sanatının en önemli isimlerinden olan Derviş Ali, Yeniçeri Aağalarından Hüseyin Ağa tarafından yetiştirildi. Sülüs ve nesih yazıyı Halid-i Erzurumu'den meşketti. Şeyh Hamdullah üslubunun en önemli temsilcilerinden olan sanatkâr 1673'te İstanbul'da vefat etti ve sur dışında defnedildi. Hattatın maharetini bütün özellikleriyle gösteren bu Mülk Suresi, hâlen Topkapı Sarayı Müzesi'nde muhafaza ediliyor.
Soru: Kader kavramını değerlendirir misiniz?
Cevap: Mutlak yaratıcılık, sınırsız âlemlere bir düzen koymak, hayat macerasını, tekâmülün seyrini planlayıp yönetmek bir tek kudretin elindedir. Esasen Allah'a iman, bir anlamda budur. Allah'ın mutlak hürriyet, kudret ve tasarrufunu zedeleyecek hiçbir tavrı benimseyemeyiz. Böyle bir şey yapıldığında yaratıcı ve yönlendirici kudret, yani son realite tartışma konusu haline gelir ki, böyle bir durumda ne din kavramı kalır ne de Allah kavramı bir anlam ifade eder.
Bu kapıyı açmamak, kader meselesinin en önemli noktasıdır. Bunun ifade ettiği anlam şudur: Kader, tabiat ve hayat kanunları anlamındadır; insan özgürlüğünün prangalanması anlamında değil.
Yaratıcı ve külli kudret, hür iradesiyle varlık ve oluşun seyrini ve hedeflerini geniş bir dairede tespit etmiştir. Bu, onun tekelindedir. Uluhiyet (Allah'lık) budur. İnsanın gücü ne olursa olsun, bu ona, ana daireye müdahale hakkı vermez. Yani insanın uluhiyete dokunması söz konusu olamaz.
Ancak, şunu unutmamak gerekir: Külli kudret, yine kendi hür iradesiyle o geniş dairenin içinde sonsuz imkân daireleri çizmiştir. Biz bunlardan hangisini seçersek Yaratıcı Kudret ona bağlı sistemleri çalıştırır.
Yani; seçim, teşebbüs ve istemek bizden, o seçime bağlı imkânları yaratmak ve işletmek Allah'tan.
Biz, sonsuz imkânları, istediğimiz şekilde kullanabiliriz. Ve ne yaparsak yapalım ana dairenin dışına çıkamayacağımızdan, bir tartışma açmak pratikte anlam ifade etmez. Çünkü biz kader konusunda ancak iş olup bittikten sonra konuşuyoruz. Fenomeni görünce ‘‘işte kaza ve kader buydu’’ diyoruz. O halde, Yaratıcı'nın önümüze açtığı imkânlar serisini en ideal ve en verimli biçimde kullanmak bizim görevimizdir. Geniş daireyi bahane ederek, onun içindeki sayısız küçük dairelerden ideal kompozisyonlar yapmayı ihmal edemeyiz.