Güncelleme Tarihi:
Le Monde gazetesi, ölümünün 50. yıldönümünde bir Stalin ilavesi verdi demiştim size, hatta bir alıntı da yapmıştım. Bir vakit bulup, bu 24 sayfalık ilaveyi satır satır okudum.
Le Monde’un eski yayın yönetmeni André Fontaine Yalta’yı anlatıyordu bir yazısında.
Neo-kolonyalizm başlıklı yazımda (13 Mart) Fransız Petrol Enstitüsü’nden Nathalie Alazard-Toux’nun “Bütün bu manevralar, 1.Dünya Savaşı ve sonrasını hatırlatıyor insana” sözlerini aktarmıştım ya, şu anda yaşamakta olduğumuz tarihi olaylar tabii ki 2.Dünya Savaşı sonrasını ve Dünya’nın süpergüçler arasında pay edilişini de hatırlatıyor bir o kadar.
Bakın neler diyor Fontaine:
* “Hitler sonrasını hazırlamak üzere”, 11 Şubat 1945 günü Yalta’da Franklin D.Roosevelt ve Winston Churchill’i ağırlayan Stalin’in, Batılı müttefiklerine en küçük bir taviz vermeye niyeti yoktu.
* Belki de psikolojik üstünlüğü ele geçirmek için, iki ay içinde ölecek kadar hasta ve halsiz olan ABD Başkanı’nın ta Yalta’ya kadar gelmesini istemişti. Roosevelt’in kendine olan saf güvenini kışkırtmak için de konferansa onun başkanlık etmesini istemişti.
* Roosevelt o günlerde “Stalin’in karakteri değişti son zamanlarda, sanki bir Hıristiyan centilmen gibi davranmaya başladı” diyecek kadar saf bir insandı.
* ABD Başkanı o günlerde müttefiklerini Birleşmiş Milletleri kurmaya ikna etmiş, bu uluslararası kuruluşun tepesine (BM’yi sıkı sıkı kontrol etmesini istediği) bir Güvenlik Konseyi oturtmayı düşünüyordu. Bu Konsey’e de, “polisler” adını verdiği 4 süper gücün girmesini istiyordu: ABD, İngiltere, SSCB ve Çin.
* Ancak “Amerikan askeri iki sene sonra Avrupa’dan çekilir, ben Kızıl Ordu ile karşı karşıya kalırım” diye korkan Churchill o kadar ısrar etti ki, Roosevelt, Fransa’nın da Güvenlik Konseyi’ne beşinci üye olarak girmesini kabul etti.
(Serdar’ın notu: Şimdi aynı Fransa, BM Güvenlik Konseyi’nin Daimi Üyesi sıfatıyla, ABD ve İngiltere’nin Irak’a taarruz kararına karşı çıkıyor, vetoyla tehdit ediyor. Bush ve Blair, Roosevelt ile Churchill’e hayır dualar okuyordur herhalde!)
* Bu arada ABD, Japonya ile başa çıkabilmek için Moskova’nın Tokyo’ya savaş açmasını istiyor, Stalin kıvırıyordu. (Stalin, bu desteğine karşı Asya-Pasifik’te bir sürü taviz kopardı. ABD-SSCB işbirliğinin bedelini de... ABD’nin desteğiyle komünistlerle savaşan milliyetçi Çinli lider Çankayşek ödedi. ABD, Çinli müttefikini hemen sattı tabii ki... Stalin de sözünü tuttu ve ... Hiroşima’dan 48 saat sonra Japonya’ya savaş açtı. İş işten geçtikten sonra ve tabii Uzakdoğu’da ABD’nin başına bela kesilerek.)
* André Fontaine diyor ki : Sanıldığının aksine süper devletler dünyayı Yalta Konferansı’nda paylaşmadılar. Stalin zirvede “Almanya’nın toprak bütünlüğünden yana” (!) olduğunu söyledi.
(Serdar’ın notu: Bu söz size bir şey hatırlatıyor mu?)
* Zaten üç liderin Yalta’da toplandığı tarihte, Kızıl Ordu Doğu Avrupa’da birçok bölgeyi ele geçirmişti bile. Almanya’nın bile büyük bir bölümü Stalin’in elindeydi. ABD ve İngiltere’nin bunun için Rusya ile savaşacak hali yoktu tabii ki. Zaten, Churchill, aralarında “Oncle Joe” (Joe Amca) dedikleri Stalin’le gizlice anlaşmıştı bile : Stalin, Churchill’in Yunan komünistleri ezmesine göz yumacak, buna karşılık İngiltere de Bulgaristan ve Romanya’da Stalin’in işine karışmayacaktı. Bu arada, Fontaine’in dediğine göre, Churchill, Yugoslavya ve Macaristan için “Stalin’le halı pazarlığı” yapıyordu. (Tabir Fontaine’in.)
* Çekoslovakya’nın durumu da Yalta’da konuşulmadı. General Eisenhower ordularını Prag’a girmeden durdurunca, Çekolsovakya’yı “kurtarmak” da (isyan eden Çek komünistlerinin yardımına koşan) Kızıl Ordu’ya nasip oldu.
* Buna karşılık, Yalta’da Polonya’nın durumu uzun uzun konuşuldu. O tarihte Polonya’da iki ayrı hükümet vardı. Birincisi, Naziler’in kovduğu, legal hükümet, Londra’da sürgündeydi. İkincisi Kızıl Ordu’nun “kurtardığı” Lubin kentinde, Stalin’in kurdurduğu hükümet. Roosevelt ve Churchill, “iktidarı Londra’daki meşru hükümetle paylaşma” sözü veren (ve tabii ki tutmayan) Rus destekli bu ikinci hükümeti tanıdı. 18 ay sonra Polonya komünistlerin eline geçmişti bile. ABD ve İngiltere bu komünist darbesini, Potsdam Zirvesi’nde “geçici (!) olarak” tanıyacaktı.
* Yalta Konferansı büyük bir zafer havasıyla bitti. Hitler’in artık sonu gelmiş, ABD-İngiltere ve SSCB arasındaki “Büyük İşbirliği” savaş sonrası barış günlerinin en büyük güvencesi olacaktı. Zirveden en kârlı çıkan Stalin’di. Hitler’le yaptığı işbirliği, milyonlarca Rus’u katletmesi, herşey unutulmuş, Naziler’e karşı zaferin galibi oluvermişti.
* Yalta dönüşü yılların tecrübeli diplomatı, politikacısı ve savaş önderi W.Churchill bakın ne diyecekti: “Hayatımda Rus Hükümeti kadar, kendisi zarar görecek bile olsa, verdiği söze sadık bir başka hükümet görmedim!”
* Churchill bunları söylerken, Stalin, mesela Romanya’da kralı devirip, yerine bir Rus kuklasını oturtmaktaydı.
* Zaten, Churchill de bu sözlerinden çok değil birkaç ay sonra, ABD’nin yeni başkanı Truman’a yazdığı mektupta (12 Mayıs) “Yalta’da verilen sözlerin hiç biri tutulmadı, yaptıklarımızın hepsi yıkıldı” diyecek ve (tarihe geçecek olan) “Doğu Avrupa ülkelerini hapseden demirperde” ifadesini kullanacaktı.
*
Serdar’ın notu-1 : Roosevelt ve Churchill, (dünyanın dörtte birini, 70-80 sene esir olarak yaşatacak, milyonlarla insanın işkenceyle, toplama kamplarında ölmesine sebep olacak “küçük bir hata” yaparak) Stalin konusunda bu kadar temel bir yanılgıya düşerken (buna aptallık demek daha doğru olur), Ankara’da, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ABD ve İngiltere’yi çaresizce uyardığı, Ruslar girdiği toprakları asla boşaltmaz dediği bilinir.
Serdar’ın notu-2 : George W.Bush’un Franklin D.Roosevelt’ten, Tony Blair’in Winston Churchill’den daha (1) Bilgili (2) İleri görüşlü (3) Akıllı olması için bir sebep olmadığına göre, başımıza gelecekleri varın siz hesap edin artık!