Güncelleme Tarihi:
Bu bakımdan hayat bir tür sınavdır. Sınavda başarı öncelikle aklı etkin kullanmaya, iyi, güzel ve doğru olanı gerçekleştirmeye bağlıdır. Bu bakımdan insan olmak, sadece var olmaktan daha fazla bir şeydir. Yaratıcılığın zirvesini hiç kuşkusuz bilim ve sanat temsil eder. Ancak daha yukarıda değerler vardır; üretebildiğimiz ve içselleştirebildiğimiz değerler kadar değerli oluruz.
HER İNSAN ÖZGÜN BİR VARLIKTIR
Tanrı her insanı özgün bir varlık olarak yaratmıştır. Öyleyse her insanın yaratıcı yetileri de temelde kendine özgüdür. Her insanın, başka insanlardan daha önde olduğu yetileri mutlaka vardır. Örneğin musiki yetisi iyi olan bir kimse, bu alana yatırım yaparsa, daha az emekle daha büyük başarılar elde edebilir. Maalesef pek çok kimsenin doğuştan getirdiği üstün yetiler ya çok geç keşfedilmekte ya da hiç kimse farkında olmamaktadır. Aslında eğitimin işi, insandaki gizli yetileri açığa çıkararak, insanın kendini tanımasına, anlamasına ve yaratıcılığını etkin kılmasına katkı sağlamak değil mi?
Mutluluk ve mutsuzluğun yaratıcı etkinlik ile doğrudan ilgisi vardır. Yaratıcılığı engellenen insan hiçbir zaman mutlu olamaz. “İnsanın kendi güçlerini yaratıcı bir şekilde kullanma yeteneği onun güçlü olduğunu; kullanamaması ise güçsüzlüğünü gösterir. İnsan, akıl gücü ile olayların içyüzünü kavrayabilir ve özünü anlayabilir. Sevme gücü ile bir insanı ötekinden ayıran duvarı aşabilir. Hayal gücü ile henüz var olmayan şeyleri gözünün önünde canlandırabilir; planlar kurabilir ve böylece yaratmaya başlar” (E. Fromm, Erdem ve Mutluluk, 110).
YARATICILIK ENGELLENİRSE YIKIM GELİR
Yaratıcığın engellenmesi insanoğlunun bir takım yıkıcı duygulara, hatta şiddet ve teröre yönelmesine yol açabilir. Evrensel yaratma sürecine katkı yapamayanlar onu önlemeye çalışırlar. Yapabilecekleri ise yakmak, yıkmak, yok etmek ve öldürmek olur. Küresel boyut kazanan şiddet ve terörün yaratıcılıkla irtibatı iyi irdelenmelidir. Engellenme duygusu sağlıklı düşünmeyi, doğru kararlar almayı güçleştirir. Yaratıcılığın engellendiği şeklindeki algı, bireysel ve toplumsal planda öfke birikmesinin en mühim sebeplerinden biridir.
Yaratıcı etkinlik, daima güvenli ve takdir yetisinin toplumsal boyut kazandığı ortamlar arar. Bir başka ifadeyle, güvenin, huzurun olmadığı; yaratıcılığın fark edilmediği yerlerde yaratıcılıkla ilgili süreçler sağlıklı bir şekilde işleyemez. Hayatın anlamı, insanın yaratıcı yetilerinde gizlidir.
Bireysel ve toplumsal planda gelişmişlik dediğimiz şey, doğrudan yaratıcılıkla ilgili değil mi? Mevcut sosyal yapımız, yaratıcılığı engellemiyor mu? Toplum olarak, yaratıcılığın anlam ve öneminin farkında mıyız? Yaratıcılık, sınır tanımaz, fark edileceği, takdir göreceği yerlere kaçar. Takdir edebilmek ise, hiç kuşkusuz belirli bir düzey ister. Kuran, yapılan her iyi işin, kat kat fazlasıyla değerlendirileceğini belirtir.
KİM ZERRE KADAR İYİLİK YAPMIŞSA ONU GÖRÜR
ALLAH ile insanın, fiiller konusundaki rollerinin ne olduğu, tarih boyunca hep tartışılagelmiştir. Yapılan eylemin “Allah’a mı, yoksa insana mı” ait olduğunun cevabı aranmıştır. Fiiller, Allah’a ait ise insanın sorumluluğunun nasıl izah edileceği, insana ait ise bu kez Allah’ın mutlak hâkimiyetinin ne şekilde ele alınacağı gibi sorular, yanıtlanmayı bekleyen en kritik sorulardır. İslam düşünce geleneğinde yer bulan birçok mezhep ya da dini akım, konuya ilişkin Kuran-ı Kerim ayetlerini kendi anlayışları perspektifinden okuma ve yorumlama eğilimindedir.
Prof. Dr. Osman Aydınlı Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı (Mısır’da Sufi’lerin gösterisi... Fotoğraf: Khaled ELFIQI / EPA)
İNSANIN ÖZGÜNLÜĞÜ
Mutezile ekolü, insanın özgür iradesine merkezi bir rol tahsis etti. Ekol, Allah’ın insana verdiği akıl, irade ve istitaa/potansiyel güç ile kendi fiilini yaratabileceğini savundu. Kuran’daki, “Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür” (Şura, 42/30) ayeti ve benzeri dini metinler temel alınarak insanın sorumluluklarından söz edildi. Bu yaklaşım, karşıtlarınca Allah’ın iradesine karşı yeni bir irade yaratımı olarak sunuldu. Oysa ekol, insanın özgür bir varlık oluşunu, ‘Yaratıcı’sının kudretine bir meydan okuma olarak değerlendirmedi. Ekol, konuyu Allah’tan bağımsız bir şekilde ele almıyordu. Onlara göre Allah, insanoğluna geniş bir kontrol alanı tanımıştır. Bu alan içerisinde, insana istediği gibi hareket edebilme imkânı sağlamıştır. Bu imkânlar ve yetki, iyi kullanıldığında insanı özgünlüğe ulaştıracaktır.
ÖZGÜRLÜK NE GETİRİR
Allah insana akıl, özgür irade ve istediği eylemi gerçekleştirebilme gücü vermiştir. İnsanın bu niteliklere sahip olması, yapıp etmelerinden sorumlu olmasını gerekli kılmıştır. Çünkü her değerli şeyin bir bedeli vardır. Akla, bilgiye ve özgür iradeye sahip oluşun bedeli de insanın, bir var oluşu gerçekleştirme mücadelesinde bulunması ve sorumluluk üstlenmesidir. Özgürlük beraberinde insana, kendi kaderini belirlemeyi ve yaptıklarından sorumlu olmayı getirir. Allah Kuran’da, insanın bütün yaptıklarından sorumlu olduğunu bildirir: “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzal, 99/7-8) Mu’tezile insanın iyi ve kötü eylemleri sebebiyle ceza ve sevap görmesi gerektiğini ısrarla savunur. Onlara göre bu karşılık, Allah’ın adaletinin gerçekleşmesinin bir sonucudur.
AHLAKİ ENERJİ
İnsan, -bazı nitelikleri sebebiyle- kendi varlığının ayrımına varabilen tek varlıktır. İnsan, yaratılış amacını, evrendeki konumunu ve hayatın anlamını belirleme gayretindedir. Özgürlüğünü, yeteneklerini ve gücünü iyi kullanması halinde, dünyaya geliş amacını en iyi şekilde gerçekleştirebilir. İnsan, Allah’ın rızasını gözeterek ahenk ve düzeni bozulan yeryüzünde, din, bilim, ahlak, siyaset ve sanat gibi birçok alanda üretken ve yapıcı bir rol üstlenmelidir. Çünkü Kuran’ın temel amacı, insanın ahlaki enerjisini serbest bırakmak ve onun en üst düzeye çıkmasını sağlamaktır. Böylece insanın ve içinde yaşadığı dünyanın dinamik bir yapıya kavuşması mümkün olacaktır.
KURAN’DAN DUALAR
GÖKTEN BİR SOFRA İNDİR: Hz. İsa Şöyle dua etti: “Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir; bu sofra bizden öncekilere de, sonrakilere bir bayram, bir sevinç kaynağı ve senin varlığına delalet eden bir işaret olsun. Bizi o sofradan rızıklandır, çünkü rızık verenlerin en hayırlısı Sensin.” (MAİDE/114).
Cenazesini Hz. Ali yıkadı
HZ. PEYGAMBER’in (s.a.s), cenazesini Hz. Ali yıkadı. Hz. Abbas, onun oğulları Fazl ve Kusem ile Üsame b. Zeyd, Hz. Ali’ye yardımcı oldular. Salı günü öğleye doğru yıkanıp kefenleme işi tamamlandıktan sonra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) cenazesi evinde bulunan sedirin üzerine konuldu. Müslümanlar grup grup odanın alabileceği kadar sayıda, önce erkekler, sonra hanımlar ve daha sonra da çocuklar içeriye girerek imamsız olarak cenaze namazı kıldılar. Bu arada defnedileceği yer hususunda ihtilaf çıktı. Hz. Ebubekir, “Bir defasında ‘Ruhu kabzedilen her Peygamber ancak öldüğü yere defnedilmiştir‘ buyurduğunu işitmiştim” diyerek meseleyi halletti ve O’nun, vefat ettiği yer olan Hz. Ayşe’nin odasına defnedilmesine karar verildi. Mezarı Ebu Talha el-Ensari (Zeyd b. Sehl) kazdı. Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettiği günün ertesi, yani salı günü defnedildi. (Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı/ Dini Soruları Cevaplandırma Platformu)
Yaşlılara oruçlu olduklarını hatırlatmayın
UNUTARAK yemek-içmek orucu bozmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.) konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur; “Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutup da yediği ve içtiği zaman, orucunu (bozmayıp) tamamlasın! Çünkü o oruçluya ancak Allah yedirmiş ve içirmiştir.” (Buhârî, Savm, 26) Oruçlu olduğunu unutarak yiyip-içen kişi, yaşlı, hasta, zayıf ve oruç tutmaya kuvvet getiremeyecek durumdaysa onu gören kişi oruçlu olduğunu hatırlatmamalı, oruç tutmaya kudret getirebilecek durumdaysa hatırlatmalıdır (Şürünbülâlî, Merâkı’l-felâh, 256).
(Din İşleri Yüksek Kurulu/ Temmuz 2014 Yayını)
Tahriflerden de biz koruyacağız
HİCR SURESİ: Başlıca tema “Allah’ın yaratma etkinliğinin ya da vasfının açık delil ve alametleriyle izharı ve Allah tarafından vahiy yoluyla, özellikle 9’uncu ayetle bildirildiği üzere, bütün çağlar için tahrifata karşı korunacağı duyurulan Kuran’ın vahyi yoluyla insana bahşedilen hidayet olgusudur.” (Esed, 513). Sure adını 80’inci ayette geçen, Arabistan’ın bir bölgesi olan ‘Hicr’den almıştır. Hicr’in, “Taşlı/yasak bölge” anlamı da vardır. Surenin 9’uncu ayeti şöyledir: “Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu uyarıcı/hatırlatıcı mesajı, ayet ayet, Biz indirdik ve yine kimsenin kuşkusu olmasın ki, bütün tahriflerden onu yine Biz koruyacağız.”