Güncelleme Tarihi:
“ALLAH düşünenleri sever, değil mi anne” yedi yaşındaki bir çocuğun sorusuydu bu. Sürekli soran sorgulayan, anlamaya çalışan bir çocuk. “Allah ile ilgili soru sorarsan günaha giresin” demişti arkadaşı. “Günaha girmek” ne demekti, kötü bir şey mi yapmıştı, düşünmek kötü bir şey miydi? Allah sadece büyüklerin, yetişkinlerin mi düşünmesini, sorgulamasını, akıl yürütmesini istiyordu? “Bir çocuk olarak Allah’ı anlamaya çalışmak kötü bir şey mi? Onu anlamazsam nasıl tanıyacağım? Nasıl seveceğim?” diye soruyordu peşi sıra.
Yaratıcıyı bulma ve anlama çabası
? Çocuklara Allah’ı anlatma veya tanıtmanın gerekliliğinin bir özeti adeta bu sorular. Çocuklar, kendi kapasiteleri içerisinde Allah’ı tanımaya ve anlamaya çalışmaktadırlar. Aslında fıtratlarının bir gereği olarak yaratıcıyı bulmaya ve anlamaya çalışmaktadırlar. Bu süreç içerisinde farklı sorular sormakta ve sorgulamalarını sürdürmektedirler. Bu dönem, aynı zamanda birer eğitimci olan anne ve babaların çok iyi yönetmesi gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç zarfında doğru yönlendirilemeyen veya doğru bilgilerle beslenemeyen çocuklar, ileriki dönemlerinde Tanrı ve din ile olan ilişkilerini iyi yönetememektedirler.
Yetişkinler nasıl davranmalı?
? Çocukların Tanrı ile buluşmalarına imkân tanıyan O’nun hakkında soru sorma haklarını, “Günah!’”, “Allah yakar!” gibi söylemlerle ellerinden almaya hiçbirimizin hakkı yoktur. Birer yetişkin olarak yapmamız gerekenler vardır ve bunlar üzerinde düşünmemiz gerekir. Onların din, Allah, dünya, evren ile ilgili merak ve ilgilerini içeren bu dönemlerini iyi yönetmemiz ve kalıp yargılardan sıyrılarak onları yaratıcılarıyla buluşturmamız gerekmektedir. O halde yapılması gereken şey nedir? Çocukların soru sormalarına izin vermek hatta onlara soru sorma fırsatları ve ortamları yaratmaktır belki asıl olan. Soru soran çocuk, düşünüyordur, anlamaya çalışıyordur, bir ihtiyacı vardır ve bu ihtiyacını gidermek istiyordur. İnsanın fıtri olarak ihtiyaç duyduğu yaratıcıyı tanımak ve anlamak istemesinden daha doğal ne olabilir?
Ebeveynlere düşen görevler nedir?
? Yapılacak ilk şey doğru bilgi sahibi olmak ve çocuklarımıza da doğru bilgiler vermektir. Bir bakıma bu iki yönlü bir eğitimden ibarettir. Hem anne-baba eğitimi hem de çocuk eğitimi. Bilmeyen öğretemez ya da yanlış öğretir ilkesi gereği, bir anne-baba olarak ilk önce kendi bilgilerimizi tamamlama ve kendimizi yetiştirmekle işe başlamalıyız. Bir öğrenme ve öğretme sürecine dönüştürmeliyiz belki. Biz de onlarla birlikte soru sorarak anlamaya çalışmalıyız yaratıcımızı yeniden. Onun rahman sıfatına vurgu yapmalıyız, kahhar sıfatı yerine. Yaratıcıyla korkutmayı değil, onu sevdirerek tanıtmayı anlatmayı seçmeliyiz belki. Hiç soru sormayan çocuklarımız olmasın, soran sorgulayan, arayan, arama ve anlama ihtiyacı duyan çocuklar yetiştirelim. Onların soru sormasından korkmak yerine, belki sormamasından korkmalıyız. Bırakalım onları soru denizine açılsınlar ve tahkiki imanı o küçük dimağlarıyla bulmaya çalışsınlar.
Yrd. Doç. Dr.
Yıldız Kızılabdullah
Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı
Fikren diri olanları uyarması için
YASİN suresi: Mekke döneminin ortalarında nazil olmuştur, 83 ayettir. Sure adını, “Ey insan” anlamına gelen “Yasin” kelimesinden almıştır. Surenin ana teması öldükten sonra yeniden diriliştir. Bu sure, “Hemen hemen tümüyle insanın ahlaki sorumluluğu problemine ve dolayısıyla yeniden dirilmenin ve Allah’ın yargılamasının tartışılmazlığına tahsis olunmuştur”. (Esed, 895). Hz. Peygamber, ölüm döşeğinde olan kimselere, ahret hakkında hatırlatma anlamında okunmasını tavsiye etmiştir. “Biz o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. O’na verdiğimiz ancak bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. Aklen ve fikren diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kuran’ı indirdik. (69-70’inci ayetler)
Kuran’dan Dualar
De ki: “Ey mülkün/mutlak iktidarın sahibi olan Allah’ım! Sen dilediğine iktidar verir, dilediğinden de iktidarı çeker alırsın; dilediğini aziz eder, dilediğini zelil edersin; iyilik yalnız senin elindedir. Sen her şeye kadirsin. Sen geceyi kısaltarak gündüze, gündüzü de kısaltarak geceye katarsın; ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarırsın; dilediğine de hesapsız rızık ihsan edersin” (Al-i İmran/26-27)
Nikotin bandı oruç bozmaz
Kural olarak orucu bozan şeyler, vücuda normal yollarla giren maddeler ve cinsel ilişkidir. Vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem yeme, içme ve beslenme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz (Buhari, Savm, 24, 27; Müslim, Sıyam, 12; Tirmizi, Savm, 29, 31, 76). Bu açıdan sigarayı bırakmak isteyenlerin kullandığı nikotin bantları da orucu bozmaz. (Din İşleri Yüksek Kurulu 22. 09. 2005 Tarihli Karar)
Çalışmak ibadettir
ÇALIŞMAK, gündelik hayatta sık kullandığımız sözcüklerden birisidir. Anlamaya, öğrenmeye çalışırız. İşe geç kalmamaya, iş bulmaya, iş yapmaya, yaratıcı yetilerimizi etkin kullanmaya çalışırız. Çalışmak, özünde bilinçli bir eylemdir; bir şey yaratmak, oluşturmak, ortaya çıkarmak, öğrenmek ve yapmak için emek harcamak gibi anlamlara gelmektedir. İnsan ürünü olan makine ve aletin de işlerliği “çalışıyor” denilerek belirtilir. Çalışmak, sadece insana özgüdür; insan çalışır.
Çalışmanın, insan için varoluşsal bir boyutu vardır. İnsanın dışındaki varlıklar, hayatlarını programlandıkları şekilde sürdürürler. Kuşlar uçar, atlar koşar; yarasa, yönünü, çıkardığı sesin yankısıyla bir tür radar sistemiyle bulan, uçan, memeli bir kuştur. İnsanın dışındaki varlıklar, sadece biyolojik olarak vardır. Oysa insan, canlı olmaktan daha fazla bir şeydir. İnsan, insan olabilmek için çalışmak zorundadır. Çalışmanın en zor ve en çok gözden kaçırılan tarafı da işte burasıdır. İnsan olma boyutu, çoğu zaman, güç arayışının, zenginliğin, şan-şöhretin gölgesinde kaybolup gitmektedir. Oysa insanı insan yapan yüksek değerler, sanat, medeniyet hep bu insan olma boyutuyla ilgilidir.
İnsan, öncelikle hayatını sürdürebilmek için çalışır. Temel gereksinimlerimizi, çalışarak karşılayabiliriz. Onurumuzu koruyarak, hak ve sorumluluklarımızın bilincinde olarak yaşamak istiyorsak, daha fazla çalışmamız gerekir. İnsanın fıtratında iyi, güzel ve doğru olanı keşfetme ve gerçekleştirme eğilimi vardır. Tanrı’nın insana verdiği en büyük nimet akıl, hür irade ve yaratıcı yetilerdir. Bu nimetlerin hakkıyla kullanılması çalışmakla, emek harcayarak mümkün olabilir. İşin gerçeği, insanın en mutlu olduğu anlar, beşeri yaratıcılığın sonuçlarının ortaya çıktığı anlardır. Bir sanatçı, eserini gördüğü zaman mutlu olur, takdir edildiğinde daha büyük mutluluk duyar. Yaratıcılığın en büyük ilacı takdir edilmektir. İnsan hayatının anlamı insanın yaratıcı yetilerinde gizli olduğu için, çalışmak anlamlı bir hayatın ilk ve en mühim adımıdır.
Kişinin emeği karşısına konur
Kuran sıklıkla “iman eden ve salih amel işleyenlerin cennetlik olduğunu” (Secde, 19, Şura,22), hatta onların günahlarının affedileceğini söyler (Teğabun, 9). Çalışan, iyi işler yapan insan, yavaş yavaş her türlü kötülükten uzaklaşmaya başlar. “Dosdoğru” olmayı ve “adalet”i eylemlerinin odağına yerleştiren bir kimse, yaptığı her işi iyi yapar, haramdan uzak durur; her eylemi ile iyi insan olma yolunda bir adım daha ileri gider. Burada, Kur’an’ın dikkat çektiği, hem dünyada, hem de ahrette geçerli olan bir ilkeyi hatırlamakta fayda vardır: “İnsan için kendi emeğinin karşılığından başka hiçbir şey yoktur. Kişinin emeği mutlaka önüne konulacaktır.” (Necm, 39-40). Zerre kadar hayır işleyen de, zerre kadar kötülük yapan da, bir şekilde mutlaka karşılığını görecektir. Dünyada ve ahrette, mutluluğun da, başarının da sırrı çalışmaktır. Hayat sınavını kazanmak, emekle, çalışmakla mümkün olabilir. Cennete, sadece hak edenler gider.
ÖLÜMÜ VE HAYATI YARATAN O’DUR
Mülk suresinin 2. ayeti, “Hanginizin daha iyi, daha yararlı iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” ifadesiyle, hayat sınavı ile çalışma arasındaki irtibatı ortaya koymuştur. Bir buçuk milyar Müslüman’ın içinde bulundukları açmazları görebilmek için bilim ve teknolojide, üretimde, sanatta nerede olduğumuzu sorgulamak yetecektir. Beşeri yaratıcığın zirvesinde bilim, sanat ve spor vardır. Onurlu bir şekilde yaşamak ve özne olmak bu üç alanda evrensel ölçekte bir başarı yakalamakla mümkün olabilir. Çalışmadan mutlu olmak da, onurdan söz etmek de, cenneti hak etmek de ham hayalden başka bir şey olamaz. Çalışmak, gerçekten de ibadettir.
Prof. Dr.
Hasan ONAT