Güncelleme Tarihi:
1920’nin sonlarında, Batı Anadolu’daki Türk kuvvetlerinin Çerkez Ethem meselesiyle meşgul olmasından yararlanmak isteyen Yunan ordusu büyük bir taarruza hazırlanıyordu. Durum gerçekten son derece kritikti ve Türk ordusunun sadece silaha ve cephaneye değil, gelecekle ilgili ümitlerini canlı tutacak manevi desteğe de ihtiyacı vardı. Garp Cephesi kuzey kısmının kumandanı olarak bu ihtiyacı derinliğine hisseden Miralay İsmet Bey, Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u bu şartlarda ziyaret etmişti.
İsmet Bey’in ziyaretinden kısa bir süre sonra, devrin şairleri Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine. Maarif Vekâleti’nden” başlıklı bir yarışma duyurusu gördüler. Bu bir millî marş yarışmasıydı; şiirlerin Maarif Vekaleti’nce teşkil edilecek bir edebi kurul tarafından değerlendirileceği ve kazanan şaire beş yüz lira ödül verileceği bildiriliyordu.
Yarışmanın tek şartı, gönderilecek şiirlerin Millî Mücadele ruhunu ifade etmesiydi. Beste yarışması daha sonra açılacak ve bu yarışmayı kazanan besteciye de beş yüz lira verilecekti.
O sıralarda Dr. Rıza Nur’un yerine Maarif Vekilliği’ne getirilen Hamdullah Suphi’nin verdiği bilgiye göre, yarışma, millî marş yazabileceği tahmin edilen şairlere ayrıca birer mektupla bildirildi. Çok sayıda şair hemen kaleme sarılarak yazdıkları şiirleri Maarif Vekâleti’ne göndermeye başladılar. Kısa sürede 724 şiir geldi. Ne var ki Hamdullah Suphi Bey sonuçtan hiç memnun değildi, çünkü devrin tanınmış şairleri yarışmaya katılmamıştı ve gelen şiirlerin hiçbiri Millî Mücadele’nin ruhunu ifade edecek güçte değildi. Bu kupkuru manzumelerin hiçbiri millî marş olamazdı!
BAŞVURULAR BEĞENİLMEDİ, TEK ÇARE: MEHMET ÂKİF
Hamdullah Suphi Bey’e göre, millî marş olacak şiiri tek şair yazabilirdi: Âkif! Çünkü gerek Balkan Harbi’nde, gerekse Birinci Dünya Harbi’nde yaşananlar, en güçlü ifadesini onun mısralarında bulmuştu. Ne var ki, yarışmaya gönderilen eserler arasında onun imzasını taşıyan bir şiir yoktu.
Çanakkale’de muharebe alanlarını gezen edipler arasında yer alan ve bu geziden sonra yazılan şiirlerin seviyesini bilen Hamdullah Suphi, Âkif’in yarışmaya katılmaması halinde netice alınamayacağından emindi. Türk Ocakları’nın önderliğini yapmış Türk milliyetçisi bir şahsiyetin Mehmet Âkif gibi yakın zamanlara kadar ‘İslâm Birliği’ni savunmuş, üstelik ırken Arnavut olduğu bilinen bir şairden millî marş yazmasını istemesi hiç şüphesiz anlamlı ve kurucu kadronun müspetler hanesine kaydedilmesi gereken bir jesttir.
ÂKİF PARA ÖDÜLÜNDEN RAHATSIZ OLUNCA...
Ve bir gün Meclis’te Âkif’in yakın dostlarından Balıkesir Mebusu Hasan Basri Bey’le karşılaşan Hamdullah Suphi, hoşbeşten sonra söz yarışmadan açılınca, gönderilen şiirlerden hiçbirinin kendisini tatmin etmediğini söyledi ve Âkif’i marş yazma konusunda ikna edip edemeyeceğini sordu. Hasan Basri (Çantay), Âkif’in ödülden rahatsızlık duyduğunu, böyle bir millî görev için ödül konulmuş olmasını bir türlü kabul edemediğini söyleyince, Hamdullah Suphi “Bu kolayca halledilebilecek bir meseledir” dedi ve hemen orada Âkif’e hitâben kısa bir mektup yazdı. Bu mektupta, şaire istenen şiiri yazmasının ‘maksadın husulü için son çare’ olduğunu ve endişelerinin giderilmesi için ne gerekirse yapılacağını söylüyordu.
Hasan Basri Bey, Âkif’i İstiklal Marşı’nı yazmaya kendisinin ikna ettiğini, Hamdullah Suphi’nin mektubunu ise şaire marş yazılıp bittikten sonra gösterdiğini söyler.
Mehmed Âkif, beş yüz liralık ödül konusunda gerçekten çok duyarlıydı; en büyük korkusu para için yazdığının zannedilmesiydi. Hâlbuki İstiklal Marşı’nı yazdığı günlerde maddî bakımdan bir hayli sıkıntı çekiyordu.
İSTİKLAL MARŞI İÇİN DUVARI DEFTER YAPTI
Mehmed Âkif, Hasan Basri Bey tarafından ikna edildikten sonra Tâceddin Dergâhı’na kapanıp İstiklal Marşı’nı yazmaya başladı. Dostları onun evde, sokakta, camide, Meclis’te, uyurken, yürürken, yemek yerken âdeta bütün hücreleriyle İstiklal Marşı’nı düşündüğünü ve yazıp bitirinceye kadar tam bir istiğrak halini yaşadığını söylüyorlar. Hatta bir gece Tâceddin Dergâhı’nda uyanmış, kâğıt aramış, bulamayınca kurşun kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara marşın “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” mısrasını yazmıştı. Meclis’te bile, hararetli müzakereler yapılırken, o bütün dikkatini bitirmeye çalıştığı marşın mısralarına vererek çevresinde olup bitenlerden habersiz bir halde sürekli yazıyor, müzakereler bitince daldığı âlemden uyanıyordu.
Mehmed Âkif’in ‘kahraman ordumuza’ ithaf ettiği marş nihayet son şeklini aldı ve 7 Şubat 1921 tarihinde imzasız olarak Maarif Vekâleti’ne teslim edildi. Bu, yarışmaya katılan 725. şiirdi. Hamdullah Suphi’nin mektubundaki tarihle marşın teslim tarihinin birbirine yakınlığı, Âkif’in İstiklal Marşı’nı çoktan yazmaya başladığını ve o günlerde büyük ölçüde tamamladığını göstermektedir.
İstiklal Marşı 17 Şubat’ta Sebilürreşad ve Hâkimiyet-i Milliye’de, 21 Şubat’ta da Kastamonu’da çıkan Açık Söz gazetesinde yayımlandı. Âkif, Kastamonululara duyduğu sevgi ve saygı dolayısıyla İstiklal Marşı’nın kendi el yazısıyla bir nüshasını da oraya göndermişti.
Yarışmaya katılan şairler arasında Kâzım Karabekir Paşa, Muhiddin Baha (Pars), Kemaleddin Kâmi (Kamu), Hüseyin Suad (Yalçın) ve İshak Refet (Işıtman) gibi tanınmış isimler de vardı. Yedi yüz yirmi beş şiir arasından Âkif’inki de dâhil olmak üzere yedi şiir seçildi. Diğer altı şiir Hüseyin Suad, A.S., Kemaleddin Kâmi, İskender Hâki, M. ve Mehmet Muhsin imzalarını taşıyordu. Bu zayıf manzumeler, elenen yedi yüz civarında şiirin nitelikleri hakkında da açık bir fikir verebilir.
ÂKİF, MAHCUBİYETİNDEN İSTİKLAL MARŞI’NI DİNLEYEMEDİ
Ve 1 Mart 1921. Meclis’in ikinci toplantı dönemi. Bütün mebuslar yerlerini almış, localar da dinleyicilerle dolmuştu. Bu, bağımsızlık mücadelesinin tarihî günlerinden biriydi. Başkanlık kürsüsünde oturan Mustafa Kemal’in açış konuşmasından sonra, ikinci celsede, Ocak 1921’de İnönü’de kazandığı zaferle Yunan ileri harekâtını durduran ve bu başarısı dolayısıyla mirlivalığa terfi eden, yani artık ‘paşa’ olan İsmet Bey de bir konuşma yapmıştı. Bu, onun yeni unvanıyla Meclis’e ilk gelişiydi.
Ardından Karesi mebusu Hasan Basri Bey’le Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in İstiklal Marşı’yla ilgili olarak verdikleri önergeye geçildi. Görüşmeler sonunda encümen tarafından seçilen yedi şiirin bastırılarak mebuslara dağıtılması kararlaştırıldı.
Hamdullah Suphi Bey, bu görüşmeler sırasında kendisinin Mehmed Âkif Bey’in şiirini tercih ettiğini söylemiş ve büyük bir heyecanla okumuştu. İstiklal Marşı’nın mısraları Maarif Vekili’nin gür ve etkili sesinden yükselirken Meclis alkıştan çınlıyordu.
İstiklal Marşı’nın resmen kabulü 12 Mart 1921 tarihli oturumda gerçekleşti. Başkanlık kürsüsünde Dr. Abdülhak Adnan (Adıvar) Bey oturuyordu. Epeyce hararetli geçen tartışmalardan sonra, Kastamonu Mebusu Dr. Suad, Ertuğrul Mebusu Necib, Karesi Mebusu Hasan Basri, Ankara Mebusu Şemseddin, Bursa Mebusu Operatör Emin, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Isparta Mebusu İbrahim ve Kırşehir Mebusu Yahya Galib Bey’lerin, Mehmed Âkif’in yazdığı marşın kabul edilmesi yolundaki önergeleri oya sunularak büyük çoğunlukla kabul edildi. Görüşmeler bundan sonra şöyle cereyan etti:
Müfid Efendi (Kırşehir): Reis Bey, yalnız bir şey arz edeceğim. Hamdullah Suphi Bey’in bu marşı kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum.
Refik Bey (Konya): Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklal Marşı’nın ayakta okunmasını teklif ediyorum.
Reis Bey: Müsaade buyurunuz efendim. Hey’et-i muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabii resmî bir İstiklal Marşı olarak tanımıştır. Binâenaleyh ayakta dinlememiz icap eder. Buyurunuz efendiler.
Bütün mebuslar, Hamdullah Suphi’nin kürsüye gelerek heyecanla tekrar okuduğu İstiklal Marşı’nı derin ürpertiler içinde ve sürekli alkışlarla dinlediler.
Bu, Milli Mücadele’nin ruhunu eşsiz bir belâgatle ifade eden İstiklal Marşı’nın milli marş olarak ilk okunuşuydu. Fakat Âkif o sırada Meclis’te yoktu, çünkü görüşmeler başladığında mahcubiyetinden fazla kalamamış, bir gölge gibi çıkıp gitmişti.
İstiklal Marşı resmen kabul edildikten sonra, Tâceddin Dergâhı, Âkif’in dostlarıyla ve tebriğe gelenlerle dolup taştı. Koyu çaylar içildi ve koyu sohbetler yapıldı.
Mehmed Âkif, yarışma birincisine verilecek olan beş yüz lirayı almış fakat fakir Müslüman kadınlara ve çocuklara çeşitli işler öğreterek yoksulluklarına son vermek amacıyla kurulan Darülmesâî adlı derneğe bağışlamıştı. Onun ahlâkı bu parayı kendi ihtiyaçları için harcamaya izin veremezdi. Sadece ödülü değil, İstiklal Marşı’nı da Türk milletine armağan etti ve bunun için Safahat’ına almadı.
Kimse bir daha İstiklal Marşı yazamaz!
Birkaç gazeteci, ölümünden kısa bir süre önce Mehmed Âkif’i ziyarete gitti. Sohbet sırasında söz bir ara İstiklal Marşı’ndan açıldı ve bir vesile ile değiştirilip değiştirilemeyeceği konuşuldu. Âkif hasta yatağından heyecanla doğruldu, yanından hiç ayrılmayan genç dostu Âsım Şakir’in arkasına koyduğu yastığa yaslanmadan önce, Meclis’te kabul edildiği gün Tunalı Hilmi hariç herkesin ayakta dinlediği İstiklal Marşı’nı değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini söyledi. Bitkin bir halde yastığa yaslanırken “İstiklal Marşı bir daha yazılamaz” dedi. “Kimse bir daha İstiklal Marşı yazamaz, ben de yazamam!” Sonra derinden gelen bir sesle: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” dedi, sustu.
İSTİKLAL MARŞI’NA İTİRAZLAR
İstiklal Marşı’nın milli marş olarak kabul edildiği oturumda Kütahya mebusu Besim (Atalay) Bey tarafından gerçek bir milli marşın Fransızların Marseyez’i gibi kendiliğinden birdenbire doğması gerektiği, ısmarlama şiirlere memleketin verecek parası olmadığı ifade edildi. Besim Bey’i destekleyen Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey’e göre de bu marş, “Milletin ruhundan doğma bir marş” değildi. Hamdullah Suphi Bey, cevabî konuşmalarında Besim ve Tunalı Hilmi Beylerin fikirlerini katılmadığını ifade etmiş, ‘senelerden beri en yüksek ve ilahi bir belâgatle yazan’ Mehmed Âkif Bey’in bu konudaki hassasiyetini dile getirerek “Yazmaktan çekinmesi bazılarının hatırına para gelir diye korkmasındandır ve ona binaen yazmamıştır. Şu sözleri dikkat çekiciydi:“Bahusus ki arkadaşlar, ısmarlama sözü ve halkın tercüman olmaz sözü yanlıştır. Çünkü halkın mümessilleri olan sizlerin huzurunda okunan şiirin hey’et-i aliyyeniz üzerindeki azami tesirini kendimiz anlayacak olursak halkın kalbini de anlamış oluruz!”
HAMDULLAH SUPHİ’NİN AKİF’E MEKTUBU
5 Şubat 1337 (1921) Umûr-ı Maarif Vekili Hamdullah Suphi
ÖDÜNÇ PALTO
Mehmed Âkif’, Ankara’ya gittiğinde bir paltosu yoktu. Çok soğuk günlerde Meclis’e giderken paltosunu ödünç aldığı yakın dostu ve Neyzen Tevfik’in kardeşi Baytar Şefik Bey bir gün “Âkif Bey, şu ödülü reddetmeyip de bir palto alsaydınız daha iyi olmaz mıydı?” diyecek oldu. Eşref Edip diyor ki: “Hiddetinden ne hallere girdiğini görmeliydiniz. Böyle söylediği için tam iki ay Şefik’le konuşmadı.”