Güncelleme Tarihi:
12 Eylül darbesinde resmi verilere göre 650.000 kişi gözaltına alındı. 171'i cezaevlerinde işkence sonucu, yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti. Ankara'daki Mamak Cezaevi'nde dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost'un kızı Alaz Erdost ve Diyarbakır Cezaevi’nde yaklaşık 7 yıl boyunca işkence gören Abdurrahim Semavi, CNN Türk editörü Serdar Korucu'ya konuştu.
“Babam 7 Kasım 1980’de öldürüldüğünde ben 5,5 aylıktım” diyen Alaz Erdost, kendisinden iki yaş büyük ablasının babasıyla fotoğraflarının olduğunu söyledi ve o günlerle ilgili olarak “Fotoğraf çektirmeyi seven bir aile ama öyle bir dönemden geçiyorlar ki benimle fotoğraf çektirmeyi bile düşünememişler” ifadelerini kullandı.
Darbe döneminde babası İlhan Erdost ve amcası Muzaffer Erdost’un “yasak yayın bulundurmaktan” gözaltına alındığını söyleyen Alaz Erdost, “Benim babamın daha önce hiçbir tutuklanma ya da gözaltı kararı yoktu. O yayın da yasak değildi. O yayının yasak olmadığı daha önce de ortaya çıkmış ve bir tutanak da tutulmuştu” dedi.
Babası ve amcasının 7 Kasım’da bir askeri araca bindirildiğini, dört er ve bir astsubay tarafından ölümüne dövüldüğünü belirten Erdost, “Hatta babam ‘Küçük kızımı uyandırmaya kıyamadım öpmeden geldim, bizi dövdürmeyin’ diyor. Ancak astsubay ‘İçerisi sizin zehirlediklerinizle dolu’ diye yanıt veriyor. Babam ve amcam Marksist-Leninist klasikleri basan Sol ve Onur yayınlarının sahibiydi. Ben maliye okudum, okulda onların bastıklarını okul kitabı olarak okudum” diye konuştu.
Babasının, amcasının gözleri önünde dövülerek öldürüldüğünü söyleyen Alaz Erdost, ailenin haber alışını şöyle anlatıyor: “Anneme nasıl söyleyeceklerini bilemiyorlar. Herkes gözlerini kaçırıyor. Önce mide kanaması geçirdiğini söylüyorlar ama başka bir şey olduğu çok açık. Bir okurmuş gibi Cumhuriyet gazetesini arıyor ve Uğur Mumcu telefonu açtığında kendisini hiç tanıtmadan ‘İlhan Erdost ile ilgili bir haber duyuyoruz, doğru mu?’ deyince Uğur Mumcu ‘Evet, maalesef İlhan Erdost’u kaybettik’ diyor. Annem böyle öğreniyor.”
“Annemin acısı da, aşkı da, uzamış yası da çok büyük. 7-8 yaşlarındayken her sabah uyandığımda annemi salonda ağlarken bulurdum. Edip Akbayram’ın ‘Hasretinle Yandı Gönlüm’ şarkısını dinlerdi” diyen Erdost, kendisinin uzun zaman babasının trafik kazasında hayatını kaybettiğini düşündüğünü, yıllar sonra salonda kendisinin görmesi için bırakılan bir dergide işkenceyle öldürüldüğünü öğrendiğini aktardı.
Alaz Erdost, babasının eşyalarını ilk kez Utanç Müzesi’nde gördüğünü söyledi ve “Babamın ayakkabısının tekini gördüğümde aklıma Hrant Dink geldi” dedi. Erlerin birer piyon olduğunu düşündüğünü belirten Erdost, “Babamın davası AİHM’de. İç hukuk yolları tükendi. Mahkeme tutanağında zaman aşımına uğrama nedeni olarak ailenin ihmali gösteriliyor. Ben nasıl dava açmayı ihmal etmiş olabilirim ki?” dedi ve darbe dönemi komutanlarını koruyan geçici 15. maddenin 2010 yılında kaldırılmış olmasına rağmen bu süreçte zaten zaman aşımının yaşandığının altını çizdi.
Erdost, “Özür değil, yüzleşilsin istiyoruz ki yenileri olmasın, herkes babasına baba diyebilsin. Benim evim kitaplarla dolu. Evim kitap kokuyor. Ben evimin baba kokmasını isterdim. Babamın kitap kokmasını isterdim ama ben babamın bastığı kitapların kokusunu biliyorum. Babamın kokusunu bilmiyorum. Çünkü ben onu koklayamadan onu öldürdüler” dedi.
Mardin’in Nusaybin ilçesinde doğan ve darbe sırasında 16 yaşında olan Abdurrahim Semavi, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadıklarını anlattı. “Lise 2 öğrencisiydim. Okula gitmeye başladık. 3 Aralık’ta okula yaklaşık 400 civarında askerle operasyon yapılarak alındım” diyen Semavi ilk olarak Nusaybin Tank Taburu’nda tutulduğunu söyledi ve “Mardin’de 90 gün boyunca 90 yıllık ömre bedel bir işkence gördüm. Doğuda, güneydoğuda ve belki İç Anadolu’da yapılan işkencelerin doruğu yaşanıyordu” dedi.
Gözaltında nerede yemek yediğini ya da kime selam verdiğini söylemenin bile o kişilerin yakalanmasına neden olduğunu belirten Abdurrahim Semavi, “O 90 gün iradeyi korumak olağanüstü bir güç gerektiriyordu” diye konuştu.
Mardin’den 93 gün sonra Diyarbakır Cezaevi’ne sevk edildiğini aktaran Semavi, o günleri şöyle anlattı: “O dönem Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar geniş kitlelere yansımamıştı. 6 yıl, 7 ay 11 gün kaldım ama hep tutukluydum. Cezam kesinleşmemişti. Hücrelerde ilk tanıştığımız bir köpekti. Co isminde cezaevi iç emniyet amiri olan Esat Oktay Yıldıran’ındı. Köpeğe ya istendiği gibi tekmil verilmesi gerekiyordu ya da sizi tırmalardı ve kanı da yalardı.”
Abdurrahim Semavi, bir gün kendisine çikolata verileceği söylendiğinde onun yerine ağzına tıraş köpüğü sıkıldığını ifade etti ve “Banyo yapmak ister misin dediklerinde, bunun aşağıdaki foseptik çukuru olduğunu herkes biliyordu. Yemek yemek istersen fare ikram ederlerdi” dedi.
Hakkarili ve Türkçe bilmeyen 83 yaşındaki bir muhtarın marşları ezberleyemediği için şiddete maruz kaldığını söyleyen Semavi, “O yaşlı muhtarımız komalık oldu. Yaşlı amca daha sonra vefat etti” dedi.
O dönem görüşmede Kürtçe konuşmak yasak olduğundan dolayı babasının Türkçe bilmeyen annesine Nusaybin’den Diyarbakır’a gelene kadar “Oğlum nasılsın?” cümlesini öğretmeye çalıştığını belirten Abdurrahim Semavi, “Annem ‘Oğul nasıl?’ diyebildi ve yığıldı. ‘Bu benim oğlum değil, benim oğlumu getirin’ diye Kürtçe çığlık attı. O çığlıkla beraber tekmeleye tekmeleye uzaklaştırdılar” diye konuştu.
“Diyarbakır Cezaevi’nde en can alıcı şey çığlık duymaktır” diyen Semavi, Özal döneminde erken tahliye olduğunu söyledi ancak faili meçhule gitmemek için annesinin babasının cenazesine bile vasiyetlerinin de gereği olarak gidemediğinin altını çizdi.
“Allah bize cezaevinde hidayet nasip etti. Kur’an ile tanıştık” diyen Semavi, “Bugünkü Cumhurbaşkanımızdan özellikle Diyarbakır Askeri Cezaevi’nin onur müzesi haline dönüştürülmesi talebinde bulundum” ifadelerini kullandı.