Emel ARMUTÇU
Oluşturulma Tarihi: Haziran 08, 2002 20:54
Merkezi Almanya'da bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi ve Robinson Kulüp'ün, geçtiğimiz günlerde Antalya'da düzenlediği sempozyumun konusu, ‘‘Almanya'daki Türkler/Türkiye'deki Almanlar’’dı.
Merkezin Başkanı Faruk Şen, Türkler’in Almanya'da kalıcı hale geldiğini anlatırken Robinson Kulüp Türkiye-Almanya direktörü Dieter Schenk yakında Türkiye'ye yerleşen Almanların sayısının 70 bini bulacağını söyledi. Yani gördüğünüz gibi, artık sadece Almanya'daki Türkler değil, Türkiye'deki Almanlar ‘‘olgusu’’ da mevcut. Peki Türkler’in önemlice bir bölümü ‘‘kapağı’’ Avrupa'nın herhangi bir ülkesine atmak için can atarken, onlar niye diline, kültürüne, altyapısına, çöplerine, bürokrasisine hiç aşina olmadıkları bu ülkede yaşamayı seçiyorlar? Seçtiklerine seçeceklerine pişman mı oluyorlar, yoksa hayatlarından memnunlar mı? Bu yazı, -DHA Alanya muhabiri Sadi Nergisdal'ın katkılarıyla- Türkiye'de yaşayan her yaştan ‘‘birinci kuşak’’ Alman'ın hayatından kesitler sunuyor. 1979 yılında Alanya'da beş bin lira ödeyerek bir ev satın alan ve ilçenin tapu tarihine ‘‘ilk tapu sahibi yabancı’’ olarak geçen Jürgen Gfepersen'den, aslında küllerinin Toroslar'a serpilmesini vasiyet eden ama mevzuat hazretleri nedeniyle öldükten sonra Alanya'da bir mezar sahibi olmak zorunda kalan Erhard Bellin'e; Türkiye'de yaşayıp Rusça kitaplar yazan Georg Gebhard'a; ‘‘ben buralıyım, niye hálá turist muamelesi yapıyorsunuz’’ diye isyan eden Ute Brix'e...
Türkiye'de daha çok İstanbul, İzmir, Antalya gibi kentler ve çevrelerini tercih eden Almanlar'ın en yoğun olarak yaşadığı yer Alanya. Tatil sezonunun en az sekiz ay sürdüğü bu beldeyle 1950'li yıllarda tanışıyor, '80'li yıllardan sonra yerleşmeye başlıyorlar. Bugün Alanya'da ev sahibi olan Alman sayısı 6-7 bini civarında. Ancak hepsi yılın 12 ayını burada geçirmiyor; gidip geliyorlar. Alanya'da sürekli yaşayan 2 bin 500 yabancının büyük bölümünü Almanlar oluşturuyor. Alanya dışında, Antalya ve diğer beldelerinde yaşayan Alman sayısı 1600 civarında. İş ve arkadaş bağlantıları nedeniyle gidip gelenlerle birlikte bu sayı da 7-8 bini buluyor. Bir başka görüşe göre, Antalya bölgesinin tamamındaki Alman varlığı 20 binli rakamları aşmış durumda.
Ama bu rakamlar tahmini. Çünkü bugüne kadar istatistiki çalışma yapılmamış. Almanya'nın İstanbul'daki konsolosluğu ve Ankara'daki büyükelçiliği, ‘‘vatandaşlarımız ev aldıklarını ya da buraya yerleştiklerini bize bildirmek zorunda değil. Bu yüzden bu sayılar ve bilgiler bizde yok’’ diyor. Evet zorunluluk yok, ama bu ciddi toplumsal hareketlenmeyi ‘‘merak edip’’ araştıran da olmamış demek ki. Dolayısıyla biz de Yabancılar Şubesi, Tapu Müdürlüğü, Türk-Alman Dostluk Derneği gibi kurumların tahmini rakamlarını ve Robinson Kulüp Türkiye-Almanya direktörü Dieter Schenk'in öngörülerini aktarıyoruz şimdilik.
FARKIMIZ BİR M HARFİ
Bu yazıyı hazırlamak için görüştüğümüz Almanlar'ın hepsi, ‘‘Neden Türkiye?’’ sorusuna aynı klasik cevabı veriyor: ‘‘Sıcak hava, samimi insanlar, deniz, güneş, masmavi deniz, monoton olmayan hayat.’’ Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu da ‘‘Birarada olmaktan memnunuz. Zaten Almanya ve Alanya arasında ne fark var ki, sadece bir m harfi!’’ diyor. Ona göre Alanya'nın Türkiye'de turizmle ilk tanışan ilçe olması Almanlar’dan kaynaklanıyor. Bu karşılıklı bir ilişki oluyor; Almanlar geldikçe turizm artıyor, turizm arttıkça daha çok Alman geliyor. Ama olay, turizm ilişkisinin ötesine geçiyor, Almanlar yavaş yavaş ya da hızlı hızlı Alanya'ya yerleşmeye başlıyor. Ama bu sıcak hava, mavi gök, uzanan sahiller... Diğer sahil yerleşimlerinde de aynı koşullar olduğunu hatırlatınca Sipahioğlu açıklıyor: ‘‘Alanya'nın ticari hayatı özellikle orta Avrupalılar’ın tercihlerine göre gelişmiş. Şimdi burada İngilizler ağırlıklı olsaydı biz Bodrum gibi olurduk. Almanlar öyle çok fazla gürültü sevmez, istedikleri önce temizlik, daha rahat bir ortam, eğlenceyi de sokağı da gürültüsüz ve temiz severler. Bunları yüzde yüz bulabildiklerini söyleyemeyiz. Ama yine de en çok Alanya'da buluyorlar.’’
Açıkça söylemek gerekir ki Türkiye'de yerleşmeye karar veren Almanlar, genelde emekliler. Türk Alman Dostluk Derneği Alanya Şube Başkanı Fahri Yiğit bunu çok güzel özetliyor: ‘‘Bizim dernekte genç kız, genç erkek, 60 yaşından aşağı insan bulamazsınız. 55 yaşında biri varsa, o da malulen emeklidir! Genç olanlar daha çok Türkler’le evli olanlar.’’ Yani bir anlamda yaş ortalamasını yükseltiyorlar ama yükselttikleri tek şey bu değil, hayat standartlarını da etkiliyorlar. ’’
MEVLÜT OKUTAN DA VAR
İşte bu ‘‘çalışanlar’’ arasında Türk-Alman Dostluk Dernekleri (Hür-Türk) de var. Fahri Yiğit, ‘‘işimiz burada yaşayan ve dili Almanca olan insanlara yardım’’ diyor. ‘‘Ev alırken dikkat etmeleri gereken hususlardan faturalarını, vergilerini nasıl ödeyeceklerine kadar her konuda yardımcı olmaya çalışıyoruz. Sık sık belediye başkanını, kaymakamı, emniyet ve tapu müdürlerini çağırıp sorulu, cevaplı toplantılar yapıyoruz. Almanlar anlatıyor onlar dinliyor.’’ Derneğin Antalya Şubesi başkanı Ahmet Yıldız ve danışmanı Ferah Uysal da aynı şeyi söylüyor: ‘‘Bu insanlara ulaştıkça sorunlar çoğalıyor. Bu ülkeyi çok seviyorlar ama öyle çok dertleri de var ki. Biz de önümüzdeki günlerde bir panel düzenleyip bütün sorunları yetkililerin önünde ameliyat masasına yatıracağız,’’
Ama bu demek değil ki Türkiye'nin Almanlar'ı burada sadece sorun yaşıyor! Hayır, onların çoğu hayatın pek çok keyfini yaşayabildiği için burada.
Deniz, güneş, temiz hava, sporun yanısıra, insan ilişkileri, sosyal faaliyetler, sivil toplum girişimleri, protestolar, bir projenin peşinde koşmak, burada yaşlanmak, her birinin farklı bir nedeni var, Türkiye'yi seçmek, daha yakından tanımak ve sevmek için. Türk usulü ‘‘misafirlik yapan’’, hatta Mevlit okutan Almanlar var.
Mesela mimar Klaus Besirsky bir gün diyor ki Hür-Türk yöneticilerine, ‘‘sizin ne güzel gelenekleriniz vardı, Hıdrellez'i artık kutlamıyorsunuz!’’ Bu derneği harekete geçirmeye yetiyor, hemen bir organizasyon yapılıyor, sabahın üçünde Türkler ve Almanlar’dan oluşan bir grup falezlerde toplanıyor. Herkes şişelere dileklerini yazıp denize atıyor, güneşin doğuşu birlikte seyrediliyor. Gerçi Türkiye'yi çok iyi tanıyan Liselotte Tekin ‘‘Ben gül ağacının altına ev yapılır diye bilirdim, şişe hiç duymamıştım’’ diye hafifçe eleştiriyor ama olsun...
Buradaki yıldızları Düsseldorf'ta göremeyiz
Yıllardır, Alanya'da sırtını Toroslar'a vermiş, bahçesinde begonviller, palmiyeler, malta erikleri, turunçlar, bergamutlar, pek çok sebze ve zeytin ağaçları olan bir evde yaşıyorlar. Georg 73 yaşında, Elen'in ise ‘‘yaşı yok.’’ İkisi, makine mühendisi Georg Gebhard'ın işi nedeniyle ilk kez Türkiye'ye geldiklerinde yıl 1958'miş. Dünyanın pek çok ülkesini gezmiş, yaşamışlar ama Türkiye'de Alanya'yı gördükten sonra ki yıl 1972, her yıl gelmeye başlamışlar. ‘‘Geldikçe Alanya güzelleşti’’ diyorlar. 16 yıl önce de ev almaya karar vermişler. Yaşadıkları yeri, aşağıda deniz, Alanya Kalesi, arkada Toros dağlarıyla, bir cennete benzetiyorlar. Elen'in elleriyle yetiştirdiği zeytinler ve günlerce uğraşıp kuruttuğu turunç kabukları eşliğinde sohbet ederken, Düsseldorf-Alanya kombinasyonunun ‘‘şahane’’ olduğunu öğreniyoruz. Üç ay orada yaşıyorlar, üç ay burada. Üstelik üç oğullarından en büyüğüne bir de ‘‘Alanyalı gelin almışlar.’ Elen zeytinleri nasıl yapacağını da Alanyalı dünüründen öğrenmiş. Peki neden Alanya, sorusuna cevap şöyle geliyor: ‘‘Düsseldorf'ta bu güneş, bu sahil yok, bu kültür, misafirperverlik yok, üniversiteler var, bir sürü teknik okul var, monotonluk ve bol çalışma var’’ diyor Bay Gebhard. Gebhard'ı burada tutan bir de gökyüzünün berraklığı. Çünkü o bir astronomi meraklısı. Terasa kurduğu teleskobuyla her gece yıldızları gözlüyor. ‘‘O kadar net görünüyor ki. Bu gözlemi Düsseldorf'ta yapamazsınız işte!’’ diyor. Ha, bir de kitap yazıyor. Ama ne Türkçe, ne Almanca, Rusça yazıyor! Yalnız, dikkat. Yaşlı bir insanın hatıraları değil bunlar; genç bir insanın hayattan edindiği tecrübeler. Kitaplar doğal olarak Rusya'da satılıyor. Neden? Cevabı, ‘‘Çünkü Ruslar okuyan bir ulus.’’
Lotte Teyze'nin Türklüğü Almanlığını solladı
Liselotte Tekin (73)’in Türkiye'ye ilk ayak bastığı tarih 1952. Ondan birkaç yıl sonra Antalya'ya yerleşti. Kod adı ‘‘Lotte Teyze.’’ Türkiye'ye geliş hikayesi oldukça ilginç: 1952 ekim ayında, gencecik yaşında, kendisi gibi Alman olan eşiyle yola çıkar Almanya'dan. İran'a gidiyorlardır, ama bisikletle! Çünkü eşinin anlaştığı İran firması, yol masraflarını karşılamıyordur. Kapıkule'den içeri giren Nürnberg'li bu iki gencin kaderi, yolda Nürnberg plakalı bir araca rastlayınca değişir. Arabanın sahibi Ankara'daki meclis binasını yapan Rollingen firmasının şantiye şefidir. İran'a gittiklerini duyunca, Türkiye'yi överek onları vazgeçirir. Ankara'da ikisine de iş bulur. Çift İran'a hiç gitmez ama bir süre sonra yolları ayrılır, eşi başka bir Alman kadını tercih eder. Lotte, Rollingen'le İzmir'de de çalışır, sonra yolu Antalya'ya düşer. Orada bir Türk’le evlenir. İlk karşılaşmada gözüne bakar bakmaz aşık olduğu ve 20 yıl önce kaybettiği eşi Ahmet Nurettin Tekin, Alman milletini çok seven biridir, nerede bir Alman görse, tipik Türk davranışları gösterip, ‘‘Bu akşam yemeğe gel, benim eşim de Alman’’ deyip durur. Sonunda Lotte Tekin'i ‘‘Bıktım senin bu Almanlarından’’ diye kızdıracak kadar! Çünkü o kendini Türk gibi hissetmektedir artık; vatandaşlığa geçmiş, Müslümanlığı seçmiştir. Çeşitli firmalarda tercümanlık, en son da Robinson Kulüp’te genel müdür sekreterliği yapan Lotte Tekin, 1998'de SSK'dan emekli olur. Bugün Almanlar’dan şöyle sözeder: ‘‘Bunlar geliyorlar ev tutuyorlar kalıyorlar sürekli döviz getiriyorlar. İyi oluyor.’’
20 yıldır Türkiye'de yaşayan Mimar Klaus Besirsky
Bizim Türkler fazla beton seviyor
Onun Türkiye macerası, 1981'de ardı ardına gelen iki kalp kriziyle başlar. Almanya'da serbest mimarlık yapan Klaus Besirsky, uzun yıllar haftada yedi gün, sabah 7'den gece 12'ye kadar, yani çok çalışır. Sonra, 38 yaşındayken, anlar ki bazı şeyleri değiştirmek lazım! Bir uzmanlığı da arkeoloji olan Besirsky Türkiye'yi bilmektedir, turizm projelerine de meraklıdır. Kalkar Antalya'ya gelir. Tarih 22 Şubat 1982. Yani kışın ortası; gök masmavi, 28 derece hava sıcaklığı. Antalya'nın birkaç büyük otelinin yapımına imza atar ama asıl olarak çalışmaya değil, Almanya'da unuttuğu bir şeyi yapmaya, yaşamaya gelmiştir. Hálá mimarlık yapıyor, ama az. Daha çok Almanlar'ın fahri konsolosu. ‘‘Telefon faturası nereye yatar’’dan ‘‘usta nereden bulurum’’a kadar her işlerine koşuyor. Gerçi muavin konsolosluk kurulduğundan beri bir çoğunu oraya göndermeye başlamış ama konsolosluk binasının kimi tadilat işleri de onun üzerinde. Akşamları Lara Örnekköy'deki küçük bir barını ve önüne elleriyle yaptığı gizli bahçeyi açıyor; müşterilerinin yarısı Alman, yarısı Türk olan barına milattan önceki yıllarda Antalya'yı kuran Atalos'un adını vermiş. ‘‘Yeni vatanı, yeni şehrinin kurucusunu anmak için...’’ Gerçi Antalyalılar'ın ‘‘bu ne anlama geliyor?’’ sorusuna bozuluyor ama olsun. ‘‘Örnekköy'e geldiğimde hiç bina yoktu. Bir-iki otel o kadar. Bizim Türkler maalesef çok fazla beton seviyor. Neyse ki hálá yeterli yeşillik var’’ diyor. Neden Türkiye sorusunun cevabı ise şöyle: ‘‘Türkler çok daha açık. Almanya'da her şey resmi, tam doğru olmalı, burada ise Türkler nasıl yaparsa öyle oluyor. Almanya'da 1+1. Burada her soruya çok farklı cevaplar verilebiliyor. Benim hoşuma giden de bu.’’ Sevgilisi Nesrin Hanım Antalyalı, onun ilk eşinden iki kızı, onun da ilk eşinden iki kızı var. Şimdi iki oğlu olduğunu söylüyor, ‘‘hav hav’’ diyen, bir de kedisi, yeter! Sadece senede bir noel zamanları gidiyor Almanya'ya.
Kedisini pati izi olan pasaportla getirebildi
Klaus'un kedisini getirmek için nasıl bir prosedür var mı diye sorduğu Almanya'daki Türk yetkilileri ‘‘Şu şu belgeleri çıkaracaksın, yoksa Türkiye'ye sokamazsın’’ derler. Hatta biri ‘‘Niye götürüyorsun, sokaklarda yeterince kedi var’’ der. Bu Klaus'u çok kızdırır, ‘‘Ben çocukları götürmek istesem, orada sokaklarda çok çocuk var mı diyeceksiniz?’’ der. Tüm evrakları hazırlar, Kapukule'ye gelirler. Belgeleri uzatır: Üç pasaport. Gümrük memuru arabada üçüncü kişinin olmadığını söyleyince, kediyi gösterir. Evrağa bakan memur, kedinin fotoğrafıyla birlikte bir de pati izini görünce kahkahayı basar. Hatta arkadaşlarını çağırır, hep birlikte yerlere yatarlar.
Emlak yasanızı değiştirin daha çok para kazanın
Rene Herboth 38 yaşında. Alanya'daki Albeni Emlak'ın sahibi. Hikayesini şöyle anlatıyor: ‘‘1996'da tatil için gelmiştim Alanya'ya, bitmemiş inşaatları, eksikleri, yanlışları gördüm. Kendi kendime sordum, niye doğru dürüst yapmıyorlar diye. Bir de üstüne dolandırıldım. Çok kızmıştım, Almanya'ya döndüm, Türkiye'yi sevmiyorum dedim, ama çalışmayı ve problemleri seviyorum ben, burada yapılması gerekenler geri getirdi beni. Şirketimin adı niye Albeni? Kızıp buradan giderken param kalmamıştı, iki Albeni aldım, hani şu küçük gofretlerden, son paramla neredeyse. Birini de hediye verdiler. Bu hayatımda aldığım ilk hediyeydi. Babasız büyümüş tek çocuğum ben.’’ Rene Herboth Alanya'yı dünyaya tanıtma konusunda en çok çalışanlardan biri. ‘‘müşteri sana gelmiyorsa, sen müşteriye gideceksin’’ mantığıyla fuar fuar geziyor ama açtığı standlarda genellike Alanya yazıyor! Web sitesinde sürekli Alanya ve oradaki yaşamla ilgili bilgiler veriyor (www.albeni.de) Aynı zamanda Alanya'da yaşayan Almanlar için yan hizmetleri de var; ofisinin bir bölümünü banka şubesi gibi çalıştırarak onların faturalarını yatırmak, bir işin en iyi ustasını bulmak gibi. Ona göre bir yabancı emlakçı için en büyük sorun tapu için beklemek. Üç aya varan bekleme süresi birçok alıcı ve yatırımcıyı ürkütüyor. ‘‘Bu ülke için 500 milyon mark, 250 milyon euro'nun yatırım olarak kaybı demek!’’ diyor.
Mezarlık yapıldı şimdi sıra kilisede
Bunca Alman'ın yaşadığı, hatta bir mezarlığa bile sahip olduğu Alanya'da bir de kilise olması için talep doğdu. Bugüne kadar ibadetlerini evlerinde ve kimi cafe-restoranlarda yapan bir grup Alman, Alanya Belediyesi'nden bir kilise istedi. Kilise yapmak, elbette cami yapmak gibi, belediyenin işi değildi. Ama belediye, bu talepte bulunan Almanlara Alanya'nın Hıdır İlyas diye anılan bölgesindeki tarihi kilise binasını kullanabileceklerini söyledi. Ancak gösterilen yeri uzak ve uygun bulmayan dindar Almanlar, aslında belediyenin onlara bir binayı mülk olarak vermelerini istiyor. İlçesini Almanlar'la paylaşmaktan gayet memnun görünen Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu ise ‘‘cevap veremediğimiz tek talepleri bu kaldı’’ diyor. ‘‘Ama bu benim işim değil. Kale'de onlara yer gösterdik. Mülkünü verin diyorlar. Onu da yapamam, orası tarihi alan. Kendi aralarında organize olmaları ve kiliselerini yapmaları lazım.’’ Zaman zaman küçük krizlere de neden olan kilise tartışmasının orta yerinde Ute Brix var. Belediyenin kendilerine bu konuda yardımcı olmadığını öne sürüyor. ‘‘Tıpkı çöpler, deniz kirliliği gibi konularda yaptığımız şikayetlere cevap vermeği gibi’’ diyor. Yani o Türkiye'deki Alman yaşantısının diğer yüzünü gösterenlerden. Uzun yıllardır yaşamasına rağmen Alanyalılar tarafından hálá ‘‘turist’’ muamelesi görmekten; restorana çekiştirilmekten, alışverişte daha fazla para ödemekten çok şikayetçi. Yine de burada yaşamaya kararlı. Çünkü onu ve eşini buraya bağlayan neyse, hepsi hala var.
Mevzuat Hazretleri ile başları dertte
Genelde Türkçe bilmiyorlar. Ama yoğun olarak yaşadıkları, ev alıp yerleştikleri, bankalarına para yatırdıkları, telefon hattını, elektriğini kullandıkları yerlerin belediyelerinde, tapu müdürlüklerinde, bankalarında, emniyet birimlerinde Almanca bilen personel de genelde olmuyor. Bunu anlayamıyorlar.
Oturma izni almak ya da uzatmak için çok uğraşmaları gerekiyor. ‘‘Bugün git iki hafta sonra gel’’ cümlesine çok yabancılar. Ayrıca oturma izni için alınan yıllık ücreti çok yüksek buluyor, beş yıl sonra sürekli hale getirilmemesine bozuluyorlar.
Bir ev satın alabilmeleri için Ege Kuzey Deniz Saha Komutanlığı'nın izni gerekiyor. Evin ‘‘askeri alanda’’ olup olmamasıyla birlikte, satın alacak kişinin incelemesini de içeren (Ki bu bütün yabancılar için geçerli) bu soruşturma iki üç aydan önce bitmiyor (İki yıldır bekleyenler olduğu da söyleniyor). Beklerken vazgeçenlerin sayısı çok. Alanya Tapu Müdürü Sezai Bayrak, Emlak Yasası'nın değişmesi gerektiğini söylüyor. ‘‘O zaman yılda 400 değil bin ev bile satılacak. Ancak bürokrasi, izin alma işlemlerinin uzun sürmesi ve her önüne gelenin emlakçılık yapması, bunu engelliyor’’ diyor. Yasa değişirse emlak sektöründen elde edilen yıllık 60-70 milyon euro'luk geliri ikiye, üçe katlanacak.
‘‘Gümrüğe tabi mallar listesi’’ gibi bir bürokrasiden haberleri olmadığı için, Antalya gümrüğü özellikle Almanlar'ın içeri sokamadığı eşyayla dolu. Birinin hikayesi ise çok hazin: Gitmiş gelmiş, eşyasını alamamış, sonunda yalvarmış: ‘‘Bari izin verin çiçeklerimi sulayayım!’’
Çocukları, Almanca eğitim veren okul olmadığı için eğitim sorunu yaşıyorlar.
En yakın konsolosluk İzmir'de. Evrakların gidip gelmesi günler alıyor. İşler çok aksıyor.
Antalya mezarlık sorununu çözememiş.
Temiz sokaklar, düzgün bir şehir planı, sessiz komşu istiyorlar. Balkondan silkelenen halılara uzaydan gelen yaratıklar gibi bakıyorlar.
Vergilerle ilgili mevzuata da aşina olmadıkları için, çok ceza yiyorlar. Alanya vergi dairesinin yayımladığı vergi borcu listelerindeki Alman sayısı çok (Neyse o listede Türk sayısı da çok).
‘‘Buralı’’ olmalarına rağmen her yerde turist fiyatı ödemeye itiraz ediyorlar.
Küllerimi Toroslar'dan savurun!
Eşiyle sık sık aşığı olduğu Alanya'ya tatile gelen Erhard Bellin, ölünce küllerinin Toros Dağları’na serpilmesini vasiyet eder. 1996'da böbrek yetmezliğinden ölünce, eşi yakılan cesedinin küllerini bir kavanoza koyduğu gibi, kızlarıyla birlikte soluğu Alanya'da alır. Ancak Catherina Bellin ve kızları, ilçenin ileri gelenlerinin, özellikle müftülüğün ‘‘hayır, ancak tören düzenleyip defnedebilirsiniz’’ itirazıyla karşılaşır. Sonuç şudur: Bayan Bellin, bir gece taksiye atlar ve Toroslar’a doğru yola koyulur, yüksekçe bir yerde gizlice kavanozdaki külleri havaya dağıtır ve kavanozu toprakla doldurur. Ertesi gün yapılan cenaze töreniyle Alanya Hıristiyan Mezarlığı'na gömülen, içi toprak dolu bu kavanozdur. Mezar taşında ise Erhard Bellin'in Alanya'yı ne kadar sevdiği yazar.
Yaşlı Alman kadın genç Türk erkek ilişkisi çok yaygın
Yaşlı Alman kadın-genç Türk erkeği ilişkilerinin sayısı çok. Ama bir süre sonra bu ilişkiler mahkemeye taşınıyor: Çünkü Alman kadın, parasıyla Türkiye'de iş kuramadığı için, bunu genellikle Türk sevgilisi üzerinden yapıyor. İlişki bozulduğunda, ortaklık da bozuluyor. Antalya mahkemelerinde bu konuyu içeren yüzbinlerce marklık, hukuki ve toplumsal bir sorun yaratabilecek sayıda dava olduğu söyleniyor. Bu olay, Alanya'da yaşayan bir Alman kadının, Almanca yayımlanan Die Brücke dergisinde çıkan yazısında ortaya seriliyor: ‘‘Alanya'daki Türk maçolarda genetik bir hata var. Onların genleri 15. fazda takılıp kalmış. Birle biri toplamak için bile hesap makinesine ihtiyaç duyarlar. Beyinleri bacaklarının arasındadır. Ayaklı atm makinesi olarak bizi konukseverlikle karşılarlar.’’
Dolandırılan çok
Bir dairenin 10 kişiye birden satılabileceğini, satın aldıkları evin, hatta elektriği ve suyunun kaçak olabileceğini burada öğreneniyorlar. Dilden dile anlatılan hikayeler öyle çok ki: Mesela bir kadın, üzerinde ‘‘Tapu’’ tabelası olan bir binaya götürülüyor, resmi evrak, kaşeler, imzalarla binlerce mark ödeyerek satın aldığı, bir de içine bir sürü masraf yaptığı evin asıl sahibi bir süre sonra çıkıp gelince işler karışıyor. Kimbilir o tapu yazan bina neresiydi?
Bir başka hikayede, bir sitede oturan Almanlar’ın ortak elektrik ve su giderlerini müteahhide verdikleri ama müteahhidin bu paraları aylarca yatırmadığı, elektrikleri kesilince ortaya çıkıyor.
Hele biri var ki, bina asansörlü diye 5. kattan daire almış; ama eve yerleşince görmüş ki, daha önce yerinde duran asansör yok (Evet satarken asansörü başka bir binadan ödünç almışlar)!