Dokuz kişiden sekizi, niçin geldiklerini bilmiyordu. ’Muz tüccarı’ kisvesi altındaki ekip, dört odada, güvenlik nedenleriyle ikişer üçer kişilik gruplar halinde kalıyordu. Hiç dışarı çıkmıyor, lobide bir araya gelmiyor, birbirlerini göz temasıyla izliyorlardı. Ve beklenen gün geldiğinde, ekip şefi o tarihi açıklamayı yapıyordu: "Şimdi, Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gidiyoruz. Oradan uçağımıza bir yolcu alacağız. Bu yolcu, ülkemizin birliği ve bütünlüğüne kasteden, binlerce insanımızın katili Abdullah Öcalan..."
TÜRKİYE’den Uganda’nın başkenti Kampala’ya gizemli bir uçak gelmişti. Bu, Batılı işadamlarının Afrika’ya çıkartma yaptığı uçaklara benziyordu. İçinde, üç mürettebatın yanı sıra altı yolcu vardı. Hepsi spor kıyafetliydi. Kendilerine "muz tüccarı" süsü veriyorlardı. Zaten pasaportların da işadamı yazıyordu.
Kampala, gelişmemiş, klasik bir Afrika başkenti görünümündeydi. Aslında Türkler, Kampala’nın içine gitmeyecek, havalimanının bulunduğu Entebbe semtindeki "The Windsor Lake Victoria Hotel Entebbe" isimli otelde konaklayacaktı. Dokuz yolcu, dört odada, ikişer, üçer kişilik gruplar halinde konaklayacaklardı. Çünkü, operasyon ekibinin tek kişilik odalarda kalması, güvenlik açısından sakıncalı bulunmuştu. Uçak mürettebatı ve diğer görevliler, otele hapsedilmiş gibiydi. Káh odalarında istirahate çekiliyor, káh lobide ikili, üçlü gruplar halinde sohbet ediyorlardı. İşin uzayacağını tahmin eden birkaç kişi de kitapların sayfaları arasında geziniyordu.
Ekip her çatışmaya karşı eğitimli ve donanımlıydı
Günler ve saatler bir türlü geçmiyor, aynı uçakta seyahat eden bu 9 kişi, otel lobisinde birbirlerini tanımamazlıktan geliyorlar, göz temasıyla iletişim kuruyorlar ve kendilerine "Biz buraya niye geldik?" sorusunu yöneltiyorlardı. Türk operasyon görevlileri, güvenlik önlemleri alma konusunda eğitimli ve deneyimliydi. İnecekleri havalimanlarındaki uluslararası güvenlik ağına güveniyor, ama kendi önlemlerini de alıyorlardı. Kısacası, havalimanlarında herhangi bir saldırı ve çatışma anında etkin şekilde karşılık verebilecek donanıma sahiplerdi. Ekip, Uganda’daki otelde ise, kendilerini korumaktan yoksundu.
Onlar, bu ülkeye gelirken, başkent Kampala’nın şartlarını ve ortamını Amerikalılarla müzakere ederek yola çıkmışlardı. Otel dışına çıkmak da, ekibin güvenliği açısından sakıncalı görülmüştü. Aslında dışarı çıkmanın bir cázibesi de yoktu. Entebbe sinekleri insanların üzerine çılgınca saldırıyor, kavurucu hava, nefes almayı güçleştirdiği için herkes kendisini kapalı alanlara atıyordu. Türkiye’den gelen yolcular, uçağın penceresinden Kampala ve çevresini gündüz gözüyle seyretme imkánı bulmuşlardı. Her taraf yemyeşildi. O yeşillikler arasında villa gibi konutlar görünüyordu. Uçak inişe geçtiği anda, villa zannedilen o konutların kümes büyüklüğünde, Afrika’nın klasik gecekondusu, "teneke evler" olduğu anlaşılacaktı.
Operasyon ertelendi Hedef, ’G Günü’ Nairobi
Bu arada Ekip Şefi’nin, konaklanan otelde, tiplerinden Amerikalı oldukları tahmin edilen iki kişiyle ayaküstü görüşme yaptığı görülüyor, buna da bir anlam verilemiyordu. Amerikalıların, operasyon ekibiyle aynı otelde kaldıkları da anlaşılıyordu. Sonunda beklenen gün gelmişti. Takvim yaprakları 12 Şubat 1999 Cuma gününü gösteriyordu. Şefin emri, odadan odaya telefon trafiği ile herkese ulaştırılıyor, "Hazır olun, yola çıkıyoruz" deniliyordu.
Ekip derhal hazırlanmış, lobide biraraya gelmiş, Şef’in talimatını bekliyordu. Şef, talimattan önce, günlerdir merak ve heyecanla beklenen operasyonun amaç ve hedefini açıkladığı konuşmada şunları söylüyordu: "Arkadaşlar, biliyorum, hepiniz merak içerisindesiniz. Ankara’dan hareket ettiğimiz andan itibaren ’Acaba nereye gidiyoruz, kendimizi nasıl bir operasyonun içinde bulacağız?’ diye düşünmeye başladınız. Sizi daha fazla merakta bırakmak istemiyorum. Şimdi, Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gidiyoruz. Oradan uçağımıza bir yolcu alacağız. Bu yolcu, ülkemizin birliği ve bütünlüğüne kast eden, binlerce insanımızın katili Abdullah Öcalan... Çok önemli bir görevdeyiz. İnşallah, bunu yüzakıyla tamamlayıp, bebek katilini Türk adaletine teslim edeceğiz." Şeften bu bilgiyi alan görevliler ve uçak mürettebatı, bir anda çok büyük bir heyecana kapılıyor, Öcalan’la karşılaşacakları ve onu teslim alacakları anı sabırsızlıkla beklemeye başlıyorlardı. Operasyon ekibi, topluca otelden ayrılıp Entebbe Havalimanı’na ulaşıyor, işadamı rolündeki Türkler, terminal binasına giriyor, yolcu salonundan pasaport polisine geçmek için Şef’ten yeni bir talimat bekliyordu. Bu sırada, uçuş ekibi park yerine gitmiş, uçağı hazırlamaya koyulmuştu. Ancak, beklenen emir, arzu edildiği şekilde olmuyor, seyahatin ertelendiği bildiriliyordu.
Yolcular, tekrar Hotel Entebbe’ye ulaşıyor, birkaç saat önce terk ettikleri odalarına yerleşiyorlardı. Yeni bilgi, yeni heyecan getirmişti. Artık hedef belliydi. Uçak, bir "G Günü"nde Nairobi’ye gidecek ve Öcalan oradan teslim alınacaktı. Operasyon ekibi ve uçak mürettebatı, bu defa kafalarında yeni senaryolar oluşturmaya başladı. Herkes, herşeyi düşünüyor, ama kural gereği bu düşüncelerini birbirleriyle paylaşmıyorlardı.
Öcalan’ı kandırmak için mavi gözlü MİT görevlisi
15 Şubat Pazartesi günü nihayet beklenen
haber gelmiş, 3 mürettebat ve 6 yolcu Entebbe Havalimanı’nda bekleyen uçaklarına binerek, Kenya’nın başkenti Nairobi’deki Jomo Kenyatta Havalimanı’na gitmek üzere kemerlerini bağlamışlardı. Uçak, yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra, Ekvatoru aşarak Nairobi’deki Jomo Kenyatta Havalimanı’na iniyor ve VIP salonunun karşısındaki park sahasına çekiliyordu.
Uçak, körüklerin karşısındaydı. Ayrıca uçağın bulunduğu park, havalimanının sınırına yakındı. Alanın çevresi, yüksek tel örgülerle çevriliydi. Öğleden sonra ulaşılan Nairobi’de hava çok sıcaktı. Havalimanı pistinden sanki alev fışkırıyordu. Alanda çok sayıda Amerikan uçağı vardı. Büyük kısmı C141 kargo uçaklarıydı. Operasyona gelen Türkler, kendilerini Amerika’da bir havalimanına inmiş gibi hissediyorlardı. Bu arada Ekip Şefi’nin verdiği talimata uyularak Kule’den iki saatlik bir uçuş plánı alınıyor, bir başka ifadeyle, uçağın Nairobi Havalimanı’ndan iki saat içinde havalanacağı Brüksel’deki Euro Control Merkezi’ne bildiriliyor, aynı zamanda uçağa yakıt ikmáli yapılıyordu. Geri sayım başlamıştı. Öcalan, iki saat içerisinde havalimanına getirilip teslim edilecek ve uçak da yolcusunu aldıktan sonra Türkiye’ye hareket edecekti. Oysa Jomo Kenyatta Havalimanı’ndaki yer hizmetleri görevlilerine uçağın Hollanda’ya gideceği bilgisi verilmiş, Nairobi’deki Yunan Sefarethanesi’nde bulunan Öcalan da, Hollanda’ya gideceği ümidiyle yola çıkmıştı.
Öcalan’ın uçağa tereddütsüzce binebilmesi için, Türkiye’den gelen, Hollandalılara benzeyen sarışın, mavi gözlü bir görevli, merdiven başında kendisini bekliyordu. Türk ekibinin alanda bir güvenlik endişesi yoktu. Çünkü, operasyonu hem Kenya makamları, hem de bu ülkede etkili ABD’li görevliler destekliyordu. Havalimanına silahlı bir saldırının gerçekleşme ihtimali çok düşüktü. Çünkü burası silahtan arındırılmış bir bölgeydi.
Ve o ünlü cümle anı: ’Memlekete hoşgeldin’
Ayrıca, Kenya güvenlik yetkililerinin de çevrede sıkı güvenlik önlemleri aldığı görülüyordu. Uçağın yakınındaki tel örgülerin arkasında dolaşan ve sivil güvenlik personeli olduğu anlaşılan iri yapılı, uzun boylu zenciler, sürekli çevreyi gözetliyordu. Evet, beklenen an gelmişti. Ekip Şefi, mürettebat ve yolculara alarm veriyor, Öcalan, aprona kadar giren üç arabalık bir konvoyla uçağın yanı başına kadar getiriliyordu. Bu olağanüstü anda, 9 kişinin yapacağı görevler, daha önceden belirlenmişti. Kaptan Pilot, motorları çalıştırıyor, Türk görevliler arasında bulunan ve Hollandalılara benzeyen personel de, yeni yolcuyu uçağın merdiven başında karşılayarak selamlıyordu. Öcalan, bu sarışın görevliyi gördükten sonra, kendisini Hollanda’ya götüreceğinden emin olduğu uçağa koşar adımlarla biniyordu.
Kenyalılar ise, merdiven başındaki bir başka görevlinin eline Öcalan’ın valizini de tutuşturduktan sonra, apronu hızla terk ediyorlardı. Şık bir İtalyan elbisesi ve kravatı bulunan Öcalan, uçağın kapısından içeri adım atar atmaz, görevliler kendisini "Memlekete hoşgeldin" cümlesiyle karşılıyor ve derhal ellerini kelepçeleyip, gözlerini bantlıyordu. Kaptan, konvoyun yaklaştığı haberi ulaşınca, uçağın sağda ve kuyruğun üstündeki iki motorunu çalıştırmış, son yolcuyu aldıktan sonra sol motoru da devreye sokmuştu. Türkiye’den yolcu ve mürettebat dahil 9 kişiyle gelen uçak, 10 kişiyle yoluna devam edecekti.
Bir başka Falcon 900 tipi uçak da, Öcalan’ı 14 gün önce Yunanistan’dan Kenya’ya getirmişti. Malezya bayraklı o uçağın kuyruğunda şu bilgi yer almaktaydı: "9 M BAB." Öcalan’ı Türkiye’ye götürecek uçağınkaptan pilotu, uçuş kontrol kulesiyle temasa geçip havalanmak için izin istiyor, şans eseri hiç bekletilmeden o izni alarak, iki-üç dakika içinde de havalanıyordu. Uçak, gökyüzüyle, güneş batmak üzereyken buluşuyordu.
Uçak, çok riskli bir kalkış yaptıŞİMDİ, bu, zamana karşı yarışın arka plánına bir bakalım... Uçakta, full yakıt ve full yolcu vardı. Yani, uçağın 10 tonluk yakıt deposu tamamen doluydu. Bu önlem, ikmalsiz Türkiye’ye ulaşabilmek için alınmıştı. Uçak ayrıca, yolcu kapasitesinin tamamını kullanmış, full yakıtla birlikte 24 tona ulaşmıştı. Oysa böylesine yüklü uçakların, deniz seviyesinden yükseldikçe havalanması fizik kuralları gereği daha da zor oluyordu. Jomo Kenyatta Havalimanı ise, deniz seviyesinden yaklaşık 1600 metre yüksekte olduğu için, performans dışına çıkan üç motorlu uçak, tüm riskler göze alınarak 4 km. uzunluğundaki pistin son noktasına kadar giderek hız kazanmış ve ardından da derhal havada tırmanışa geçmişti.
3 tehlikeli hava sahası aşılacaktıKAPTAN Pilot, Ekip Şefi’nin talimatıyla SSB uzak mesafe telsizini kullanarak Türkiye’yi haberdar etmek istiyor, ancak iletişim mümkün olmuyordu. Uçaktan Türkiye’ye ilk telsiz mesajı Sudan semalarından ulaşacaktı. Uçak havalandıktan hemen sonra askeri tabip, Öcalan’ı sağlık kontrolünden geçiriyordu. Meçhul yolcuya gerektiğinde ácil müdahalede bulunabilmek için kullanacağı tıbbi cihazları da almıştı. Öcalan, Hollanda’ya gideceğini zannettiği uçağın içinde bir anda Türk görevlilerle karşılaşınca şok yaşıyor, bu nedenle doktor sakinleştirici iğne yapıyordu. Kar maskeli görevliler, şaşkın bakışlarla kendilerini izleyen Öcalan’aseyahat boyunca her ihtiyacının karşılanacağını söylüyorlardı. Öcalan’ı Türkiye’ye götüren uçağın yaklaşık 8 saatlik yolu vardı.
Rota, Sudan, Mısır ve Akdeniz’deki Yunanistan hava sahası üzerinden Türkiye olarak belirlenmişti. Ancak, bu defa uçağın güvenliği Afrika’ya gidişte olduğu gibi rahat değildi. Uçakta uluslararası bir terörist vardı ve dünyanın her tarafında kolu bulunmaktaydı. Sudan, güvenli değildi. Hava sahasından geçerken beklenmedik bir saldırıyla karşı karşıya kalınabilirdi. Keza, Mısır hava sahasında da sürprizler mümkündü. Güvenlik endişesi, Akdeniz hava sahasına girince daha da artacaktı. Çünkü Öcalan’ı taşıyan uçak, kendisini yıllardan beri himayesi altında tutan Rodos Adası semalarındaki Yunanistan hava sahasını geçtikten sonra Türkiye’ye ulaşacaktı. Uçak, Nairobi’den havalanırken, Kule’ye Antalya’ya gideceği bildirilmiş, yedek alan olarak da Dalaman seçilmişti. Ancak, Türk hava sahasına geldikten sonra, bu uçuş plánı istenildiği şekilde değiştirilebilecekti.
’Ülkemi severim annem de Türk’
ABDULLAH Öcalan, yaklaşık 8 saatlik yolculuk süresince zaman zaman uyudu, zaman zaman sorgulandı. MİT görevlilerinin fotoğraf makinası, video kamera ve ses aygıtı sürekli çalışmaktaydı. Uçakta, dönüş yolculuğunda da ikram yoktu. Yolcular ve mürettebat, Uganda’dan yanlarına yine sandviç almışlardı. Operasyon ekibi, yeme-içmeden çok, Nairobi’de teslim alacakları yolcuyu düşünüyorlardı. Ayrıca, Jomo Kenyatta Havalimanı’nda da sadece yakıt ikmali yapılmış, catering ikmali için teşebbüste bulunulmamıştı.
Sadece su istedi
Görevliler, seyahat boyunca tüm ihtiyaçlarını karşılayabileceklerini söyleseler de, Öcalan sadece su istemekle yetiniyordu. Öcalan’ın gözleri uçağa girdiği an bantla kapatılmıştı. Görevliler, ifade almaya başlarken bantı çıkarıyor ve bunu bir daha kullanmıyorlardı.
Uzun süren sorgulamadan sonra, Öcalan’ın gözleri bu defa bir bezle kapatılıyordu. Öcalan’ın elleri ise, güvenlik nedeniyle sürekli kelepçeliydi; çünkü, uçakta ani bir taşkınlık yapıp, "emergency exit" diye isimlendirilen acil çıkış kapısına yönelebileceğini hesaba katıyorlardı. Operasyon ekibi zaman zaman başındaki kar maskesini çıkarma ihtiyacı hissediyor, böyle durumlarda Öcalan’ın gözü yine bezle kapatılıyordu. Üç kişiden oluşan uçak mürettebatı ise, her zamanki gibi üniformalı vaziyette göreve devam ediyordu. Onlara kar maskesi takma zorunluluğu getirilmemişti.
İşte ilk ifadeleri
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra basına yapılan resmi açıklamada, PKK yöneticisinin uçakta sorgulanması sırasında şu diyaloğun gerçekleştirildiği bildirilecekti:
Devlet görevlisi: Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin. Nasılsın?
Abdullah Öcalan: (Şaşkın ve morali bozuk bir halde) Sağol, iyiyim.Miden mi yanıyor?
İyi.Yani sağlıktan bir problemin yok?
(Kafasıyla "Hayır" işareti yapıyor.)
Ne var? Midende mi var? Ağrı, ekşime falan mı var? Yanma mı var?
(Kafasını sağa sola sallayarak yüzünü ekşitiyor.)
Tamam, gereken tedaviyi biz yaptırırız. Şimdi sana bazı şeyler sormak istiyorum.
(Öcalan sürekli gözlerini kapatıyor.)
Gözlerini kapatmana gerek yok. İstersen suyla silelim mi? Bant izleri rahatsız ediyorsa suyla silelim gözlerini, rahat etsin.
(Öcalan, kafasını sallayarak "Hayır" diyor.)
Sen şimdi bizim misafirimizsin. Rahat ol. Yani kendini öyle sıkıntıya sokma. İstediğin birşey varsa...
Ben ülkemi severim. Annem de Türk’tü.Biraz daha yüksek sesle konuşabilir misin?
Bir hizmet imkánım olursa yaparım. Onun dışında bana bir şey söylemeyin. Hizmet gerekirse yaparım.
Sorulara cevap verirsen, hizmet yapmış olursun. Yüzünü gözünü silelim eğer rahatsız oluyorsan.
Türkiye’ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz, hizmet ederim. Bunları, halkın içinde konuşuyorum. Başka bir şey de konuşmam. Bir hizmet imkánım varsa, ben inanıyorum vardır, daha üst düzeydekilere de bildirirsek, ben hizmeti seve seve ederim. Ben hizmet edeceğim. Çok iyi edeceğim.
Şimdi bak kaydediyoruz, senin şeylerini.
Yayınlayın. İşkence etmediniz, benim içimden geliyor. Ama ben gerçekten söylüyorum. Türkiye’yi seviyorum. Ve Türk halkını da seviyorum. Onlar için iyi hizmet edeceğime inanıyorum. Fırsat verilirse yaparım.
Şimdi fırsat verilecek de. İstediklerin ne?
Kendinizi yormayın, böyle şeylere gerek yok.
Yok zaten, bir emniyet tedbiri.
Pek sevindiğim bir nokta var. Eğer dikkat edilirse aslında konuşulacak bir konu bu. Ama içime öyle doğuyor ki. Gerçekten iyi hizmetler yapacağıma inanıyorum.Yunan istihbaratı nasıl ’uyutuldu’TÜRKİYE’den yola çıkan ekip, niçin doğrudan Nairobi’ye gitmemişti? Bu sorunun cevabını araştırdık ve şu sonuca ulaştık: Operasyon, Nairobi’de gerçekleşecekti. Çünkü, Öcalan’ın Nairobi’deki konaklama adresini Amerikalılar kesin olarak tesbit etmişti. CIA yetkilileri, Kenya hükümetiyle konuşuyor, anlaşıyor ve Öcalan’ın Yunanistan Büyükelçilik resmi ikametgáhından zorla çıkarılması konusunda fikirbirliğine varılıyordu. Türk operasyon ekibi, ABD’lilerin güvencesiyle yola çıkmış ve Kenya’ya en yakın ülkenin başkentinde beklemeye koyulmuştu. Ekibin, Nairobi’de beklemesi sakıncalıydı. Çünkü, Yunan istihbaratının, bu başkentte "Öcalan"la ilgili gelişmeleri adım adım izlediği tahmin ediliyordu. Özel bir Türk uçağının Kenyatta Havalimanı’nda günlerce beklemesi, Yunanistan başta, diğer ülke istihbaratları, hatta PKK’nın dikkatini çekebilirdi. Tüm bu nedenlerle operasyon olgunlaşıp gerçekleşene kadar Öcalan’ı alacak özel ekibin Uganda’da bekletilmesi uygun görülmüştü.
Öcalan’ı kaybetti bir araba sopa yedi
HAVADA Abdullah Öcalan elleri kelepçeli halde Türkiye’ye doğru uçarken, yerde ise bir büyük panik vardı. 9 Ekim 1998’den beri zaman zaman Öcalan’ın seyahatlerine katılan Yunan Gizli Servisi EYP ajanı Savvas Kalenderidis, terminaldeki bir yol kenarına oturmuştu. Koruması altındaki, Türkçe ve Kürtçe bildiği için aynı zamanda tercümanlığını yaptığı terör örgütü yöneticisi, bir anda kaybolmuştu. Kalenderidis olayın şokunu yaşarken, üç kadınla, bir erkeğin saldırısına uğruyor ve adamakıllı dayak yiyordu. Dayak atanlar ise, Avrupa Birliği pasaportu taşıyan Şemse Dilan Kılıç, Nurcan Derya ve Melsa Deniz isimli PKK terör örgütü mensubu üç kadınla, İbrahim Ayas adındaki erkekti. Bu dayak faslı sırasında, Kalenderidis’in imdadına Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçisi Yorgo Costorlas yetişiyor, ama olaylar bununla da bitmiyordu. Çünkü Öcalan, kayıplara karışmıştı.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos ise, gelişmeleri Atina’dan telefonla sürekli takip ediyordu. Pangalos’tan, havalimanında şaşkın vaziyette dolaşan Büyükelçi’ye gelen ilk talimat şöyle idi: "Üçü kadın dört PKK’lıya sahip çıkma." Ancak, Büyükelçi, PKK’lıların tehdidine boyun eğip dört kişiyi Büyükelçiliğe götürmek zorunda kalıyor ve on gün diplomatik dokunulmazlığı bulunan binada barınmalarını sağlıyordu. Yunanlıların PKK’lılara son jesti ise, onları 25 Şubat 1999 günü özel bir uçakla Atina’ya göndermekti.