Güncelleme Tarihi:
Antertikada Larsen-B bölgesi çökmüş,okyanus sıcaklığı ve kimyasal yapısı gulf-stream yönünü değiştirebilecek kadar değişmiş,beyaz ayılar ne yapacağını şaşırmış,Avrupa kendisini fark ettiği günden beri sahip olduğu yağışlı iklimi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya,toprak erozyon ile kayıp olmakta,ovalar yeterli yağmur alamamakta,bereketli topraklar cahil yerel yönetimlerin teşviki ile dünyanın her yerinde betonlaşmakta,kış sporları yapmak için Alplerde bile yeterli kar bulunmamakta,kayak merkezlerindeki turist bekleyen otel işletmeleri şaşkın,Orta Asya'nın ünlü iç denizi Aral Amu-Derya ve Suri-Derya nehir yataklarının değiştirilmesi sonucu bitkin düşmüş,göllerimiz kurumakta,sular çekilmekte,dağlardaki temiz su kaynakları birer birer yok olmakta,ovalarda kuraklık her geçen gün artmakta,çaresiz çifçiler yağmur duasına çıkmakta,yağmur yağmayacağını tahmin eden meteoroloji uzmanlarına dahi sanki yağmura onlar karar veriyorlarmış gibi kızmakta,yani kime kızacağını dahi bilememekte,kışlar eskisi gibi soğuk olmamakta,sonbahar geç ilkbahar erken gelmekte,kuşların göç yolları ve zamanları değişmekte,bir çok canlı bir daha geri gelmemek üzere yok olmakta,meyve ağaçları erken çiçek açmakta,çevremiz kendi yaşam sürecinde dahi farkına varabileceğimiz değişimler uğramakta,hastalıklar yayılmakta,denizlerdeki yaşamı tehdit eden yabancıl canlılar türemekte,amipler yok olmakta,yağmur ormanları çıkar sağlamak için tahrip edilmekte,orman yakınlarında kurdurulan yerleşim bölgeleri ormanları yok etmekte,siyaset bu yok oluşu teşvik etmekte,kömür yakan termik santrallerin bacalarından çıkan SO2 ve NO2 su buharı ile birleşmekte asit yağmurlarına dönüşmekte,havadan yağan bu zehire karşı yönetimler palyetif önlemler almakta,problemi çözücü uygulamaları yaşama geçirememekte,büyük sermaye kesimleri bu gidişi teşvik etmekte,iyi niyetli politikacıların ve sivil toplum örgütlerinin gelişmeler karşı yürüttükleri girişimler sonuçsuz kalmakta,açlık her geçen gün artmakta,dünya nüfusunun hemen hemen dörtte biri henüz elektriği tanımamakta,yeterli temiz su içememekte,kolera tifo gibi önlenebilir hastalıklar milyonlarca insanın ölümüne neden olabilmekte:
Bir buzul kütlesinin üstüne tünemiş ve ne yapacağını şaşırmış sevimli kutup ayısının çaresizliği insanlara sirayet edecek mi?
Ekonomik değer üretmeyi toplumların mutluluğu için tek seçenek olduğunu Dünya'ya dikte eden liberal ekonomilerin,gezegenin başına ne işler açtığı ortadadır.Beş milyar yaşındaki gezegenimiz,yaşanabilir olma özelliğini her geçen gün yitirmektedir.Son 30-40 senedir, büyük kentlerimiz cevresel ve sosyal kirlenme ile karşı karşıya bırakılmış, çağların değişimine tanıklık etmiş soylu İstanbul  sonradan görme cahil bir kıro takımının işgaline uğramış,kanunlara saygılı devletine güvenen vatandaşlar için yaşanamaz bir kent haline dönüşmüştür.İstanbul'un kaderini Türkiye'nin de paylaşması uzak bir ihtimal değildir.Bu çarpık gelişmeler küreselleşme politikalarının ülkemize yansımasının sonuçlarıdır.Artık sade vatandaşların bu oyunu görme ve kendi çıkarları için tavır alma zamanı gelmiştir.Üretim ve tüketim çılgınlığına,gezegenimizin doğal kaynakları daha ne kadar dayanabilir?Bütün bu olgular Dünya'nın aklını kaçırdığı anlamına
Çevre ile ilgili olumsuz gelişmelere paralel olarak Dünyanın sosyal kültürel ekonomik ve politik yaşamında benzer çalkantılar sürmekte,gelişmiş ülkeler bilim ve teknolojiye yatırım yapabilmekte,ürettiği katma değer Dünya üzerinde servetin dağılımında eşitsizliklere neden olmakta,zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün artmakta,güçlüler sadece kendi çıkarlarını düşünen çifte standartlı politik uygulamaları ile gerginlikler yaratmakta,insanlar dogmatik ideolojilerin etki alnına girmekte,terörizm diplomasinin yerini alan bir enstrüman olarak kullanılmakta,haksızlıklar karşısında çaresiz öfkeli gençler seslerinin duyurmak için en değerli servetleri yaşamlarını feda edebilmekte,batının sözde fikir adamları haksızlıklar üzerine duracağına canlı bomba eylemlerini islamiyet'in 15 asır önceki cihat kavramının neden olduğunu ileri sürebilmekte,bir gurup insan bunları terörist gibi görürken diğer gurup kahraman olarak görmekte,bütün bu eylemler zaman zaman din zaman da milliyetçilik ideolojiler adına yapılmakta,insanlık ideolojisinin rengi solmakta,
                                     ÂDünya aklını gerçekten kaçırmakta mıdır?
Aydınlanma çağını yaşamış hıristiyan toplumunun belli bir kesimi İsa'nın tekrar dirileceğine,kürtajı yasak edeceğine yapanları cezalandıracağına inanmakta,ABD gibi Dünya bilim ve teknolojisinin lideri olan bir ülkede avangelist veya pentacostalisim adı verilen hıristiyan muhafazakarlığı başkan seçtirebilecek güce erişebilmekte,medeniyetler çatışması gibi teoriler üretilmekte,
 Çin gibi ne yapacağı kestirilemeyen dev uyanmakta,sahip olduğu doğal kaynakları politik bir silah gibi kullanmaya başlayan Rusya,bileşim teknolojilerinde bir güç olarak ortaya çıkan Hindistan etkin aktörler olarak Dünya sahnesinde yer almakta,yeni kuvvet dengeleri tartışılmakta,enerji üretim ve tedariki ekonomik olmaktan çok politik içerik kazanmakta,zengin petrol yataklarına sahip ülkelerde iktidarların nasıl değişeceğinin belirgin olmaması uluslararası anlaşmazlıklara ve dış müdahalelere neden olmakta,AB ve ABD'nin enerji gereksiniminin karşılamak için demokrasi adına kuvvete başvurmakta , her gün çoluk çocuk,ihtiyar genç yüzlerce Iraklı ölmekte;bütün bunlar
                                ÂDünyanın aklını kaçırdığı anlamına gelmez mi?
Hürriyet Haberleşme Merkezinde açılan bu pencerede bilim ve teknolojideki gelişimlerin analizleri yapılarak,Dünyanın kayıp olan aklını nasıl bulacağı tartışılacaktır.Amacımız 22'inci yüzyılda torunlarımızın uluslararası toplumun saygın kişileri olabilmesi 21'inci yüzyıl Türkiye'si için bir yol haritası çizmektir.Hiç bir yazar ve düşünür kendisini yetiştiği toplumun sorunlarından soyutlayamaz.Yeri geldikçe ülkemizin bu gelişmeler karşısına göstermesi gereken refleksler tartışılacaktır.Dünya aklını kayıp ederken Türkiye'ye aklının nerede olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.Türkiye sadece bu pencereyi açanların,ülkeyi yönetenlerin değil bu ülkenin problemlerini kendine problem edinenlerin de ülkesidir.21'inci yüzyılı şekillendirecek nanoteknolojiyi,bilimsel ve endüstriyel devrimi ıskaladığımız gibi ıskalarsak başımıza nelerin geleceğini anlatmaya çalışacağız.Kahramanlık söylemlerinin,geçmişle övünmelerin,muhafaza edeceği veya geliştireceği değerleri bilmeden muhafazakar veya geleceğin ne olabileceğini kestiremeden ilerici olmanın gerçek yaşama bir katgısı olmayacağını göstereceğiz.Umarız düşünenlere ve politikaya yapanlara veya yapmaya niyetli olanlara bir katkımız olur.
Bilim adamları,sivil toplum örgütleri,uluslararası kuruluşlar ve hükümetler küresel ısınmayı önleme bağlamında bir anlaşmaya varmış gibi görünmektedirler.CO2 emisyonuna sınırlama getiren Kyota protokolu çok sayıda ülke tarafından imzalanmış olmasına rağmen,henüz kesin bir sonuç elde edilmiş değildir.Şirketler artan toplum baskısı altında karbon emisyonunu sınırlayan teknolojiler üzerine çalışmaktadırlar.Ancak dünyanın enerji gereksinimi,hem artan nüfus hem de daha önce elektrik kullanmayan ülkelerde elektrik kullanılmaya başlanması nedeni ile artmaktadır.Şu anda en ucuz elektrik kömürden elde edilmektedir ve bu durum daha uzun seneler devam edeceğe benzemektedir.AB ülkeleri CO2 ve diğer sera gazı emisyonunu vergilendirmeyi benimsemiştir.Bu sisteme göre her ülke o ülkeye ait parametrelerin belirlediği bir kotaya sahip olacaktır.Bu kotayı aşanlar aştıkları miktar üzerinden vergilendirileceklerdir.Ülkemiz enerji üretimi kendisine tahsisi edilen kotanın sınırına dayanmıştır.
Ankara veya Konya veya Erzincan semalarını son senelerde yeniden kaplayan kara dumanlar için vergi ödemek zorunda kalacağız.
Kotasını aşmamış ülkeler bir kota borsası oluşturacaklar elektrik üretimi ile yenilenebilir enerjilerden elde edilen elektriğin rekabeti mümkün olacaktır.İngiltere 2050 yılında sera gazı emisyonunu %60 Fransa %70 azaltmayı planlamaktadır.Buna karşı ABD,Çin ve Hindistan'ın böyle bir projeksiyonu yoktur.
İnanç için gerçek,görülmeyen ancak var olduğuna inanılan görkemli tanrısallıkta gizlidir.Bilim için ise gerçek doğanın gizemleridir.İnancın gerçeği statik,bilmin gerçeği dinamiktir.Bilim gerçeği doğada,inanç gerçeği kutsal kitaplarda arar.Karşıt gibi görünen bu iki anlayış,tanrısallığın yarattığı baskıları aşabilenler için örtüşür.Tanrı varlığını,doğanın gizemleri ile belli eder.Önemli olan din adamlarının bunu kabul edebilmesidir.Böyle bir ayırım insanları inanç düzleminde farklılaştıramaz.İnancın tanımladığı ahlak,akıl üzerine kurgulanmış davranış normlarının bütünü olduğu sürece,ne bir farklılaşma nede bir problem söz konusu olamaz.İnanç ile bilimi metafizik ve akıl geometrinin arakesitinde buluşturmak,din adamalarının,düşünürlerin,bilim insanlarının toplumu yönlendiren basının,siyaset insanlarının sorumluluğundadır.Yaradılış konusunda bilim ve inanç arasındaki tartışmaları bir an için unutarak,yaşayan her canlının yaşam hakkının kutsallığı üzerinde anlaşarak gezegenin karşılaştığı tehlikeyi inanç ve bilim beraberce göğüslemek zorundadır.İnanç ve bilim arasındaki bu örtüşme,evrensel bir değeri işaret eder.İnancın bu değere karşı çıkması tanrısallığı inkar anlamına gelir ve bu karşı çıkış inanç doğmaları ile çelişmez,tüm insanlığın yararına olan bir anlayışı temsil eder.Bu inancın insan merkezli etik anlayışını canlı merkezli bir etik anlayışına dönüştürülmesi demektir.
                  ÂTanrı yalnız insanların deÄŸil yaÅŸayan tüm canlıların da tanrısıdır.
Bilim,canlıların yaşam alanlarının insan faaliyetleri sonucu tahrip edildiğini ve tahrip hızının bu günkü seviyelerde devam ederse,21'inci yüzyılın sonuna doğru gezegenimizde karşılıklı bağımlık içinde varlığımızı sürdürdüğümüz pek çok bitki,hayvan ve benzeri canlı türlerinin geri dönmemek üzere yok olacağını tahmin etmektedir.Sadece iklim değişiklikleri bile bu felakete neden olabilecek boyutlardadır.Doğanın tahrip hızının günümüzdeki seviyelerde devamı halinde 30-40 sene içinde gezegenimiz yaşanamaz hale gelecektir.Problem sadece bilim insanlarının değil toplumu oluşturan tüm katmanların sorunudur
Â
Yağmur duasına çıkarak kuraklığın önleneceğine inanmak yerine,ormanları koruyarak kuraklığın önleneceğini topluma anlatmak gerek.
Ülkemizde sık sık gündeme gelen orman suçlarının affı veya ormanları yerleşim birimleri haline getiren yasalara karşı,din adamlarının sesiz kalması kutsallık adına kabul edilebilecek bir durum değildir.Kurada'sındaki meyve bahçelerinin kesilip betonlaşmasına yalnız üniversite öğretim üyeleri değil Kuşadası müftüsünün ve belediyesinin de karşı çıkması gerekir.Ülkemizin en verimli toprakları üzerine çevresel etkiler göz önüne alınmadan kurulması tasarlanan projelere diyanet işleri başkanlığının ilgi alanı içinde olmalıdır.Durumun devamı halinde
Gezegenimizi karşı karşıya olduğu felaketten,ne Musa ne İsa ne Muhammet kurtarabilir.
Ancak tanrının insanlara verdiği akıl kurtarabilir yeter ki o aklın kıymetini bilelim.Bu pencere aklını kaybeden Dünya'ya aklın nerede olduğunu göstermek için açılmıştır.Yeter ki pencereye bakmasını ve baktıklarınızı görmenizi biliniz
Â