Güncelleme Tarihi:
1 Türk Edebiyatı Dergisi’nde, Dr. Nuri Sağlam’ın, II. Abdülhamid ve dönemi üzerine yaptığı bir çalışmadan bazı bölümler yayımlandı. Dr. Sağlam’ın, “II. Abdülhamid’i tahttan indiren o meşhur fetva metninin yazarı Mehmed Âkif’tir” sözleri, Âkif’e neredeyse dokunulmazlık atfeden çevrelerde rahatsızlık yarattı. Birtakım arkadaşlar, Mehmet Âkif’in II. Abdülhamid’le ilgili duygu ve düşüncelerini bilmezmiş gibi, Âkif’in bu işte rolünün olamayacağını kanıtlamaya kalkıştılar.
2 Oysa, Mehmet Âkif’in İttihat ve Terakki Cemiyeti ile son derece yakın bir ilişki içinde olduğu, İkinci Meşrutiyet’in ilânını tıpkı Tevfik Fikret gibi büyük bir coşkunlukla karşıladığı ve yine Fikret gibi, bir süre sonra hiçbir şeyin değişmediğini görerek üzüldüğü bilinen bir gerçektir ve Safahat’ta bunu dile getiren bölümler vardır. Dolayısıyla, II. Abdülhamid’i tahttan indiren fetvanın Âkif tarafından yazılması niye şaşırtıcı olsun ki?
4 Teşkilat-ı Mahsusa tarafından gönderildiği Berlin’de yazdığı ‘Berlin Hatıraları,’ Mehmet Âkif’in ‘naif Batıcılığının somut izleriyle doludur. 1921’de yazacağı İstiklâl Marşı’nda yer alan, ‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’ mısraında şekillenen Batı algısından da bir hayli uzaktadır. Berlin’de kaldığı otelin ‘teknik imkânları’nı anlatırken sergilediği tavır bunun somut göstergesi.
5 Muhtemelen üçüncü sınıf bir oteli, ‘saray kadar mamur’ diye tasvir etmesinin gerisinde, odaların kaloriferli olmasının ve çarşafların her gün değiştirilmesinin dışında pek bir şey yoktur herhalde.
6 Burada belki de Mehmet Âkif’in hangi ölçüde pozitivist olup olmadığını sorgulamak gerekiyor. Her ne kadar Âkif ile pozitivizm kelimeleri yan yana durduğunda alışılmadık bir görüntü teşkil ediyorsa da, bir önceki yüzyılın başında çok da şaşırtıcı değildir. Batı’yı Batı yapan değerlerin esasen İslâm’da bulunduğu, Avrupa Ortaçağ karanlığı içerisinde boğulurken, İslâm’ın Avrupa’yı ‘aydınlattığı’ tezleri hatırlardadır. Bir adım daha öteye gidenler ise Kur’an ayetlerini modern bilimin ışığında yeniden yorumlayacaklar, modern dünyadaki hemen her şeyin Kuran’da öngörüldüğünü söyleyeceklerdir.
7 İşte Esther Debus’un, “Sebilürreşâd, Kemalizm Öncesi ve Sonrası Dönemdeki İslamcı Muhalefete Dair Karşılaştırmalı Bir Araştırma” başlıklı çalışmasına bu bilgilerin ışığında bakmakta yarar var. Atilla Dirim tarafından Türkçe’ye çevrilen ve Libra Kitapçılık tarafından yayımlanan eser, bilmediğimiz pek çok şeyi de öğrenmemizi sağlıyor. Mesela, Âkif’ten Sebilürreşâd’ı Anadolu’da yayımlamasını isteyen Mustafa Kemal’den başkası değildir (s. 38). Ayrıca, Debus’un ifadesiyle, “Dinin, bireyler için daha anlaşılır ve gerçekçi kılınması için Kur’an’ın Türkçe’ye aktarılmasına ilkesel olarak karşı çıkılmamaktadır. Tam aksine Musa Kazım, Bereketzâde İsmail Hakkı, Ahmed Hamdi Akseki, İsmail Hakkı İzmirli, Ömer Nasuhi Bilmen, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy, Hasan Basri Çantay ve Ömer Rıza Doğrul gibi Sebilürreşâd yazarları Kur’an’ı ya da en azından bazı sureleri Türkçe’ye tercüme etmişlerdir (s. 122-123).”
Bütün bu bilgilerin ışığında, Mehmet Âkif yeniden tartışılmayı hak etmiyor mu acaba?