Güncelleme Tarihi:
Bülent Akarcalı'nın yazdığı “Sevgili Milletvekilim” adlı kitaba Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yazdığı önsözün ilginç bir hikayesi olduğu ortaya çıktı. Akarcalı, kitabın hikayesini anlattı.
Akarcalı, Başbakan Erdoğan'ın önsöz kendisine göndermesinden sonra ilk baskıyı piyasadan geri çektiğini ifade ederek, “İlk baskıyı geriyi çekip önsözlüsünü bastırdım. O da bu hafta Başbakanın önsözü yer alarak piyasaya çıktı. Önsözlü ve önsözsüz olanlardan dağıttım çevrelerden müspet tepki var” dedi.
Kitabı yazmadaki amacının, “kolay okunan ve ilke bazında tavır koyan ve genç milletvekilleri tarafından hayal meyal hatırlanan dönemler ve isimleri tanıtmak” olduğunu belirten Akarcalı, “Kitapta, kimden ve hangi dönemden söz edildiyse onunla ilgili fotoğrafa yer verdim. Siyasetin değişik yönlerini anlatan, ciddi bir tavır koyan, mütevazi bir belgesel" ifadesini kullandı.
TSK Nazım Hikmet'in mezarına çiçek gönderse...
Akarcalı, kitabıyla ciddi tavır koyduğuna vurgu yaparken, şu örneği verdi:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, Nazım Hikmet ile Deniz Gezmiş'in mezarlarına ölüm yıldönümünde çiçek gönderseler ne olur? Çok büyük rahatlama olur. 'Sağ veya sol iyidir' tartışması yapan bir kitap değil. Özgürlüklere ve demokratikleşmeye önem veren bir kitap. İddialı olmadan iddialı olmaya çalışan bir kitap.”
Üslup olarak milletvekillerine geçmişi anlatırken onlara hitap edecek bir tekniği seçtiğini kaydeden Akarcalı, şöyle konuştu:
“Kendimi anlatmıyorum. Milletvekillerinin başlarından geçenleri, onlara anlatıyorum ve dikkat etmeleri gereken şeyleri söylüyorum. Siyaseti rahat okutacak polis romanı gibi her kesimin okuyacağı kitap. En üst düzeydeki akademisyen de en sade vatandaş da okuyup bir şey alabilir.”
Kitabı bu haftadan itibaren milletvekillerine dağıtacağını söyleyen Akarcalı, “Başbakan önsözlü olarak yaklaşık bine yakın kitap dağıtacağım. Milletvekillerine, basına, partilerin yöneticilerine, il başkanları belediye başkanlarına... Bundan benim kazancım yok. Yayınevi çok ciddi indirim de yapacak. Alın etrafınıza dağıtın. Millet okusun.”
Başbakan Erdoğan'ın önsözünün gelmesi üzerine kitaptan ayrı olarak önsözü dağıttığını anlatan Akarcalı, Başbakan Erdoğan ile aralarında saygıya dayalı bir ilişki bulunduğunu ifade etti. Akarcalı, “O yüzden Çankaya Belediye başkan adaylığını kabul ettim. Seçilmem önemli olsa başka bir yerden aday olur seçilirdim. Kendisi rica edince 'bizim için şereftir' dedim ve aday oldum” dedi.
Başbakan Erdoğan'ın önsözü
Erdoğan'ın imzası bulunan önsöz ile birlikte tekrardan basılan “Sevgili Milletvekilim” adlı kitapta Akarcalı, deneyimlerine, başından geçen ilginç olaylara ve 24. Dönem milletvekillerine tavsiyelerde bulunuyor.
Başbakan Erdoğan yazdığı önsözde, “Siyasal sistemimiz, demokrasi içinde meselelerimizi çözebilecek bir olgunluğa, birikim ve tecrübeye ulaşmıştır” vurgusunda bulunuyor.
Erdoğan, vesayetçi ve müdahaleci anlayışın zayıflatılmasının beraberinde demokrasinin güçlendirilmesini getirdiğini dile getirerek, “Vesayetçi anlayışlar, çeteler, karanlık odaklar, illegal yapılanmalar geçmiş dönemlerde siyaset kurumuna tasallut etmek istemiş, milletin iradesini ipotek altına almaya ve ülkenin kaderini bir grubun inhisarı altına sokmaya çalışmıştır” ifadesini kullanıyor.
Beynimize Kimler, Nasıl Girerler
“Beynimize Kimler, Nasıl Girerler ya da Milletvekilinin Fikri Bağımsızlığı” başlığı ile kitaba giriş yapan Akarcalı, koyun karaciğerinde yer alan bir kurtçuğun hikayesini anlattıktan sonra “Bizim beyinlerimize de girenler var mı? Varsa kimdir bu girenler? Kendi irademizle yaptığımızı sandıklarımız aslında beynimize girmiş olanların bizlere yaptırdıkları mı? Beynimize girenler varsa bizleri kimlere yedirmek istiyorlar? Çok ilkel yapıda adeta tek hücreli olan bir kurtçuk son derece karmaşık ve kuvvetli bir yapıya sahip karıncayı ele geçirebiliyorsa, bizleri de ele geçirmeye çalışan ilkel ve gelişmemişlere karşı nasıl direnebiliriz? Biz beyinlerimizin mi yoksa Beylerimizin mi egemenliği altındayız?” sorusunu soruyor.
Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın milletvekilleri ile ilgili “Milletvekilinin havasına dokunmayın yeter! Yoksa başka her şeyini alabilirsiniz!” cümlesini aktaran Akarcalı, görüşlerini şöyle dile getiriyor:
“O gün de bugün de milletin vekilinin aslında havasından başka bir şeyi de gerçekten kalmamıştır. Yaptığı söylediği her şey kötü, aldığı maaş ağızlara sakız, kalecinin 99 kurtarıp bir yediğinde 'tu-kaka' ilan edilmesi gibi, her başarısı unutulan ve her hatası yüzüne çarpılan, insanüstü bir varlık olması beklenirken, nihayetinde kendisi de fani olan bir insandır.
Sevgili Milletvekili arkadaşım, hangi partiden olursan ol, hangi siyasi fikre destek verirsen ver, inanırsan inan ama beynine o tek hücreli kurtçukların girmesine izin verme. Kafanın bir yerinde hep bir 'acaba' bulundur. Sorup sorgulamayı ihmal etme. Söylenenlerin, iddia edilenlerin önce doğrulanmasını iste veya sağla. Göreceksin ki çoğu zaman o önüne ısrarla 'Doğrusu budur başkası yoktur!' denilenlerin pek de öyle olmadığı ortaya çıkacaktır.”
Sabahın dördünde gelen telefon
Akarcalı'nın kitabında milletvekillerinin başlarından geçen komik olaylara da yer veriliyor. Akarcalı'nın kitabından bazı bölümler şöyle:
“Sabahın dördünde Eyüp'ün telefonu acı acı çalar. Uyku sersemliğiyle acil, kötü bir şey olduğunu sanarak, 'Alo' der.'Eyüp Abi ha biz Trabizon'dan senun uşaklar, otobüsle İstanbul'dan Trabzon'a cideyruz, Ankara'da mola verunca sana merhaba demezsek ayip olur deduk, nasilsun eyu misun?' 'Sağ olun arkadaşlar eyu ettinuz, sesinuzu duydum sevindum. Aha bizim öbür Trabizon Milletvekilu Fahrettin Kurt'u aramazsanuz gücenur, bana kızar. Ha bi de onu arayin!' Biz bu fıkra-olayı nasıl veya nereden mi öğrendiğimize gelince; o gecenin sabahı Meclise uykusuz gelen Fahrettin Kurt'a 'Bu asık suratla ne dolaşırsın?' sorumuza, 'Adamlarun zoruna bak, sabahın dördünde otobüsü Ankara'dan geçermiş de beni arayıp selam etmezlerse ayıp olurmuş!' cevabını aldıktan sonra...”
“Kumda futbol oynadınız mı?”
“Hiç kumda futbol oynadınız mı? Oynamamış olanlara anlatmaya çalışayım. Kumda yani deniz kenarındaki kuma basınca ayağınız yumuşak kumun içine gömülür. Oysa alışkanlığınız, vücudunuzun, ayağınız ile bacağınızdaki kasların sizden beklediği normal sert bir zemine bastığınızdaki gibi hemen hareket etmenizdir. Oysa kumda böyle olmaz. İlerler zannederken yerinizde sayarsınız. 40-50 cm ötenizdeki topa hemen erişeceğinizi sanarak attığınız adım kuma gömülüp adeta battığı için ilerleyemezsiniz. Oysa o ana kadar, kumda oynamadan önceki bütün deneyimleriniz adımınızı atar atmaz vücudunuzun harekete geçip topa hakim olmanız şeklindeydi.
Kumda ise böyle olmadığını bir süre sonra anlar, alışır ve artık ağır çekimde oynar gibi oynamaya başlarsınız. Kumda oynamak, gayret çok/verim az bir oyundur. Sahip olduğunuz becerileri de ortaya koyamazsınız. Mevcut İçtüzük ile Meclisi çalıştırmak işte böyle bir plaj kumunda futbol oynamak gibidir.”
“Sevgili milletvekilim...”
“Sevgili Milletvekilim, bu millet var ya bu Türk milleti emin ol sağı solu hiç ama hiç belli olmaz. Öldü dediğin anda kalkar yedi düveli pataklar. Çöktü-bitti denilmesinden üç beş yıl sonra dünya rekorları kırmaya başlar. Maçı kaybetti diye 85. dakikada stadı terk edersin, tek pasla karşı kalenin önüne iner, Çin'de, Maçin'de, İsviçre'de gider Dünya üçüncülüğü alır.”
Çok uzaklaşırsan yararını göremezsin
“Tatlı ekşi ama vazgeçilmez, birbirinden beslenen bir ilişkidir basınla olan bağın. Ne çok uzak ne çok yakın olacaksın. Bu anlamda ateş gibidir. Belli bir uzaklıkta veya yakınlıkta seni ısıtır, kendini rahat keyifli hissetmeni sağlar. Çok yakın olursan bir tarafının yanmaya başladığını hissedersin. Çok uzaklaşırsan ateşin hiçbir yararını göremezsin. En iyi ilişki basını yandaş ya da hasım görmemektir.
Unutma ki kalem, mikrofon ve kamera onların elindedir ve sen nasıl 24 saat siyasetin içindeysen, onlar da her gün çıkacak gazeteye, televizyona haber yetiştirmek zorundadırlar. Siyasi parti ve siyaset adamlarının en büyük yanlışı bu gerçeği görmemektir. Basının ihtiyacı olan bilgiyi üretmez ve ona iletmezsen, onun kendi üretip yakıştırdığına fazla kızmayacaksın. Hiçbir gazete dergi, bugün haber toplayamadık demez, en iyisinden yaratır ve yakıştırır, en kötüsünden de uydurur!”
Milletvekilliği sonrası...
Akarcalı, kitabında, milletvekilliği sona erenlerin yaşadıklarına da ışık tutuyor. Akarcalı, buna ilişkin kitapta şu ifadelere yer veriyor:
“Milletvekilliği sonrası zor hayattır. Herhangi bir meslekten emekli olmaya ayrılmaya benzemez. Düne kadar önünüzde ceket ilikleyen, 'arz ederim' diye konuşup sürekli emirlerinizi soranlar bir anda kaybolur, yok olurlar; telefonda aradığınız bürokrat veya kendini önemli sayan zevat ve zer-zevat artık meşguldürler, toplantıdadırlar. Sekreterler, özel kalemler gayet nazik biçimde, 'Efendim telefon numaranızı bırakın, Beyefendi müsait olunca biz sizi arayalım!' der ama o müsaitlik de artık yok olmuştur.
Seçim bölgenizde şu veya bu nedenle, kıskançlık, garez boyunuzun ölçüsünü aldırtmak için, 'şuna gününü göstereyim' diyecek ufak adamların çıkacağını göreceksiniz. Hele iş dünyasından olanlar size en hızlı sırt çevirenlerin başında gelecektir. Bölgeye iş getirme, yatırım yapma gerekçeleriyle sabah akşam kapınızın önünde yatanlar, vakit kaybetmeden yeni seçileceklerle yakınlık kurmaya öncelik vereceklerdir.”
Son 30 yıldır TBMM'ye alınanlar...
Bülent Akarcalı, son 30 yılda Meclise alınan personele ilişkin de şu değerlendirmede bulunuyor:
“Son 30 yılda TBMM;ye alınan 5 bine yakın elemanın en azından 1000 tanesi Meclis Başkanlarıyla hemşerilik bağı olanlardır. Çoğu bakanlıkta da durum aynıdır. Dışişleri, Hazine, Maliye gibi yerler istisnayı teşkil eder. Özellikle geçmişte toplumumuzu etkileyen bu olmak kültüründe üretmek, çalışmak ve dolayısıyla hak etmek yoktur. Bir mevki, makam, güç, iktidar sahibi olduğunuz için hak sahibi olduğunuza inanır ve hep istersiniz. Bizde ana kaynak devlet olduğu için de hep devletten istenir.
İşadamı, esnaf, çiftçi, memur, emekli, öğrenci hepimiz devletten bir şey isteriz. Bu istek karşılığında pek bir şey de vermeye hazır değilizdir. Siyasetçi de devlet sırtından, partililerinin ve seçmeninin isteklerini karşılar.”
“İki fakülte bitirdim...”
Kitapta yer alan diğer bir anı ise şöyle:
“Büyük bir holdingin gazeteye verdiği ilanda, holdinge bağlı şirketlerden biri için Genel Müdür Yardımcısı arandığı belirtiliyor. Başvuruda bulunanlarla tek tek görüşülüyor. İçlerinden 'ODTÜ'de iki fakülte bitirdim' diyen biri beğeniliyor ve işe başlatılıyor. Ancak haftalar geçiyor, iki fakülte bitiren bu arkadaştan beklenen verim bir türlü alınamıyor. Asım Kibar, 'Bu genci nereden buldunuz?' diye sorduğunda, 'Efendim, ODTÜ'de iki fakülte bitirmiş. En iyisi buydu, aldık' karşılığını veriyorlar.
Asım Kibar, 'Peki, gönderin şunu bana, kendisi ile bir konuşayım bakalım' der ve iki fakülte bitiren kişi gelir. Kibar; 'Evladım, sen ODTÜ'de iki fakülte bitirdiğini söylemişsin. Hangi fakülteleri bitirdin?' 'Efendim ben ODTÜ'de Mühendislik Fakültesi ve İktisadi İdari Bilimler Fakültelerinin inşaatlarını bitirdim. Bu fakültelerin inşaatında, taşeron olarak çalışmıştım!”