Güncelleme Tarihi:
AK Partili Uçum, Habertürk Gazetesi'nden Balçiçek İlter'in çözüm süreci ile ilgili sorularını yanıtladı.
-“Çözüm süreci’’ nedir sizce?
Çözüm süreci, Kürt sorunu üzerinden yürütülen şiddet politikalarının ve silaha dayalı pratiklerin bitirilmesi amacıyla başlatıldı. AK Parti hükümetleriyle Kürtlere yönelik inkâr ve asimilasyon politikaları, baskıcı devlet pratikleri sona erdirildiği için Kürt sorununun şiddete dayalı bir kalkışma oluşturan ve kısmen meşru kabul edilen özelliği ortadan kalktı. Özellikle 2014’ün mart ayında yasalaşan demokratikleşme paketi ile 2014’ün temmuz ayında kabul edilen Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirme Yasası’ndan sonra Kürt sorunu genelde demokratikleşme sürecinin bir parçası haline dönüştü.
-Peki, AK Parti cephesinde tanımı değişti mi?
Her ne kadar çözüm süreci silahsızlanmanın sağlanması, silahlı unsurların ülkeyi terk etmesi, geri dönüşler ve koruculuk sisteminin kademeli tasfiyesi olarak planlandıysa da pratik içinde bu somut içeriği aşan bir anlam ortaya çıktı evet. Türkiye’nin demokratik bütünlüğü, güvenlik ve toplumsal bütünleşme boyutu öne çıktı. Ayrıca çözüm sürecinin içerideki etki alanının sadece bir bölgeye ve bir kimlik grubuna ait olmaması, tüm ülkeyi etkisi altına alma özelliği. Çözüm sürecinin Kürt sorununun merkezde olduğu bir süreç olması sebebiyle Ortadoğu’daki tüm Kürtleri ve bağlantılı olarak diğer toplumları etkileyen yanları da unutulmamalı. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın küresel açıdan ekonomik ve politik güç savaşlarının alanı olması ve bunun çözüm sürecine etkileri önemli tabii... Çözüm sürecinin farklı özneleri var artık...
-Ne gibi özneler?
Merkezi özne en başta... Çözüm sürecinin temel ve merkezi öznesi icrai role sahip olan devlettir. 6551 sayılı yasayla devlet tüm organlarıyla çözüm sürecinin sorumlu ve yürütücü yapısı haline getirildi. Bu yasa çözüm sürecini bir devlet politikasına dönüştürdü.
-Muhatap kim?
Bu boyut silahsızlanmayı ve kalıcı barışı içerdiğinden Öcalan liderliğindeki PKK çözüm sürecinin bu boyutu açısından muhataptır. Ancak geri dönüşler bakımından Ortadoğu ve Avrupa’da yaşayan tüm yurttaşlarımız muhataptır. Koruculuğun ıslahı çerçevesinde tasfiyesi açısından ise korucular muhataptır.
-Ya HDP?
Onlar taraftır. HÜDA PAR da taraftır örneğin. Çözüm sürecinin Türkiye’nin demokrasisini geliştirme, demokratik bütünlüğünü koruma ve bütün ülkeyi etkileyen yönleri açısından ve ülkesellik boyutunu gözetmek bakımından Türkiye’deki tüm siyasi aktörler, bölgede güçlü olan siyasi partiler taraftır, AK Parti de dahil. Tabii unutmamak gerekir ki Türkiye toplumu tüm bileşenleriyle, tüm kimlikleriyle hangi bölgede yaşarsa yaşasın ülkesel seviyede çözüm sürecinin sosyolojik öznesidir. Ve son olarak dış özneler... Dış özneler bölgede bulunan güçler ile bölgede hesabı bulunan güçler olarak iki ayrı kategoride sınıflandırılabilir. Devletin bu öznelerin üstünde bir konumu olduğunu unutmayıp bu öznelerle ilişkisini düzenlemesi gerekmektedir.
‘TÜRKİYE MİLLETİNİN İNŞA SÜRECİ REFORMLA GÜVENCE ALTINA ALINABİLİR’
-Tanımı değiştiğine göre, isim çözüm süreci mi?
Fiilen “Türkiye’nin demokratik bütünlüğü süreci var” diyebiliriz. Kürt politikası, Türkiye’nin yeni siyasal sistem ihtiyacı içerisinde bir yere sahiptir ve yeni anayasal sistemin bir boyutudur. Türkiye’ye özgü başkanlık modeli, üniter yapı içerisinde adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği bir esasa dayandığından Kürtlerin yaşadığı bölgeler de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü yerel-bütünleştirici merkez yapısını kurmak hedeftir. Sonuç olarak Türkiye toplumunun, Kürt sorunu da içinde tüm sorunlarının çözümüne ilişkin yeni siyasal perspektif; yerelden temellenerek merkeze yükselen başkanlık ve yerelden merkeze kadar örülen meclisler sistemi ile halk-devlet ilişkisini yeniden yapılandıran ve halkın devlet üzerindeki etkisini artıran, böylelikle üniter yapıyı da güçlendiren bir içeriğe sahiptir. Bu siyasal perspektif yeni Anayasa ile başlayacak bir hukuk reformu sürecini zorunlu kılıyor. Ancak bu reform süreci Türkiye milletinin inşa sürecini tamamlayıp güvence altına alabilir.
-“Türkiye milleti” diyorsunuz, biraz açar mısınız?
Ülkemizin kurtuluş felsefesi 1920 Meclis’inde ve 1921 Anayasası’nda karşılığını bulan kapsayıcı Anadolu felsefesiydi. Bütün Anadolu kimlikleri eşit unsurlar olarak sürecin içindeydi. 1924’le birlikte kuruluş felsefesine geçildi. Kuruluş felsefesi dışlayıcı ve baskıcı ulus yaklaşımı üzerine kuruldu. Bu felsefeden tek etnik ve dilsel kimlik esaslı Türk milleti ideolojisine dayanan devlet pratikleri çıktı. Kuruluş felsefesi 2002’den itibaren Türkiye toplumu tarafından tasfiye sürecine sokuldu. “İkinci kuruluş dönemi” diyebileceğimiz bu sürecin felsefesi kapsayıcı ve özgürlükçü millet yaklaşımıdır. İşte bu yaklaşımı benimseyen Türkiye toplumunun bugün oluşturmaya çalıştığı millet artık Türkiye milletidir. Kürt sorununun çözümü de esasen, Türkiye’deki bütün etnik, dilsel, dinsel ve farklı yaşam tarzı kimliklerinin tamamının eşit parçası olduğu, Türkiye milletinin oluşum süreciyle iç içe geçti. Yani dışlayıcı ve baskıcı Türk milletinden kapsayıcı ve özgürleştirici Türkiye milletine geçiş sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği bir siyasal realite söz konusudur. Gerçekten de Türkiye toplumu, özellikle AK Parti hükümetleriyle birlikte bir Türkiye milleti inşa süreci yürütüyor. Bu tamamlandığında sadece Türkiye bakımından değil, bölgedeki Kürtler ve diğer tüm toplumlar bakımından da çok önemli imkânlar doğacağı görülüyor.
-Teoride bu söyledikleriniz anlamlı olabilir ama Cumhurbaşkanı “Çözüm süreci bitti” dedi örneğin, sonra “Buzdolabına kaldırıldı” yorumları yapıldı...
Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımı aksiyonel değil reaksiyonel bir yaklaşım. Durduk yerde bir pozisyon almadı, yaşananlardan sonra aldı. Öncelik aslında Türkiye sınırları içerisinde silaha dayalı hiçbir pratiğin kalmamasını sağlamaktır. “Silahlar gömülmelidir”, silahlı unsurların sınır dışına çıkması vs... Kalıcı barış önemlidir ama sürecin sadece bir boyutudur. Siyasiler sadece bu boyut üzerinden tutum aldılar ve bu boyut bütün bu sürece mal edildi, yanlış burada. Cumhurbaşkanı, Öcalan’ın iradesine rağmen, sözünde durmayan Kandil’e karşı bir tavır geliştirmiştir.
-Peki pratikteki “çözüm süreci” ne zaman bitti?
PKK’nın, Kandil’in ikili siyasete geçmeye karar verdiği anda bitti. Rojawa ve Kobani’den sonra PKK demin tanımlamaya çalıştığım Türkiye’nin demokratikleşme projesinin parçası olacağına, karşı bir projenin içinde yer aldı. Hem sınırlar içinde demokratikleşme talepleri devam etti hem de sınırlar içinde bölgesel egemenlik peşine düştüler. Eski deyimle “4 parça siyaset’’ tekrar devreye sokuldu.
-Nedir o siyaset?
Kürtler Ortadoğu’da 4 ülkede yaşar. Irak, Suriye, Türkiye ve İran. Nihai hedefi “bağımsız birleşik Kürdistan” olmak üzere, ara hedefler bu bölgelerde bölgesel egemenlikler kurmaktır. Bunların adı da kantondur, biliyorsunuz.
-Çok uçuk bir hedef değil mi?
Fantazi bir hedef olabilir, haklısınız, gerçekleşmesi mümkün de olamayabilir ama 2013 sonundan itibaren PKKKandil hattını yönlendiren hedef bu oldu, onu söyleyebilirim. Hem Türkiye’nin demokratik imkânlarından yararlanarak tüm ülkeye yönelik siyaset yapacaksınız hem de bölgede fiili yapılar oluşturacaksınız, bu kabul edilir bir şey değil. Örneğin HDP kurulduktan sonra BDP ne oldu? Adı değiştirildi, DBP oldu. Niye? Demokratik Bölgeler Partisi’nin görevi bölgede alternatif yapılar oluşturmak. Son 2 yıl içinde güvenlik güçleri oluştu, kendilerine göre “otoritelerini” oluşturdular.
-Hükümet tüm bu yapılanmalara göz mü yumdu?
Siyaseten verilmiş bir izin söz konusu değil. Bürokrasi AK Parti’nin çözüm süreci iradesini kendine göre böyle tercüme etti ve süreçlere müdahale etmedi. Bürokrasi idari davranmak yerine siyasi bir tutum aldı. Asker, emniyet ve diğerleri... “Biz şimdi müdahale edersek çözüm sürecine zarar veririz” endişesiyle davranıldı ama aslında bu onların görevi değildi.
‘SİYASİ İDARE, OLAYIN GÜVENLİK BOYUTUNDA BAZI EKSİKLİKLER YAŞADI’
-Bu söylediklerinizi duyunca sanki süreçte hükümetin hiç suçu yokmuş gibi bir anlam çıkarıyorum, öyle mi?
Hayır hükümet de günahsız değil. Eğer bir süreçte aksamalar varsa, ortaya çıkan sonuç hedeflenene uymuyorsa, mutlaka o süreci yürütenlerin yaptığı bazı eksikler de vardır. Siyasi idare, olayın güvenlik boyutunda bazı eksikler yaşadı. Bürokrasiyi etkili bir biçimde yönlendiremedi. Bürokrasi de kendi başına kaldığında inisiyatif alarak siyasi davrandı.
-Abdullah Öcalan bütün bu sürecin neresinde şu anda?
Öcalan Kürt yurttaşlarımızın belli bir bölümünün lider olarak kabul ettiği bir siyasal aktör. HDP ve Kandil açısından hep bir ağırlığı oldu ve kanımca bundan sonra da olacaktır. Şimdiye kadar Öcalan ile devletin ilişkisi hep bürokrasi üzerinden oldu. Öcalan’ın siyasi tek ilişkisi HDP üzerinden oldu. Şimdi ortaya çıkan ihtiyaç, Öcalan ile siyasi ilişki yürütme ihtiyacıdır. Çerçeve yasa sayesinde biliyorsunuz, “çözüm süreci’’ artık bir hükümet politikası olmaktan çıkmış, kanunu olan bir devlet politikasına dönüşmüştür.
'ÖCALAN'IN MUHATABI DEVLETTİR'
-Yani “Öcalan ile görüşen siyasetçi artık devlet adına görüşüyor” diyebiliriz.
Evet, tam da bunu söylemek istiyordum. Öcalan’ın muhatabı devlettir. Bir noktada o tekrar görüşmeyi talep edebilir ya da süreç onunla görüşmeyi zorunlu kılabilir. Emin olduğum tek bir şey var; Öcalan ile siyasi ilişki artık sadece HDP üzerinden yürütülemez. Öcalan ilişkisi, bu ülkenin siyasi aktörleri tarafından yürütülmesi gereken bir ilişkidir. Koşullara göre hükümet hangi boyutta olacağına karar verecektir. Öcalan’ın başında olduğu yapı “kalıcı barış’’ açısından muhataptır. Kim eline silah veriyorsa bu insanların, Öcalan aracılığıyla buna son verilebilir.
-Öcalan, silahları durdurmada bugün etkili olabilir mi?
Olabilir.
-O zaman niye görüşmüyorsunuz?
Konjonktürel olarak şu an olmayabilir ama uygun zamanlamada olabilir. Öcalan’ın da düşen ve artan bir rolü var. Şu aşamada “Öcalan ile böyle bir görüşme yapmak devletin operasyonlarıyla ilgili bir zaaf yaratır” kaygısı taşınıyor olabilir. “Devlet, Doğu’daki bu alternatif yapının, ‘gölge devlet’in yaptığı uygulamalara bir anlamda ses çıkarmadı” noktası sizin de demin söylediğiniz gibi, nasıl bir zaaf görüntüsü yarattıysa, burada da zaaf çıkabilir. Bu süreç sonsuza kadar böyle gitmez tabii.
-Operasyonların ve “Çözüm süreci bitti” açıklamalarının seçim yatırımı olduğu iddiasına ne diyorsunuz?
Hedef HDP’yi barajın altına itmek mi? Bunu iddia etmek ahlaki ve etik açısından son derece sorunlu bir yaklaşım. Çözüm süreci başladığından beri PKK ve Kandil operasyonlarını bitirmedi, binin üzerine eylem var. Buna rağmen hükümet tarafında zaaf gibi algılanan tolerans hep gösterildi. Amaç neydi? Kalıcı barışı sağlamak için provaskasyonlara gelmemek, güvenlik politikalarına geçmemek. İyi niyetli ve insani yaklaşım... Ama seçimlerden sonra “Baraj yapıldığı için ateşkesi bozuyoruz” açıklaması PKK’dan geldi. “Orduya karşı değil AK Parti’ye karşı savaş veriyoruz” açıklamasını da Cemil Bayık yaptı. Hatta “Ordu kendisini kullandırtmasın” dedi. Ve infazlar.... Bütün bunlara bakıldığında devletin operasyon kararı reaksiyon kararıdır, aksiyon değil.
-Ne olacak bundan sonra?
Acilen silahların bırakılması lazım. Öcalan devreye sokulabilir. Türkiye toplumu operasyonların sonuç vermeden devam etmesine izin vermez. Bir sonucu olmalı. Çözüm süreci, ismi, tanımı değişmiş bile olsa, en büyük tarafı Türkiye toplumunun ta kendisidir.