Güncelleme Tarihi:
Katıldığı bir televizyon programında konuşan Ömer Çelik, “Türkiye'nin terör örgütleriyle muhatap olması durumunda, 30 kilometre derinlik dahil. Daha da ötesi olabilir. Bunu vurmaktan ve dağıtmaktan başka bir seçeneği yoktur” ifadelerini kullandı. Çelik’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
Geriye gidip baktığımızda biz şimdiye kadar bu askeri operasyonları yapmasaydık, içeride bu mücadeleyi vermeseydik ne olacaktı? Net bir şey var, o da şu; uzun zamandır çeşitli şekillerde bölgede haritanın değişebileceğine dair yorumlar yapılıyordu. Gelinen noktada gözüküyor ki, biz bu terörle mücadele operasyonlarını yapmasaydık, sınırımızın dibinde terör yapılarının birer devletçilik şeklinde varolacağı kesin olacaktı. Uzun zamandır Suriye'de, Irak'ta, hatta Kafkasya'da, Balkanlar'da denklemin değişebileceğine dair çeşitli tartışmalar yapılıyor. Bildiğimiz devletlerin dışında bütün devletleri yatay kesen asimetrik güçler söz konusu oldu. 11 Eylül'den beri dünya düzenini değiştirecek terör müdahaleleri yapıyordu bunlar. Irak'ta diğer yerleri altüst eden tablo ortaya çıkmıştı. Netice itibariyle terör örgütlerinin müstakil güçler olarak daha da kuvvetlenmesine yol açtı. Biz ya buna göz yumacaktık, ya da bu yapıları yok edecektik. DAEŞ'le ilgili operasyon yapınca bir destek geliyor ama PKK operasyonlarında gelmiyor. Burada DAEŞ'i kendileri açısından fiziki, ideolojik tehdit olarak görüyorlar. PKK, YPG onlar açısından belli siyasi neticelerin hayata geçirilmesi için bir enstrüman, bu net.
"TÜRKİYE İÇİN VAROLUŞSAL BİR SEBEBTİR; VURUR VE DAĞITIR"
PKK'nın Suriye ve Irak'taki hareket tarzı belli ki terör örgütünü aşan akıl tarafından yönlendiriliyor. Bu kimdir? Daha kollektif bir yapı mıdır, konuşuyoruz. İşin gidişatına bakılınca güçlü bir destek aldığı görülüyor. Biz bunu daha önce Afganistan'da gördük. ABD, Rusya kullandı. Bir vekalet savaşı veriliyordu. Rusya-Ukrayna savaşı ortaya çıkmasaydı, bu gün savaşın olmadığı denklem düşünün, bizim sınırlarımızdaki hareketlilik, tehdit daha da büyüyecekti. Neticede, sınırımızdan itibaren 30 kilometre derinlik dahil olmak üzere, bunu tehdit olduğunda Türkiye açısından tercih değil varoluşsal zorunluluktur; vurmak ve dağıtmak! Hiç kimsenin 'bu terör örgütü değildir' diye argümanı sözkonusu olamıyor. DEAŞ çok uzaklardaki Avrupa başkentini tehdit ediyor diye böyle bir konsolidasyon yapıyorsunuz. Netice şu; Türkiye'nin bu şekilde bir derinlik içerisinde, terör örgütleriyle muhatap olması durumunda, 30 kilometre derinlik dahil. Daha da ötesi olabilir. Bunu vurmaktan ve dağıtmaktan başka bir seçeneği yoktur.
“TEMASLARIMIZ SÜRÜYOR”
Bölge haklarıyla ve tüm gruplarla kesintisiz temaslarımız var. İnsani yardımla ve güvenlik anlamında. Bu Kobani düştü düşecek tartışmaları yaşanırken Kuzey Irak'tan yardıma gelmeye çalışanları bile PKK engellemişti. Kuzey Irak'taki haber ajansı bunu haber yapmıştı. PKK'nın istediği burada katliam olsun, kendi propagandasını yapsın. Terör örgütünün retoriğine, ideolojisine bakarsınız amacını göremezsiniz. Hareket tarzına bakıldığında, buradaki bilinen devlet yapıların dışında siyasi oluşumlar isteyenlerin kullandığı elverişli bir araç onlar açısından. Bölge halklarının güvenliğini sağlamak ve egemen bir devlet olarak Türkiye'nin milli güvenliği sağlaması açısından bu askeri operasyonlar kuşkusuz sürdürülecektir. Bölgedeki sorunlar çözülmeye çalışırken, bir şey gözüktü. Bu süreç uzadıkça terör örgütleri daha çok yerleşmeye başlıyor. Buradaki bilinen devlet ve toplum yapıları büyük tehditle karşılaşıyor. O zaman Suriye ile görüşmek, diyalog kapılarını yeniden açmak bölge için zorunlu açılım olarak gündeme geliyor.
"SİYASİ SÜREÇ DEVAM EDİYOR"
Cumhurbaşkanımızın Esad'la diyalog süreci vardı. Türkiye bölgeye büyük dalga geldiğini gördü. Bölgedeki devlet yapıların dağılmaması için, toprak bütünlüğünün bozulmaması için. Bütün bunlar iyi niyetle ortaya çıkan yeni dinamiklere bölgedeki devletin uyumlarını sağlamak. Süreç başlayınca, kendi halkını katletme şeklindeki süreç, bu iplerin kopması anlamına geldi. Türkiye hassasiyetini yine koruyacak, bölgedeki devlet yapılarını ve toplumları tehdit eden terör örgütlerinin kurumsallaşması gibi tablo çıkıyor. O zaman birinci öncelik bu tabloların yok edilmesidir. Buna müsaade etmemek için bir yandan terörle mücadele operasyonları, bir taraftan istihbarat düzeyinde olan belli olgunluktan sonra siyasi düzleme taşınabilecek. İstihbarat örgütleri arasındaki görüşmenin bir ajandasını gündeminize getirdiğinizde ikili ilişkilerden, terörle mücadeleye kadar bir durum söz konusu olacaktır. Türkiye buradaki devlet yapılarının parçalanması, bir zarar gelmesi şeklinde bir politikanın peşinde olmadı. Bu devlet yapılarını kullananların katliamları yapmaması şeklinde tutum geliştirdi. Şimdi gelinen noktada, siyasi süreç devam ediyor, orada bir anayasa sürecini destekliyoruz. Birden çok mekanizmanın içinde yer alıyoruz. Terör örgütlerinin daha fazla yerleşmeye başlaması, Batılı ülkelerin destek vererek bunları devletçik haline getirme çabası olunca, bu yapıların dağıtılması önemlidir.
“SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ ÖNEMSİYORUZ”
Suriye'nin toprak bütünlüğünü önemsiyoruz. Terör örgütü Suriye için de tehdittir, bizim için de tehdittir. Dolayısıyla iş birliği yapılabilir. Tıpkı Afganistan gibi Suriye'yi vekalet savaşının zemini hale getirmek şeklinde karmaşık ilişkiler içinde yürüyen bir şey var. Bizim etrafımızda sağlam devlet yapıların olması her zaman için daha elverişlidir. Irak'ta eğer PKK terör örgütünün barınmasını engelleyebilse hükümet, o zaman bizim oraya müdahale etmemize gerek kalmayacak. doğrusu ve arzu edilen onların temizlemesidir. Temizleyemediği zaman doğrusu bizim müdahalemiz oluyor. Suriye açısından tırnak içinde devletçik derken bir şey üzerinde söylüyorum. Bunlara birtakım fabrikalar kuruyorlar, tesisler kuruyorlar. En son Fransız firmasının yaptığı barınaklar, tüneller. Petrolle ilgili girişimde bulunabilecekleri yapılar kuruyorlar. Bu o bölgede Suriye, Irak, Türkiye için de, Türk, Kürt, Arap ve diğer unsurlar için de en büyük tehditlerden biri olacaktır. Bunların yok edilmesi önceliklidir.
“ANAYASA ÇALIŞMAMIZ HAZIR AŞAMASINA GELDİ”
Bizim anayasa çalışmamız hazır aşamasına geldi. Bütçe maratonundan sonra gündeme alınacaktır. Temel haklar konusunda Cumhurbaşkanımız referandum tercihinin kullanılmaması şeklinde tercihte bulundu. Aile bölümünü bahane ederek birileri geride durabilir. İdeal olanı Meclis'te çözülmesi gerekir. Çözülmediği zaman netice itibariyle milletin iradesinin karar vereceği aşamaya gelebilir. Türkiye'nin temel haklar meselesinde bilek güreşinden çıkmasıdır mesele. Gelinen noktada anayasa düzenlemesiyle karara bağlanması en doğrusudur. Bu meselede geçmişte yapılanın yanlış olduğunu net bir şekilde ortaya koymak için önlerinde fırsat var. Konu refenduma gitse Türkiye Cumhuriyeti kanunu en ezici oyunu alır. Buna karşı durabilecek organizasyonlar ise siyasi akıl tutulması olur. Ailenin korunmasıyla ilgili atılacak adım kendi sosyolojimizi düşündüğünüzde vatandaştan yüksek alabilecek durumdadır. Cumhurbaşkanımız anayasa deyince bu konuyu ggündeme getirenler kendi içinde dağınıklık yaşadılar. Hatta Kılıçdaroğlu'nu koz verdi diye eleştirdiler. O organizasyon bu meselede aile meselesini bahane ederek kaçmaya çalışıyor. Buna hayır diyenler siyasi akıl tutulmasıyla karşı karşıya kalırlar. Herhalde bütçeden sonra gündeme gelir bu konu.
“6’LI MASADAN BİR ŞEY DUYDUK MU?”
On yıllarını kaybetmiş insanlar var, bunlar aramızda. Ana muhalefet liderlerinin 'hadi helalleşelim' dediğinde o insanların diyeceği sözler var. Yakın zamanda biri tekrar başörtüsü ile mücadele edeceğiz dedi. Aşağıdaki vesayet zihniyeti, 28 Şubat zihniyeti yeniden kendisine sahne bulmak için fırsat kolluyor gibi tablo da var. Herkesin söylediği sözün toplum nezdinde karşılık bulacağını da göreceğiz. Bu şekilde insanımıza acılar yaşatmış, hala yaşatmayı arzulayan kesimlerle mücadele etmeyi çalıştığını düşünmek isterdim Kılıçdaroğlu'nun. Bunu Türkiye için hayırlı bulurdum. Bunun mücadele olması için ne gerekiyor? Siz bunu söyledikten sonra eskiden bakanlık yapmış birisi çıkın 'bu mücadeleyi ben ve yanımdakiler verecektir' deyince bunun karşısında bir ses duymak isteriz. Demokrasiye bu kadar vurgu yapılıyor, retorik yükseltiliyor. Yargı bağımsızlığı deniyor. Bir genel başkan yardımcınız, milletvekilleriniz mahkeme basmış. Bununla ilgili bir şey duyduk mu? 6'lı masadan bir şey duyduk mu? Mavi vatanla ilgili danışmanları bu maksimalist yaklaşım diyor. Bununla ilgili bir şey duyduk mu? Sistematik bir dönüşüm görmüyorum.