Güncelleme Tarihi:
AK Parti hükümeti, yönetimlerine karşı net pozisyonlar aldığı Mısır ve Suriye’de halkın sempatisini de yitirmiş görünüyor. Araştırmada imzası olan Prof. Dr. Mensur Akgün, Davutoğlu’nun İran ve Irak ziyaretlerinin hatalardan ders çıkarıldığını gösterdiği görüşünde. Akgün ile Türk dış politikasının fotoğrafını çektik, Gülen Hareketi’nin uluslararası konumunu konuştuk.
ORTADOĞU’DA GÜLEN HAREKETİ FAZLA TANINMIYOR
Araştırmada, hakkında en olumlu düşünülen İslami akımlarda yüzde 44’le Hizbullah başı çekiyor. İkinci sırada yüzde 42 ile Hamas, üçüncü sırada yüzde 35 ile Müslüman Kardeşler var. Yüzde 10’luk bir oranla Gülen Hareketi de bu listeye girmiş. Bu oranlar ne anlama geliyor?
Tabii Hizbullah, İsrail’e karşı mücadelede kendini tescil etmiş bir akım. Yıllardır ortalıkta, herkes tarafından tanınıp biliniyor. Bu soruları ‘Ne kadar seviyorsunuz’ diye soruyoruz. Ama yanıtlar, Fethullah Gülen hareketini tanıyorlar da ‘Sadece yüzde 10 seviyorlar’ anlamına gelmiyor. Bu veriler yanıltmasın, sadece tanıyanların verdiği bir reaksiyon. Yoksa Hizbullah, Gülen Hareketi’nden daha çok seviliyor demek değil. Burada aslında ölçülmeye çalışılan bilinirlik oranları.
O halde bizim ülke içinde çok önemli bir akım olarak gördüğümüz, bütün dünyada ciddi bir ağı olan Gülen Hareketi, Müslüman dünyanın içinde o kadar bilinirliği olan bir hareket değil mi?
Değil. En azından İran, Kuzey Afrika ve Körfez Bölgesi’nin de dahil olduğu bu 16 ülkelik coğrafyada Gülen Hareketi çok fazla bilinen bir hareket değil. Okulları var ama halkla birebir temas kuran bir hareket değil. Hizbullah devlet gibi çalışıyor, hastaneleri var, parlamentonun içinde. Gülen daha çok Türkiye merkezli bir İslami hareket olarak algılanıyor. Bu oranda bir bilinirlik de aslında kötü bir sonuç değil.
GÜLEN HAREKETİ HIRİSTİYAN MİSYONERLİĞİNE BENZİYOR
Eğer Gülen hareketi bir İslami akım olarak faaliyet alanı bazında kendini Ortadoğu’dan ziyade Batı’da, Afrika ve Orta Asya’da daha çok gösteriyorsa, bu size uluslararası sistem içindeki konumları açısından ne söylüyor?
Ben hep Gülen Hareketi’ni Türkiye’de 200 yıl önce kurulan ve benim kızımın gittiği Saint Joseph Lisesi’ni kuran insanların misyonerlik hareketine benzetiyorum. Onlar evet kendi dinlerini ve ahlak anlayışlarını Türkiye’ye taşıdılar ama aynı zamanda Fransız emperyalizmini de taşıdılar. İnsanların Fransa’ya karşı sempati duymalarını sağladılar, yani yumuşak gücünün yükselmesini temin ettiler. Şimdi Gülen Hareketi de çok geç kalmış şekilde, 150 yıl geriden bunları yapıyor.
Faaliyetlerinde ‘milli vurgu’ da yüksek demek istiyorsunuz.
Evet, kesinlikle. Yani Türkiye’ye kümülatif etkisi çok fazla olan bir hareket. Ülke siyaseti içindeki siyasi tartışmalardan bağımsız olarak söylüyorum bunu. Onu bunu yaptılar, alttan vurdular, üstten vurdular, o ayrı bir tartışma konusu. Ama Hizmet Hareketi’nin kendi dışa vurum mantığına baktığınız zaman Hıristiyan misyonerlerin 150-200 yıl önce yaptıklarından çok farklı değil.
HÜKÜMETLE GERİLİM HAREKETİN KATKISINI SIFIRLAMAZ
Uluslararası arenada da bu şekilde mi algılanıyor sizce?
Yurtdışında kurdukları okullar ve derneklerle Türkiye’nin gücünün artmasına katkıda bulunduklarını düşünüyorum.
Bu çalışmalar sırasında İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi ile dirsek temasında olmaları hem hükümet hem de Türkiye’deki diğer İslami gruplar tarafından çok eleştiriliyor.
Bu kötü bir şey değil. İyi ki dirsek temasındalar, çünkü Türkiye’den birilerinin onlarla temas içinde olması çok önemli. Zaten Amerikalılar harekete baktıkları zaman sadece hareketi değil aynı zamanda Türkiye’yi de görüyorlar.
Harekete daha makro bir çerçeveden baktığımızda Türkçe öğreten okullarıyla, Türkçe olimpiyatlarıyla sanki bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurmakta pek de başarılı olmadığı Türk diyasporasını kurma hedefleri var gibi.
Tabii tabii, bugüne kadar çoktan yapılmış olması gereken sivil toplum teşebbüsleri bunlar. Ama bunlar din merkezli, dinin özel bir yorumu merkezli sivil toplum teşebbüsleri. Onların yaptıklarını eleştirmek yerine başkalarının onlardan daha iyisini ya da benzer şeyleri yapması gerekiyor. Bu laik kesimler için de geçerli. Bugün belki AK Parti ile Hizmet Hareketi arasında bir gerilim var ama bu gerilimin varlığı hareketin Türkiye’ye katkısını görmemize engel olmamalı.
GÜLEN HAREKETİNİN GÜCÜ İTİDALİNDEN
Bazı çevrelerde şöyle komplocu bir bakış var; Amerika da yeri geliyor Gülen Hareketi’ni kullanıyor, o yüzden kendi ülkesinde de bu kadar büyümüş olmalarına ses çıkarmıyor.
Bu çok normal değil mi? Aslında iyi bir şey bu. Medeniyetler çatışmasının var olduğu bir dünyada onların yaptıkları işler Amerikalılar tarafından doğal olarak takdirle karşılanır. Çünkü gayet yapıcı bir İslam anlayışını hâkim kılmaya çalışıyorlar, uluslararası çapta en azından. Doğal olarak Amerikalılar bunun arkasında duruyor. Ama kullanıyorlar mı o boyutunu bilemem. Yine söylüyorum, Türkiye’de yaşadıklarımızdan bağımsız olarak bunları görmemiz gerekiyor. Benim gözlemlediğim kadarıyla Amerika’nın bu tür Müslüman hareketlere ihtiyacı var. Bunların ikisinin buluşmasından daha normal bir şey olamaz. Ama eğer Gülen Hareketi iktidarla olan mücadelesi yüzünden radikalleşirse bütün zemini kaybeder. Aynı desteği kesinlikle göremez. Ne Türkiye’nin içinde görür, ben böyle şeyler söylerim, ne de Amerikalılar onlara aynı desteği verir ve imkânları tanır, etkinliklerine senatörler ve temsilciler meclisi üyeleri katılır. Onların dini referansları güçlü olan bu iktidarla ilişkileri uluslararası olarak kendi referanslarının katlanmasının nedeni. Ama şu ya da bu sebeple çatıştıkları zaman bu güçlerini kaybedeceklerdir, bu kaçınılmaz. Radikalleşirlerse arkalarında Amerika’yı ya da başka bir gücü göremezler. Hareketin gücü itidalinden kaynaklanıyor.
BAĞIRIP ÇAĞIRMADAN İLKE SAVUNULUR
Araştırmanız bu yıl, son iki yıla kıyasla Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerindeki algısında keskin düşüşler olduğunu ortaya koydu. En çarpıcı olan Mısır’da Türkiye hakkında olumlu düşünenlerin oranının yüzde 84’ten yüzde 38’e düşmüş olması. AK Parti hükümeti darbeye karşı çıkarken nerede hata yaptı?
Türkiye 2013’ün ağustos ve eylül aylarında çektiğimiz bu resimden dersler çıkarmak zorunda. Doğrudan doğruya mevcut rejimi karşınıza almak belli ki Mısır’ın çok büyük bir çoğunluğunu karşınıza almak anlamına geliyor. Türkiye ilkelerini savunurken illa ki bu kadar yüksek sesle konuşmak, bağırmak, çağırmak durumunda değil. Biz demokrasi promosyonunu daha çok yeni, 2000’li yılların başında benimsedik. İşler iyi giderken, demokratikleşme yolunda seçimler yapılırken bu tutarlı bir politikaydı ve çıkarlarınızı da koruyordu. Ama işler tersine sarmaya başlayınca dış politika açısından ciddi bir sorun ortaya çıktı. Türkiye bir seçimle karşı karşıya kaldı. O kavşakta Türkiye’nin kendi içindeki şartlar nedeniyle geri adım atması çok zordu.
Neden?
Darbe tehditlerinin daha yeni yeni üstesinden gelebilmişken iktidarın geri adım atması ve bu konuda başka bir şey söylemesi çok zordu. Ama tabii bu Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarıyla çelişmeye başladı. Üstelik korumaya çalıştığınız insanların haklarını da koruyamıyorsunuz çünkü tamamıyla devre dışı kalıyorsunuz. Eğer diplomatik ilişkiler sürmüş olsaydı, Büyükelçi Botsalı’yı göndermemiş olsalardı Mısır’dan, orada eminim çok daha etkili olabilirdi.
İDEOLOJİ İLİŞKİLERİN TUTKALI
Demokrasiden taraf olan bir ilke siyasetinden bahsediyorsak neden çok takdir ettikleri ve destekledikleri Mursi’nin demokratikleşme hedefiyle çelişen politikalarını da yüksek sesle eleştirmediler?
Yüksek sesle değil ama söylediler. Bence darbeyle bunu birbirinden ayırmak gerekiyor. Yakın bildiğiniz ve iktidarda kalmasını istediğiniz bir rejim var. Gerçekten de şimdi Müslüman Kardeşler iktidarda kalmış olsaydı Türkiye bu tür sıkıntılar yaşamayacaktı. Onların hatalarının olması darbeyi meşru göstermez. Türkiye’nin duruşu doğru ama yüksek sesle konuşması yanlış.
Müslüman Kardeşler ile AK Parti arasındaki ideolojik bir yakınlık mı?
Bakın soğuk savaş döneminde de Doğu-Batı ekseni ideolojik olarak bölünmüştü. Bu ideoloji mutlaka ilişkilerin tutkalı oluyor. Bu tutkal varsa çok daha kolay ilişki yürütüyorsunuz ve o ülkeler üzerindeki etkiniz çok daha fazla oluyor. Ticari çıkarlarınız artıyor, yatırımlarınız daha rahat korunuyor.
‘Türkiye neden model olabilir’ sorusunun cevabında birinci şıkta ekonomi, ikinci şıkta demokrasi, üçüncü şıkta laiklik ve dörtte İslam var. Demek ki Türkiye’nin ne kadar Müslüman olduğu o kadar önemli değil.
Hayır değil. Zaten biz Suudi Arabistan kadar ya da diğer Müslüman ülkeler kadar Müslüman olamayız.
İSRAİL İLE GERGİNLİĞİN GETİRİSİ YOK
O halde Başbakan Erdoğan’ın uzunca bir dönem sıklıkla başvurduğu İsrail’i hedef alan İslami referanslı söylemlerinin Arap sokağındaki reel karşılığı sanıldığı kadar yüksek değil mi?
Hayır değil. Bir de işin ilginç olan tarafı, diğer verilere baktığınız zaman insanlar Türkiye’nin çatışmasını değil de çatışma çözümünde arabuluculuk rolü oynamasını istiyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük rol oynaması gerekenlerde bir düşüş var ama bu hâlâ yüzde 60 civarında. Türkiye’nin İsrail-Filistin ihtilafının çözümünde rol oynamasını isteyenler yüzde 61, bu oran Filistinliler arasında yüzde 79. Kimse aslında ‘Türkiye sorunlara taraf olmalıdır’ falan demiyor. Bir ders çıkarılacaksa, sanıyorum bu arabuluculuk çabalarına ağırlık verilmesi olmalı. Bu bir siyasi tercih meselesi ama İsrail’le gerginliğin bölgede Türkiye’ye bir olumlu getirisi yok. Tam tersine İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Mavi Marmara için özür dilemiş olmasını da olumlu buluyorlar.
Hükümet aksini iddia etse de araştırmaya göre Ortadoğu’daki pek çok ülke Türkiye’nin mezhepçi bir dış politika izlediğini düşünüyor. Neden bu algı hâlâ yükseliyor?
Suriye’de Alevi olan bir rejime karşı ve Şii İran’la ittifakına karşı Türkiye bir pozisyon aldı. Irak’ta Maliki hükümetiyle işler gerginleşti. İran’la ikili planda da gerginlikler yaşandı. NATO kalkanının parçası olan radar sistemi Türkiye’ye konuşlanınca ‘Bombalarız’ demeye başladılar. Bunlar hep mezhepçi politika olarak algılandı. Bana kalırsa öyle değil ama bu algı var ve bunun giderilmesi için çaba gösterilmesi gerekiyor. Ama mezhepçi siyaset izlendiği konusunda sadece Türkiye’nin değil bütün bölge ülkelerinin verilerinde yükseliş var. Çünkü öyle bir zemin var. El Kaide gidiyor Lübnan’da İran Büyükelçiliği’ni bombalıyor.
İKTİDAR DEĞİŞEN KOŞULLARA UYUM SAĞLAYABİLİYOR
Sizce hükümetin yeni dönemde dış politikaya yeni bir ayar yapma niyeti var mı gerçekten?
Bu hükümetin 11 yılına baktığınız zaman bir sürü hataları var ama bu hatalardan dersler çıkarttığını ve öğrendiğini görüyoruz. Mesela Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun İran ve Irak’a gitmesi, yapılan hatalardan derslerin çıkarıldığını gösteriyor. İlla ki yapılanların hata olarak kabul edilmesi şart değil. Ama değişen koşullara uyum sağlama yeteneği olan pragmatik bir iktidar olduğunu kabul etmemiz lazım. Özellikle İsrail konusunda sert çıkışlar zaman zaman oluyor. Ama bu sert çıkışların artık prim yapmadığını, külfetinin olduğunu gördükçe bu sefer o sert çıkışlardan geri adım atmaya başladılar. Aynı şey Mısır açısından da geçerli. Mısır’ın restini gördük, buna karşılık o kadar sert tepkiler göstermiyoruz. Gösterilen orantısal tepkilerin meyvesini TRT muhabirinin serbest bırakılmasında gördük. Üslup değiştikçe, oradaki reaksiyon da değişmeye başlıyor. Devletler öğrenirler, öğrenemeyen ve şartlara uyum sağlayamayanlar da zaten çökerler. Türkiye’nin en büyük şansı bu iktidarın hatalarından ders çıkarıyor olması. Bunu yaptılar, yapıyorlar ve yapacaklar.