Güncelleme Tarihi:
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Yazar, gazeteci, öğretmen?
- Eğitimim gazetecilik üstüne ve şimdiye kadar kendime hep kendime 'gazeteci' dedim. İki kitabım var. Yazı, hayatımın bir parçası. Ancak 2006'da yazmaya başladığım 'Unutma Beni Apartmanı’na gelene kadar yazdıklarımı başkalarıyla paylaşmak istemedim. Onlara yeterince güvenmiyordum. 2010’da “Artık romanlarımla kişisel bağımı koparıp başkalarıyla paylaşabilirim” noktasına geldim. Çekmecemde hâlâ başlayıp bitiremediğim, bitirip hiç beğenmediğim, beğendiğim ama biraz pişmesini beklediğim metinlerim var. İkinci romanım 'Rüyalar Anlatılmaz'ı yazmaya ilk romanım yayınlanmadan başladım. Bir buçuk yılda yazdım. Hikâye, İspanyol bir kadının aniden ortadan kaybolan kocasının peşinden İstanbul’a gitmesi ve izini sürmesiyle başlıyor. Kocasının daha önce hiç tanışmadığı ailesiyle tanışıyor ve beraberce onun peşine düşüyorlar. Fakat bir zaman sonra polisiyecilik anlamını yitiriyor. Aile üyelerinin birbirleriyle ilişkilerini, yanlış anlaşılmalarını okuyoruz. Her bölüm başka karakterin perspektifinden yazılıyor.
'Unutma Beni Apartmanı'nda anneliği sorgulamıştınız. Rüyalar Anlatılmaz'da neyi masaya yatırıyorsunuz?
- İlk kitabımda, ailenin yokluğunun kişiler üzerinde yarattığı tahribata değindim: 43 yaşındaki Süreyya'yı, bir gün, daha önce hiç görmediği annesi arıyor. O yokluğun üzerine düşünürken bütün hayatını temize çekiyor. Bunu yazarken, ailenin varlığı bir dert, yokluğu bir yara diye düşündüm. 'Rüyalar Anlatılmaz’daysa olaya tersinden baktım ve ailenin varlığının bireyler üstünde yaratacağı sıkıntıları ele aldım. İnsanın, insanı nasıl anladığını sorgulayan bir roman. Bazen kendimizi bile tanıyamazken iki kişinin birbirini tanıması, en yakınınız olsa bile çok zor olabilir.
Yine aile kurumunu irdeliyorsunuz yani...
- Aile, yazı yazan birinde kurcalama isteği uyandırıyor. Öyle bir kurum ki, onsuz sevgi bağlarından uzakta çaresizsiniz. Ama varlığında da dışarıdan göründüğü kadar güvenli bir limanda olmayabilirsiniz. Birbirine en yakın kişiler, anne-baba-çocuk-kardeş, hayatlarına daha sonra giren insanlarla kıyaslandığında daha yakın olamaz gibilerken birbirine en uzak insanlar olabiliyor. Hiyerarşik yapıda iktidar sahipleri çok zalimleşebiliyor. Kadına yönelik şiddet kampanyalarından haberdarız artık; cinayet haberleri üçüncü sayfalardan birinci sayfalara taşınıyor. Böyle bir zamanda dışarı kapalı tüm kurumlar gibi hem ailenin hem de üstümüze yapışmış bazı rollerin kurcalanmaya ihtiyacı var. Yazar olarak her zaman aile hikâyesi yazmayacağım tabii ama yazdığım karakterler ve kurguladığım hikâyelerde aile hep önemli olacak.
Kitapta 'Kanla bağlı olduğumuz birinden ayrılmak neden zor' konusu tartışılıyor. Kolay mı olmalı sizce?
- Bir insanla aranızdaki ilişkiyi belirleyen harcadığınız emektir. Anne veya baba olmak tek başına bir şey ifade etmez. İlişkilerimizi birbirimiz için emek ve önem verdiğimiz noktada başlatıyoruz. Yıkıcı biri değilim ama birbirimizi anlamak lazım. Bazen bir arkadaş, bir aile bireyinden daha yakın olabilir. Aileyi ve aile ilişkilerini çok önemsiyorum ama zarar veriyorsa da kan bağı tek başına bizi bir arada tutmaya yetmez.
Hikâyeyi yazarken ailenizden ne kadar esinlendiniz?
- "İlk romanlar hep otobiyografiktir" derler. İlk kitabımdaki Süreyya karakterini günün birinde hiç görmediği annesi arar ve olaylar gelişir... Beni de 26 yaşımdayken, günün birinde daha önce yalnızca 5 yaşımdayken bir kere gördüğüm annem aradı ve olaylar gelişti. Çocukluk, annesiz de mutlu geçebilir. Başka şeyler onun yerini tutabilir. Mutlu bir çocuktum. Travma geçirmedim. Ailem genişti: İki kardeşim, babam ve halamlarımla büyüdüm. Annemin yıllar sonra araması böyle hayırlı bir işe vesile oldu. Ama tabii, bu olaydan tek başına roman çıkmaz. Aileyle ilgili konularla hep çok ilgilendim. Sorunları konuşmaya başlamak, onları görünür kılmak çözüm için önemli. Romanı bu sorunu çözmek için yazmadım ama içinde yaşadığımız toplumun problemlerinden ayrı bir hayat sürmek de mümkün değil.
Barselona'da bir aşk hikayesi de yazılabilir belki?
- Doğrusu, aşk hikâyeleri ilgimi çekmiyor. Karanlık konular yazıp karamsar olmuyorum; gayet mutluyum. Hem, bir aşk hikâyesi de asla sadece bir aşk hikâyesi değil... Yazacak olursam da sırf bir kadınla erkeğin ne kadar mutlu olduklarını anlattığı bir hikâye olmaz. İnsanı anlamak için yaşadığı zamana ve topluma bakmalı. Mutlaka bir arka plan olur; en kötü ihtimalle karakterlerin bir ailesi olur! Hayat güzel, Barselona'nın tadını çıkarıyorum ama bunu yaparken bencilleşmemeye gayret ediyorum.
TÜRKİYE'DE ÇALIŞMAK İSTEYEN İSPANYOLLARA TÜRKÇE ÖĞRETİYORUM
Bursa’da doğdum, Yalova’da büyüdüm. Çocukluğu Ankara ve İzmit’te geçti. Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde gazetecilik okuduktan sonra 2002’de İstanbul’a geldim. Çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştım, reklam ajanslarında metin yazarlığı yaptım. Bir süredir Barselona’da yaşıyorum ve yazılar yazıyorum. Ayrıca Avrupa'daki krizden kaçıp Türkiye'ye çalışmaya gelmek isteyen İspanyollara Türkçe öğretiyorum.