Güncelleme Tarihi:
Röportajları, dolayısıyla gazetecileri pek sevmeyen Ferhan Şensoy'dan, zar zor aldığımız randevuya biraz erken gittik. Hani belki o da erken gelir de, birkaç satır daha fazla konuşabiliriz diye. Gişedeki görevliye bu durumu aktarınca şöyle bir cevap aldık: ‘‘Ferhan Bey altı dediyse altıdır, daha erken olmaz.’’ Peki Hanfendi, peki Ferhan Bey!
Çok açık olarak söylemese de röportajları biraz zaman kaybı gibi görüyor. Özellikle ‘‘kısa özgeçmiş’’ soranlara ‘‘gıcık’’ oluyor. Aslında haklı. Bir kere özgeçmişi kısa değil, tam 10,5 sayfa tutuyor: ‘‘Kısa özgeçmiş soranlar için bunu bastırdım. Soruyu sordukları anda burunlarına dayıyorum, sonra el sıkışıp ayrılıyoruz.’’ Neyse ki biz, Şensoy'un azar tonundaki sesine rağmen özgeçmişin biraz ötesine geçmeyi başardık.
Aslında yalnızca röportajlar değil, hemen herşey bir yanıyla zaman kaybı Ferhan Şensoy için; yazmak hariç. Trafikte kaybettiği saatler, boş konuşan insanlara yetiştirmek zorunda olduğu laflar, hatta son zamanlarda kendimizi seyretmekten alamadığımız stand-up komedi gösterileri. Yazı yazmadığı zaman huzursuz, hatta sinirli oluyor. Aslında yazı yazarken de pek mülayim olduğu söylenemez: ‘‘Derya'nın sağladığı ve çocukların da buna uyduğu bir çalışma düzenim var. Derya bu konuda özverili, herşeyle o ilgileniyor, çünkü benim okumam ve yazmam lazım. Ayrı bir katım var, orada yazıyorum. Kahvem gelir, ama mesela gelirken ses olmasın isterim.’’ Bunları söyledikten sonra kabul ediyor ki, ailenin yalnızca en ‘‘okur yazar’’ı değil, aynı zamanda en şımarığı da kendisi.
YEŞİLIRMAK KARŞISINDA
Kitleler onu oyuncu olarak tanısa da, Ferhan Şensoy'a göre asıl işi yazarlık. Bir gün tiyatro oyunculuğunu bırakabileceğini, ama ölene kadar yazacağını söylüyor. Yazarlıktan kastı, zaten hep yazdığı tiyatro tekstlerinin, televizyon dizi senaryolarının, reklam metinlerinin ötesinde elbette. İlk kitabı parasız ve bekar günlerini anlattığı ‘‘Kazancı Yokuşu’’ 1977'de yayınlanmış. ‘‘Afitap'ın Kocası İstanbul’’, ‘‘Gündeste’’, ‘‘Ayna Merdiven’’, ‘‘İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You’’, ‘‘Oteller Kitabı’’ diğer kitapları. Raflarda yazılmayı bekleyen onlarca dosyadan biri de, babasından dinlediği ‘‘Kaymakam Dayı’’ hikayesi: ‘‘Babamın içki masasında arkadaşlarına anlattığı bir hikaye bu. 1930'ların Çarşambası'nda geçiyor. Kaymakam Dayı, Çarşamba'nın ilk veterineri. Ama diplomalı filan değil, kocakarı ilaçlarıyla hayvanları tedavi ediyor. Oranın delilerinden, tırlamış yani. Onu, 1930-35 arası Türkiyesi'nin fonunda anlatacağım.’’
Çarşamba, Ferhan Şensoy'un memleketi. Babası Yusuf Cemil Şensoy, uzun dönem Çarşamba Belediye Başkanlığı yapmış. Esas işi ticaret imiş. Annesinin mesleği öğretmenlik. Şimdi köy gibi dediği Çarşamba, onun doğduğu 1951 yılında ilginç bir yermiş: ‘‘Bizim oturduğumuz sokakta aşağı yukarı her evde piyano vardı. Evler Yeşilırmak'a karşıydı. Fransızca konuşan veteriner Bayram Bey vardı, çocuklara ders verirdi. Bir tane de Papyonlu Faruk Amca vardı.’’
Şensoy'un, kulağa biraz gerçeküstü gelen bu ortamdan, yine pek tekin olmayan Galatasaray Lisesi'ne gelişi 1961 yılına denk gelir. Yalnızca derslerde değil fırlamalıkta da herkesin birbiriyle yarıştığı Galatasaray Lisesi'nin ikinci sınıfında tiyatrocu olmaya karar verir. Çünkü burada, ondan sözederken kendinden beklenmeyecek kadar şefkatli, duygusal bir ton takındığı, ustası Haldun Taner ile tanışır. İlk öyküler, ilk şiirler, ilk skeçler... Lise ikinci sınıfta ‘‘çakınca’’ Galatasaray Lisesi'nde debelenmek yerine Çarşamba Lisesi'nde ‘‘ekspres’’ bir diploma sahibi olur.
Liseyi, Güzel Sanatlar Akademisi'nde iki senelik mimarlık öğrenimi ve ardından Strasbourg'da tiyatro öğrenimi izler. Fransa'da Magic Circus adlı çadır tiyatrosundan ve orada asistanlığını yaptığı Jerome Savary'den çok etkilenir: ‘‘Savary'nin asistanlığını yapmak istedim. Asistan sevmezmiş, önce kovdu beni, sonra hiç Türk görmediği için merak etmiş, geri çağırdı. ‘Nazım Hikmet'in Türkiyesi'nden misin' diye sordu. Hayatımda ilk ve son defa Türk olmanın yararını orada gördüm.’’
ÇADIRDAN GEMİYE
Türkiye’ye döndüğünde, bir çadır tiyatrosunun hevesindeymiş, parası olmadığı için gerçekleştirememiş. Ama yıllar sonra başka bir mekan buluşu ile ‘‘Gemi Tiyatrosu’’ ile çıktı izleyicilerin karşısına. Gemi işi şimdilik uykuda gibi görünse de, 2000 yılı planları arasında gemi tiyatrosu var: ‘‘İhaleleri takip eden adamlarım var. Mafyadan seken bir gemi olursa alacağım!’’
Yazar, yönetmen, oyuncu, patron... Bu işlerin hepsini birden üstlenen Ferhan Şensoy, kimlerin fikrini önemsersiniz diye sorunca kendinden beklenen bir cevap veriyor: ‘‘Kimsenin fikrini pek önemsemem. Mesela eleştiri filan benim için çok önemli değildir. Birinin beğenmesini ya da beğenmemesini aynı derecede önemsiz buluyorum. Kendime beğendiremediğim şeyler vardır, onları geçmeye uğraşırım. Ama dışarıdan bir göz olarak karım Derya'nın gözüne çok güveniyorum. Bazen yaptığım işi ona gösteririm. Genellikle söylediklerine çok sinirlenirim. Çünkü doğrudur söyledikleri.’’
Ferhan Şensoy-Derya Baykal evliliği 1988 yılında, karar verildikten 10 dakika sonra gerçekleşmiş: ‘‘Aslında Derya da ben de evliliği düşünmüyorduk. Bir çocuğumuzun olacağını öğrendik ve buna çok sevindik. Ama anne babalarımız evlilik dışı çocuk sahibi olmamızı hoş karşılamadılar. O zaman Nurettin Sözen belediye başkanı idi. 10 dakikada evlendirdi bizi.’’
Bu bebek, 1989 yılında dünyaya gelen Müjgan Ferhan. Şensoy kızına kendi adını koymasının megalomanlığından kaynaklanmadığını söylüyor: ‘‘Erkek olacak sanıyorduk. Doğmadan adını koymuştuk bile, Yusuf olacaktı. Ferhan doğdu, aynı bana benziyordu. Ama herkes çocuğunu kendine benzetir diye sesimi çıkarmadım ben. Annem babam geldi, benzerlik karşısında şoke oldular. Bu arada isim düşünüyoruz ama bir yandan da Ferhan diyoruz. Sonunda öyle kaldı adı. 1990'da doğan ikinci kızımıza da Neriman Derya adını koyduk. Zaten o da aynı Derya'ya benziyordu doğduğunda.’’
Ferhan Şensoy ‘‘görev ve sorumluluklarına’’ eklenen babalığı on senedir icra ediyor. Onlara yeterince zaman ayıramadığının farkında, yine de elinden geleni yapıyor. Haftada bir yarattığı aile günü (kızlar ve Derya Baykal'ın ilk evliliğinden olan oğlu Mert'e hasredilmiş bir gün), ‘‘aslında şimdi yazı yazıyor olmalıydım’’ diye düşünmediği ender zaman dilimlerinden biri. Yine de içten içe düşünüyorsa onu bilemeyiz tabii!