Güncelleme Tarihi:
Güneri Cıvaoğlu, 1939 yılında Ankara’nın tarihi Çıkrıkçılar Yokuşu’nda aslen İstanbullu bankacı bir çiftin üç çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Doğduğu yıl başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın şiddetini artırması üzerine henüz çok küçükken Ankara merkez dışındaki Etlik Bağları’na taşındılar. Çocukluğu geniş araziler içinde, üzüm bağları ve kayısı ağaçları arasında koşturarak geçti. Ankara eşrafının önde gelen aileleri de komşularıydı. Güneri Bey bugünleri şöyle anlatıyor: “Her bağ ortasında bir ev olurdu. Böyle seyrek evler arasında iyi ahbaplıklar olurdu. Mesela rahmetli Güngör Uras komşularımızdandı… Kolejdeydi, bize ağabeylik yapar, keman çalardı. CHP milletvekili Necdet Yücel vardı. Çocukları arkadaşlarımızdı… Savaş zamanı bütün evlerin camları mavi elişi kağıdıyla kaplıydı. Projektörlerle gök taranırdı. Ben ne olduğunu sorunca babam “Alman tayyareleri gelip bomba bırakabilir diye her tarafı karartıyoruz” derdi. Yine o dönemden hatırladığım eve Hürriyet alınırdı. Babam gazeteyi bize yüksek sesle okurdu. Radyo dinlenirdi… Yaz akşamlarında genç kızlar delikanlılar asfalt anayolda akordeon çalarak bir ileri bir geri yürürlerdi. Noter Veli Bey’in güzel bir evi vardı.”
‘İLK GİTTİĞİM HABER TARİHİ ANKARA ANLAŞMASI’YDI’
Cıvaoğlu, Etlik Bağları’ndaki köy ilkokulunu bitirdikten sonra aile yeniden Ankara’nın merkezine taşındı. Cıvaoğlu da Atatürk Lisesi’ne devam etti. Hangi mesleği seçeceğiyle ilgili bir gün babası onu karşısına aldı ve dedi ki: “Sen dik başlı bir karaktere sahipsin, memur olamazsın. Onun için mühendislik gibi daha kafa tutabileceğin bir meslek seç.” O zamanlar sayıları az olduğundan mühendislik en gözde mesleklerden biriydi. Cıvaoğlu’nun deyimiyle “Bütün aileler kızlarını mühendislere vermek isterdi!” Ancak bir sorun vardı; matematikle arası hiç iyi değildi… Üstelik gönlünü kaptırdığı bir başka meslek de vardı: Gazetecilik! Güneri Bey anlatmaya devam ediyor: “Gençliğin bir isyan tarafı vardır! Ben de ‘555K Eylemi’ ve öncesinde sokaklardaydım ama çok aktif değildim… Gözlemciden biraz fazla, eylemcilikten daha az. Babam Sümerbank’ta yönetici olduğundan olaylara karışmamam için sıkı sıkıya tembihliydim. Siyasete de merak sarmıştım. Milliyet’te Abdi İpekçi’nin yazılarını okur, harçlığımla her hafta Akis Dergisi alırdım. Ömer Bedrettin Uşaklı’nın oğlu arkadaşım Spor Muhabiri Gürkut’un aracılığıyla Kasım Gülek’in çıkardığı Tanin Gazetesi’ne stajyer olarak girdim. İlk gittiğim haber de, o zamanki adı ‘Ortak Pazar’ olan Avrupa Birliği ile ‘Ankara Anlaşması’nın Türkiye adına İsmet Paşa tarafından imzalanmasıydı… Sene 1963’tü. Çok tarihi bir gündü. Yepyeni bir dünyaya gözlerimi açmıştım ve çok hoşuma gitmişti.” Ancak Tanin’deki stajyerlik günlerinin sonunu Cıvaoğlu’nun, babasının uyardığı ‘dikbaşlılığı’ getirmiş! Cıvaoğlu anlatıyor: “Haberleri gayet muntazam yapıyordum. Fakat bir istihbarat şefi vardı. Yazılarımı ‘Ver şekerim!’ diye alıyor ve neredeyse aynısını kendi yazıp içeri gönderiyordu. Birkaç ay dayandıktan sonra, ‘Al, sen temize çek!’ diye karşılık verince kendimi kapının önünde buldum!”
‘AKLIN KIZ ARKADAŞINDA DEĞİL, GAZETECİLİKTE OLSUN!’
Kendini kapının önünde bulmuş ama Cıvaoğlu’nun bir sonraki durağı gazetecilik hayali olan Akis Dergisi olmuş! Anlatmaya devam ediyor: “Bu arada Hukuk Fakültesi’ne girmiştim. Gazetecilik yapmaya karar verdiğimden devam mecburiyeti az olan bir bölüm seçmiştim. Oradan Tanin’de staj yaparken tanıştığım arkadaşım, abim Atilla Bartınlıoğlu’ndan beni Akis’e sokmasını rica etmiştim. Tesadüfen tam da o dönem bir ‘genç muhabir’ arıyorlardı. Bartınlıoğlu beni ‘genç muhabir adayı’ olarak Akis’e götürdü. Sıcak bir ağustos günüydü. ‘Seni yayın yönetmeni Metin Toker görecek’ dediler. Metin Toker öğlen 2 gibi geldi. 19 Mayıs Stadı’nda tenis oynamış, kulüpte yemekten gelmişti. Üzerinde tiril tiril gömleği, ince kumaş pantolonu ve parfümüyle buram buram enerji saçıyordu! Beni karşısına oturttu. Baktı, eli yüzü düzgün, kravatlı bir tipim... O zamanlar gazeteciliğe girenler genelde ‘yetişsin’ diye foto muhabirlerinin yanına verilmiş üniversite tahsili olmayan gençler olurdu. Toker, ‘Üniversiteyi mutlaka bitir’ dedikten sonra bana evli olup olmadığımı, bir nişanlım veya kız arkadaşım olup olmadığını sordu. Şaşırdım. Bunları neden merak ettiğini sorunca bana, ‘Çünkü oğlum, aklın hep o evlilikte olur. Evi nasıl geçindireceğini düşünürsün. Kafan kız arkadaşında olur, aklını gazeteciliğe veremezsin. Gazetecilik çok güzel bir meslektir. Ben gazetecilikle iki dil öğrendim, iki fakülte bitirdim. Bana hem para hem şöhret hem saygınlık hem özgüven verdi. Bunları elde edebilirsin ama sadece gazeteciliği sever ve çok iyi yaparsan…’ dedi. ‘Yaparım!’ dedim ve 450 lira netle liseden beri okuduğum Akis’te işe başladım.”
‘BENİ ÖNCE POLİS ZANNETTİLER’
Kravatlı, muntazam giyimiyle tarzı başta yeni iş arkadaşlarından Hasan Hüseyin Korkmazgil tarafından ‘Acaba bu polis mi?’ diye merak uyandırdıysa da Cıvaoğlu, Akis ortamı ve çalışma temposuna hemen intibak etmiş: “Yazılarım tutuyordu. Daha çok siyaset ve ekonomi haberlerine gönderirlerdi. Bazen dış politika da yazardım. O dönem dış politika yazarımız Haluk Ülman gitmiş yerine Deniz Baykal gelmişti ama onlar makale yazardı. Bense Akis tarzı haber-analiz yazardım. Zor işti. İsmet Paşa’nın kafasındaki gibi düşünüp, Metin Toker gibi yorumlayıp olacakları öngörmen gerekirdi. Metin Toker bizi bir işe gönderirken ne olacağını bilirdi… Her pazartesi toplantı yapardık. Ne olacağını bilirdi ama bize söylemezdi. ‘Çalışın, bana işi getirin!’ derdi. Biz de getirirdik. Bazen de getiremezdik! Mesela Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluşu bunlardan biriydi… İş bana verildi. Tüm profesörler ve rektörlerle konuştuktan sonra ‘Bu iş olmaz’ diye yazdım. Yazım Metin Toker’den tümüyle tersi doğrultuda yazılmış olarak döndü; Hacettepe Üniversitesi kurulacaktı… Akis’te yazmak demek sürekli 360 derece düşünmek demekti. Bugünkü köşe yazarlığından daha zor bir işti…” Cıvaoğlu bu esnada Donanma Cemiyeti’nin Basın Müşavirliği’ni ve TRT’nin sabah 5-9 arası haberlerini de hazırlıyordu.
‘HÜRRİYETLERİN GELMESİNE KATKIMIZ OLDU’
Cıvaoğlu, 60 yıllık meslek hayatındaki unutulmaz bir diğer anısını şöyle anlatıyor: “Güneş Gazetesi’ndeyken dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Florya Köşkü’nde buluştuk. ‘Siyasi hakların iadesi için ne düşünüyorsunuz?’ diye sordum. Bana, ‘Mesut Yılmaz sağda solda ‘Siyasi hakları vermek istiyoruz ama Kenan Evren razı olmuyor’ diye konuşmalar yapıyor. Referandumla sorsunlar halka, ben de söz veriyorum karışmayacağım!’ dedi. Bu açıklamayı manşet yaptık. Ertesi gün bomba etkisi yarattı! Birden bire Demirel, Ecevit, Baykal, Erbakan, Türkeş... Hepsinin siyaset haklarının geri alınması söz konusu oldu! Rahmetli Demirel aradı beni, ‘General ne yapmak istiyor? Eğer kaldırmak istiyorlarsa, TBMM orada, kaldırsınlar!’ dedi. Sonuçta Demirel siyasete döndü, iktidara geldi, arkadan cumhurbaşkanı oldu! Hem Ecevit hem Erbakan başbakanlık yaptı. Hürriyetlerin gelmesi, yasakların kaldırılması açısından önemli bir sürecin başlamasına imza attığımı düşünüyorum.”
‘EVET, GÜZEL YAŞIYORUM AMA…’
"Gazeteciliği halen çok zevk alarak yapıyorum. Şimdi en üzüldüğüm şey gazeteye gidememek. Çok talihli bir insanım. Başından itibaren hep iyi insanlarla çalıştım. Dışarıdan bakanlar benim için ‘Herif amma yaşıyor, güzel yaşıyor!’ derler… Evet, güzel yaşıyorum, yaşadım ama onlar daha küçük parantezlerdir. Çok çalışarak yaptım. Güneş Gazetesi’ni çıkartırken üç ay dışarı çıkmadan gün yüzü görmeden çalıştım. Akis’te de iki gün iki gece hiç uyumadan çalışırdık. TRT’de sabah 5’te başlardı mesaim."
‘ARTIK PEK ÇOK GAZETE PATRONU VAR’
"Yeni bir medya doğuyor. Artık pek çok gazete patronu var. Arkadaşlar sitelerini kuruyor, orada tek başlarına çok güzel işlere imza atıyorlar. Bizim zamanımızda bir teori vardı. Sovyetler Birliği, ‘Gazete çıkarmak isteyen tüm sendikalara ekipman, gazetecilere maaş veririz. İşte hürriyet budur!’ derdi. Batı da ona karşın ‘Biz gazete çıkaran herkese fikir hürriyeti tanıyoruz!’ derdi. İstediğini yazabilirdin ama her isteyen de gazete kuramıyordu. Şimdi bu ikisinin arasında üçüncü bir yol çıktı. Herkes kendi gazetesini çıkarabiliyor. Herkes istediğini yazabiliyor. Bense hala gazeteyi kağıt olarak elimde tutmayı seviyorum. "
‘KUYUDAN ADAM ÇIKARMA OPERASYONU BİZDEN ÇIKTI’
İlk işyeri Akis’in 1967’de kapanmasından sonra Bülent Ecevit’in Kurtul Altuğ’la birlikte ekibini tavsiye etmesiyle Cıvaoğlu Yeni İstanbul Gazetesi’nin kuruluşunda yer aldı. Burada, meslek hayatının en önemli işlerinden birine imza attı. Anlatıyor: “Gazete 8-10 bin satıyordu. Sıçrama yapalım istiyorduk. O dönem siyasi hakların iadesi söz konusuydu Kurtul Altuğ. Celal Bayar’la görüşme yaptı. Bayar, bu görüşmede ‘İnönü olsaydı bizim siyasi haklarımızı iade ederdi’ dedi. Açıklamayı gazeteye güzelce yansıttık. Daha sonra medyada bunun adı meşhur ‘Kuyudan adam çıkarma operasyonu’ oldu. İnönü’nün yumuşak cevabıyla ikili sonradan buluştu. Bu arada ben Hukuk Fakültesi’ni bitiriyordum. Üç sene aralıklı okumuştum. Bir ay işten izin alıp, bu sürede sabahlara kadar çalışıp tüm derslerden geçiyordum. O arada şimdiki eşim Canan’la nişanlandım. Evlenip Strazburg’a gittik. Canan Avrupa Konseyi’nde işe girmişti. Ben de TRT’nin oradaki temsilciliğini aldım. İki yıl orada kaldıktan sonra askerliğimi yapmak için döndüm. Sonrasında Tercüman Gazetesi’nde genel yayın yönetmenliği yaptım. Ardından Güneş Gazetesi’ni kurduk. Onu takiben 10 yıl Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptıktan sonra Show TV’nin kurucu Genel Müdürü oldum. 1996’dan beri Milliyet’teyim…”
CELAL BAYAR İLE..
1970’li yıllarda Tercüman’ın sahibi Kemal Ilıcak’ın bir yemek davetinde Celal Bayar ile.
ABDİ İPEKÇİ BANA ‘SENDE GENÇLİĞİMİ GÖRÜYORUM’ DERDİ
"Eskinin Babıalisi’nde insanların rakip de olsalar birbirine saygısı, sevgisi vardı. Birbirleri hakkında kırıcı olmamaya özen gösterirlerdi. En büyük rakip gazetelerin patronları mesela kağıt ihtiyacı olduğunda 10 bobin kağıt yollardı müessese müdürleri aracılığıyla. Abdi İpekçi ile çok iyi dost oldum. Bana ‘Sende gençliğimi görüyorum, bakalım yapabilecek misin?’ derdi. Bana çok katkıları oldu. Edindiğim iyi dostlardan biri de rahmetli Feyyaz Tokar’dı… İstanbul’u az tanıdığımız dönemlerde dostumuz ve ağabeyimiz oldu. Müthiş bir sırdaştı."
‘HUKUK HİÇ İÇİMDE KALMADI’
"Cübbemi yalnız bir defa, bana yapılmış büyük bir haksızlığa karşı açılan bir dava için giydim. Etkim de oldu!"