Güncelleme Tarihi:
Mahkemenin gerekçeli kararında, “Ağar'ın, cürüm işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticisi olduğu” kaydedildi.
Kararda, 3 Kasım 1996'da meydana gelen “Susurluk” kazası sonucunda, “Türkiye'de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararıyla, yurt dışındaysa uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak Kırmızı Bültenle aranan bir silahlı eylemci (Abdullah Çatlı) ile bu kişiyi yakalama veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli bir emniyet mensubunun (Hüseyin Kocadağ) ve bir milletvekilinin (Sedat Edip Bucak) birarada bulunmamaları gerekirken, aynı ortamda birlikte bulunduklarının ortaya çıktığı ifade edildi.
Bunun üzerine başlatılan soruşturma sonucunda, İbrahim Şahin, Mehmet Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Abdülgani Kızılkaya, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Akça, Yaşar Öz ve Ali Fevzi Bir hakkında “cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak ve hakkında tevkif ve yakalama müzekkeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek” suçlarından dava açıldığı anlatılan kararda, yargılama sonucunda İstanbul 6 Nolu DGM'nin sanıkları çeşitli cezalara çarptırdığı, bunun Yargıtayca da onandığı belirtildi.
Bu dava ile mevcut dava kapsamına göre, “cürüm işlemek amacıyla oluşturulan teşekkülün yöneticilerinden olan Ağar'ın, Emniyet Genel Müdürü olduğu
dönemde, teşekkül üyelerinden hükümlü sanık Yaşar Öz'ün sahte resmi evrakla, ruhsatsız tabanca ve mermilerle yakalanması üzerine, icra ettiği kamu görevi ve nüfuzunu kullanarak, suça konu resmi evrak ve silahların kuryeyle Ankara'ya naklini, ayrıca Öz'ün serbest kalmasını sağladığı” kaydedildi.
Ağar'ın, Öz'ü adli soruşturmadan kurtararak, evrak düzenletmediği, suç delillerini gizlediği, adli bir olayı savcılık makamından gizleyerek, teşekkül mensuplarını suçtan ve cezadan kurtardığı ifade edilen kararda, Ağar'ın, yine Yaşar Öz adına sahte yeşil pasaport, silah taşıma ruhsatı ve belge düzenleyerek, kendisine imtiyaz tanıdığı ve aleyhine olabilecek cezai ve kanuni takibattan koruduğu ve kolladığının anlaşıldığı aktarıldı.
Ağar'ın, Çatlı'daki yazısı
Firari sanık olarak yurtiçi ve yurtdışında aranan, teşekkülün mensuplarından Abdullah Çatlı'nın, “Mehmet Özbay” sahte kimliğiyle aldığı silah ruhsat dosyasında, ikametgah adresi olarak Mecidiye Karakol Binasının yazıldığına işaret edilen kararda, yetersiz bilgi ve belgelerle düzenlenen dosyanın, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ'ın referansıyla çabuklaştırılarak, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderildiği belirtildi.
Burada istihsal olunan “Olur” yazısıyla silah ruhsatının verildiği bildirilen kararda, sahte kimlikli Çatlı'da, “Yanda açık kimliği ve fotoğrafı bulunan Mehmet Özbay, Emniyet Genel Müdürlüğünde uzman olarak çalışmakta olup, silah taşımasına izin verilmiştir. Yardımcı olunmasını rica ederim. Mehmet Ağar, Vali. Emniyet Genel Müdürü” yazılı mühürlü ve imzalı belge bulunduğuna dikkat çekildi.
Bu belgedeki yazı ve imzaların, ekspertiz raporuna göre Ağar'ın el ürünü olduğu vurgulanan kararda, Çatlı'ya, “Mehmet Özbay” sahte kimliğiyle Maliye Bakanlığında 1. derecede Maliye Müfettişi olduğundan bahisle yeşil pasaport sağlanmasında gerekli talimatın da yine Ağar tarafından verildiği belirtildi.
Kararda, “Ağar'ın, Çatlı'nın gerçek kimliğini bilmesine rağmen, kendisini üst düzey bürokrat olarak gösterip, kanuni takibattan kurtarmak amacıyla belge tanzim ettiği, firari sanık olarak arandığını bilmesine rağmen kendisini yakalamadığı ve yakalanmasını engelleyici faaliyetler içerisinde bulunduğu” ifade edildi.
“Sami Hoştan'ın silah ruhsatına referans”
Teşekkül mensuplarından, kumarhane işletmecisi ve uyuşturucu ticareti yaptığı iddia edilen hükümlü sanık Sami Hoştan yakalandığında, üzerinde kendi fotoğrafı yapışık, “Remzi Özer” sahte ismiyle düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı fotokopisi, bir adet tabanca ve mermilerle, buna ilişkin taşıma ruhsatının ele geçirildiği anlatılan kararda, “Soruşturma neticesinde, Sami Hoştan'ın kendi adına düzenlenen silah ruhsat dosyasının incelenmesinde, yeterli araştırma yapılmadan ve mevzuata uyulmadan, emsaline az rastlanacak sürede silah ruhsat dosyasının hazırlandığı, bu silah ruhsat dosyasında da sanık Ağar'ın referansının bulunduğu anlaşılmıştır” denildi.
MİT'te istihbarat elemanı olarak çalışan Tarık Ümit'in otomobilinin 4 Mart 1995'te Silivri civarında terk edilmiş olarak bulunması ve kendisinin kaybolması üzerine soruşturma başlatıldığı belirtilen kararda, soruşturma neticesinde, silahlı teşekkülün yöneticilerinden olan hükümlü sanık İbrahim Şahin'in, MİT görevlisi Mehmet Eymür'ü, “bu soruşturmanın derinleştirilmesinin Emniyet ile MİT'in çatışmasını gerektireceği tehdidiyle geri çekilmek zorunda bıraktığı” kaydedildi.
Kararda, Şahin'in bu olayın araştırılmasının ve ortaya çıkarılmasının önüne geçtiği bildirilerek, “Emniyet Genel Müdürü olan sanık Ağar'a durumun iletilmesi üzerine, 'Bizim tosunlar bana sormadan bir şey yapmazlar. İlgileneceğim' dediği, konuyla ilgilenmeyerek, teşekkülün faaliyetlerine göz yumduğu gibi, mensuplarını koruyup, kolladığı anlaşılmıştır” değerlendirmesi yer aldı.
Topal cinayetiyle ilgili gözaltılar
Kararda, kumarhane işletmecisi Ömer Lütfi Topal'ın 28 Temmuz 1996'da öldürülmesinden sonra İstanbul Emniyetine telefonla yapılan bir ihbar üzerine, silahlı teşekkülün mensuplarından, özel harekat polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz ile Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir'in gözaltına alındığı anımsatılarak, bundan haberdar olan dönemin İçişleri Bakanı Ağar'ın, hemen olaya müdahale ettiği ve İbrahim Şahin'i İstanbul'a gönderdiği belirtildi.
Gözaltına alınanların, Ağar'ın talimatıyla Şahin tarafından Ankara'ya getirildiğine ve bu kişilerin, “suçla ilgili bilgi elde edilemediği” bahsiyle serbest bırakıldığına yer verilen kararda, Şahin'in, bu durumu Emniyet kayıtlarına geçirmediği ve adli evrak tanzim etmediği anlatıldı.
Özel Harekat Daire Başkanlığına tahsis edilen ve kayıtlarda yer alan bazı silahların, teşekkül mensuplarına kayıt dışı verildiğine ve Topal cinayetinde kullanılan silah üzerinde, Çatlı'nın parmak izinin bulunduğuna işaret edilen kararda, “Bu itibarla, silahlı teşekkülün yöneticisi konumunda olan sanık Ağar'ın, İçişleri Bakanı olduğu dönemde, ihbar üzerine Topal cinayetiyle ilgili gözaltına alınan silahlı teşekkül mensubu sanıkların serbest kalmasını sağlayarak, adli soruşturmadan kurtarmak maksadıyla hareket ettiği, haklarında adli evrak düzenletmediği gibi suç delillerini gizlediği, adli bir olayı savcılık makamlarından gizlemek suretiyle teşekkül mensuplarını suçtan ve cezadan kurtardığı anlaşılmıştır” denildi.
Örgüt yapısı
Kararda, Ağar'ın, 1993'te Emniyet Genel Müdürlüğüne atandıktan sonra, silahlı teşekkül yöneticilerinden İbrahim Şahin'i Özel Harekat Daire Başkan Vekilliğine getirdiği, diğer yönetici hükümlü sanık Mehmet Korkut Eken'i de yanına müşavir olarak aldığı belirtildi.
Ağar'ın, görevinin nüfuz ve yetkilerini kullanarak, Şahin'in bir süre korumalığını yapan ve kendisiyle operasyonlara katılan eski Özel Harekat Polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça, uyuşturucu ticaretinden aranan Yaşar Öz, Sami Hoştan, Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li gencin katliam sanığı Haluk Kırcı, kumarhane işletmecisi Ali Fevzi Bir, ölen firari sanık Abdullah Çatlı ve Abdülgani Kızılkaya ile teşekkül oluşturduğu ifade edildi.
Ağar'ın, bazı teşekkül mensuplarına, Emniyet Genel Müdürlüğünce alınan vahim nitelikteki silahların tahsisini ve Hoştan'ın mevzuata aykırı olarak silah ruhsatı almasını sağladığı aktarılan kararda, yine Ağar'ın, Öz ve Çatlı'ya sahte silah ruhsatı ve yeşil pasaport verilmesini temin ettiği, kendilerine imtiyaz tanıyarak koruyup, kolladığı anlatıldı.
Ağar'ın, gözaltına alınan teşekkül mensuplarının serbest bırakılmasını sağladığı, haklarında evrak düzenletmediği, durumu adli makamlara intikal ettirmediği, suç aleti ve delillerini gizlediği ifade edilen kararda, Öz ve Çatlı'nın gerçek kimliklerini bilmesine rağmen kendilerini yakalamadığı, yakalanmalarını engelleyici faaliyetler içinde bulunduğunun sübuta erdiği belirtildi.
“Tam bir dayanışma ve işbirliği”
Kararda, tüm bu açıklamalar ışığında, “Emniyet teşkilatında görevli olan teşekkül mensuplarının, terörle mücadele adı altında yola çıkıp, bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve çıkarlarını gözeterek, her türlü yasa dışılığı meşru sayıp, amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimsedikleri, yanlarına kumarhane işletmecisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak, tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket ettikleri ve çeteleşme sürecine girdikleri” ifade edildi.
Bu kişilerin, “cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek” suçunu oluşturmanın ötesinde, Anayasa'nın 6. maddesindeki “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmüne karşı bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittikleri bildirilen kararda, şu değerlendirmelere yer verildi:
“Bunun ise hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa, hukuk dışı bir örgütlenmeyle devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak, yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir Anayasa ve yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünüyle ortadan kalkması sonucunu doğuracağı göz önüne alındığında, sanığın eylemleri 765 sayılı TCK'nın 313. maddesine uyar nitelikte görülmüştür.”
“Pişmanlık göstermeyen hal ve tavırlar”
Kararda, yargılama aşamasında Cumhuriyet savcısının, Ağar'ın “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan cezalandırılmasını talep ettiği anımsatıldı. Buna karşın, “Ağar'ın, teşekkülün hiyerarşik yapılanması içerisindeki konumu, kullandığı kamu gücü, sahip olduğu yetki ve görevlerinden faydalanmak suretiyle yaptığı atamalar, diğer teşekkül yöneticileri ve üyelerinin kendisinden emir ve talimat alması, teşekkülü yönetimi ve denetimiyle organize etmesi, eylem ve faaliyetlerinin yoğunluğu ve icra kuvveti nazara alındığında, kastının çeteye yardım boyutunu aşarak, çetenin yöneticisi konumunda olduğu kanaatine varıldığı” bildirildi.
“Ağar'ın, eylemlerinde, yasalardan kaynaklanan görev ve yetkilerini kötüye kullanmak suretiyle, Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı görevlerini icra ettiği süreç içerisinde kamu gücü ve nüfuzundan faydalandığı, sübuta eren suçu işleyiş biçimi ve özelliği, kastının yoğunluğu, suç sebep ve saikleriyle suçtan sonra pişmanlık göstermeyen hal ve tavırları, suç işleme hususundaki eğilimi, işlenen suçların mahiyet ve önemi, cezaların caydırıcılık ve uslandırıcılık özelliğinin, en üst seviyede verilecek cezalarının infazıyla gerçekleşeceğinden, hakkında asgari hadden uzaklaşılarak, teşdiden ceza verildiği” vurgulandı.
Ağar'ın, lehine olan 765 sayılı TCK'nın 313/2-3. maddelerinde yer verilen “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan 4 yıl hapis cezasına mahkum edildiği, cezanın, silahlı teşekkülün yöneticisi olduğu gerekçesiyle 313/4. maddesine göre, yarı oranında artırılarak, 6 yıl hapis cezasına yükseltildiği ve duruşmada gözlemlenen hal ve tavırları ile sabıkasız oluşu dikkate alınarak, 5 yıl hapis cezasına indirildiği de kararda yer aldı.