Güncelleme Tarihi:
Bu olgunun nedenini de uygarlık tarihindeki rolümüzün "kurucu" olmaktan ziyade "aracı"lık etmek olmasına bağlamıştık. Çocuklarımıza koyduğumuz "ad"ın dolayısıyla "dil"in uygarlık oluşumundaki değerini toplumca anlayamıyoruz demiştik. Bu düşüncelerimiz bazılarınca hiç dikkate alınmayabilir, "Hangi devirde yaşıyoruz, çocuklarımızın adları şu veya bu dilden olmuş ne fark eder?" diye burun kıvırabilirler. Onlara bize buraya kadar bile tahammül edebildikleri için teşekkür ediyor, iyilikler ve kolaylıklar diliyor, yazının bundan sonrasını okumamalarını salık veriyoruz. Bazıları ise bu düşüncelerimizi hiç değilse tartışmaya değer bulurlar. "Ne var bunda, Türkler bini yılı aşkın süredir İslam uygarlık ve kültürü dairesindedir, bu yüzden adlarımızın çoğunun Arapça olması anlaşılabilir bir durumdur" diyenler çıkabilir. Yine Türkçe adlar kadar çok olan Farsça adlarımız uzun yıllar İran'da İmparatorluk kurmamızın getirdiği kültürel etkileşimle ve İslam olmamızda İranilerin etkilerinin pek çok olmasıyla açıklamaya kalkanlar olabilir. Albatros, Buket, Defne, Delta, Demet,
Bizim tüm bu söylenenlere bir itirazımız yoktur. Şüphesiz İslam uygarlık ve kültürü dairesinde oluşumuz çocuklarımıza verilen adları etkilemesinde hatta birinci etken olmasında şaşılacak bir durum bulunmamaktadır. İslamlaşmamızdan sonra ad verme yöntemimiz (geleneğimiz) İslam Peygamberinin ve yakınlarının adlarını çocuklarımıza verme şeklini almış, verilen adların Kur'an'da bulunmasının iyi olacağı şeklinde bir inanç oldukça etkili olmuştur. Bu etkinin sonucu olarak halkımız nesiller boyu Peygamberin ve yakınlarının isimlerini çocuklarına vermiş; "Muhammed"i, "Mehmet", "Mahmut" yaparak hem Türkçeleştirmiş hem de bir nezaket ve zerafet örneği de göstermiştir. İslam'ın önde gelenlerinin adlarını Türkçe kullanıma uygun hale getirmek, tüm İslam dünyasının önderi konumundaki Türk
Çocuklarımıza ad vermedeki özensizliğimiz bugün de kendini belli etmektedir. Çocuklarımızın adları hala önemli ölçüde dinsel gelenek tarafından belirlenmektedir. Örneğin 1950-1970 arası en çok verilen adlarla 1995-2000 arası en çok verilen adlar arasında büyük ölçüde benzerlik vardır. 1950-1970 yıları arasında çocuklarımıza en çok kızlarda, Ayşe, Emine, Fatma, Zeynep, Hatice, Fadime, Meryem, Rahime, Sultan, Şerife; erkeklerde en çok Mehmet, Mustafa, Ahmet, Ali, Hüseyin, Hasan, İsmail, İbrahim, Osman, Ramazan adları verilmiştir. 1990-2000 yılları arasında doğan çocuklarımıza kızlarda en çok Merve, Fatma, Büşra, Elif, Kübra, Esra, Zeynep, Ayşe, Emine, Hatice; erkeklerde en çok Mehmet, Mustafa, Ahmet, Emre, Ali, Murat, İbrahim, Ömer, Burak, Hüseyin adları verilmiştir. Gerek kızlarda gerek erkeklerde en çok verilen adlarda dinsel referansların belirleyici olduğu dikkat çekmektedir. (Enteresan olan şu ki, bu yıllar arasında soyadı olarak en çok kullanılanlar, Yılmaz, Kaya, Demir, Şahin, Çelik gibi Türkçe kelimelerdir.) Ancak adlarda belli belirsiz bir yenilenme görülmektedir. 1990 sonrasında başlayan bu dinsel referanslardaki yenilenme daha sonraki yıllarda çok bariz hale gelmiştir. Adlar üzerine çalışan bir araştırmacı, son zamanlarda "dindar çevrelerde kolektif aidiyet bilincinin ve ortak kültürün, adları belirlemede epey etkili olduğu da gözlendi. Sümeyye, Tuğba, Rabia, Elif, Kübra ve Betül, en popüler olanlarıydı. Öyle ki bu dönemde doğan çocukların okula gittiği döneme rast gelen 1990'larda kimi özel kız kolejlerinin sınıflarında ortalama 30 kişilik öğrenci sayısına karşılık, sınıftaki isim sayısı 4-5'i geçmedi. 1990'lı yıllarda ise toplumun bu kesiminde 'nur'lu döneme geçildi; Ayşe, Fatma gibi klasik isimlerin ve yukarıda sayılanların sonuna 'nur' eklendi. Bu dönemde dinî kaygıyla verilen Mehmet, Mustafa, Ahmet, Ali, Hasan, Hüseyin gibi erkek isimlerinin yerini, gelenekte var olmayan sahabe isimlerinin aldığını; Ammar, Yasir, Enes, Muaz, Furkan ve Ensar gibi isimlerin verildiğini görüyoruz." demektedir ki bu gözlemlere katılmamak mümkün değildir.
Dinsel referans sistemlerinde ortaya çıkan bu değişim, zaten güçlükle ayakta duran geleneğin egemenliğinden ideolojilerin egemenliğine doğru hızlı bir geçişi göstermektedir. Artık çocuklarımıza ad vermede özensizliğimize bir de ideolojinin egemenliğinin eklendiği her çevrede kendisini açıkça hissettirmektedir: Umut, Barış, Deniz, Özgür, Özlem, Devrim, Uygar, Nazım, Piraye, Ulaş, Eylem… Turan, Alparslan, Atilla, Asena, Ülkü, Işık, Kürşat.. Kağan, Kaan, Doğuhan, Metehan, Alp, Alperen, Boğaç, Türkmen, İzgi, Aybüke, Aydilge… Selamet, Necmettin, Adil, Mücahit, Fatih… Merve, Sümeyye, Büşra, Tuğba, Rabia, Elif, Kübra, Betül, Şeyma Feyza, Beyza… Bu saydıklarımız çocuklarımıza yeni verdiğimiz adlardan birer demet değildir yalnızca. Her adın arkasında bizi göndermek istediği başka bir adres vardır. Bu gerçeği hepimiz bilmiyor muyuz?
Sahi, ben boşuna mı kaygılanıyorum? Özbeöz Türkçe olan ve Türklerin adeta kutsadıkları hayvan "at" ile çok yakın bağlantısı bulunan "ad" kelimesini Türkçe değil diye kullanmayıp
Arapça "isim" kelimesini kullanmayı yeğleyen dil duyarlılığına (!) sahip aydınlarımız varken niye gidip rahatça yerimde oturmuyorum?