Güncelleme Tarihi:
"Bütün hayvanlar eşittir ancak öbürleri daha eşittir" demişti George Orwell'in Hayvan çiftliği isimli kitabındaki Koca Reis. Kitapta, insanların hayvanlarla canlandırıldığı karşılıklı ilişkiler anlatılıyordu.
Herkes için eşit adalet yüzyıllar boyunca her toplumun temel hareket noktası olmuştur. Toplumu oluşturan bütün bireyler adalet talep eder. Ancak talep edilen adalet birine daha fazla diğerine daha az olamaz.
Adalet ihtiyacı, ister yönetici isterse de yönetilen olsun, herkesin tam ve vazgeçilmez temennisi ve talebidir. İnsanı insan yapan, insan olmanın onuruna vardıran en temel moral değerdir. Feragat edilmesi ya da vazgeçilmesi asla mümkün değildir.
En küçük topluluk olan aileden tutunda, ikili ilişkilerde ve toplumun genelinde her düzen adalet üstüne kurulmuştur. Bütün yaşanan sorunların temelinde adil olmamak ya da istediği halde olamamak yatmaktadır. Ancak “herkes ilişkilerinde adil olabilmekte midir?” İşte sorulması gereken en önemli soru budur.
EŞİT MESAFENİN ÖNEMİ
İşletme yönetiminde yönetilen, yöneticisinden herkese eşit mesafede uzak, herkese eşit mesafede yakın olmasını bekler. Yöneticinin temel görevi, adaleti herkes için sağlamaktır. İnsanlar doğaları gereği bazı kişileri diğerlerine göre daha yakın hissedebilir ya da bazılarını ötekilerden daha çok sevebilirler. Ancak bu sevgi ya da yakınlıktan doğabilecek iltimas, adam kayırma aslında, açık denizde ilerleyen gemiyi buzdağına yöneltmekle eşdeğerdir.
Bir işyerine adam kayırma, iltimas, grupçuluk, ve farklı muamele girdiyse, o işyerinden, huzur, iç barış, yardımlaşma ve güven aynı hızla dışarı çıkar. Yöneticinin herkese eşit olması, açık davranması, içi ve dışı bir olması; çalışan ile çalışmayanı aynı kefeye koyması ya da çalışmayanı görmezden gelip, rencide etmekten kaçınması değildir. Bilakis, çalışmayanı çalışmaya teşvik etmek, olaya anında müdahale ederek çalışmayanı çalışanın yakasından söküp atmak, grupçuluğa, devreciliğe mani olmak, ceza ve ödüllendirmeyi, terfi ettirmeyi zamanında uygulamak, yöneticinin adil olduğunun göstergesidir.
Adil olmanın tam şartı ise, ilkeli olmak ve ne olursa olsun asla ilkelerden taviz vermemektir. İlkeler bir kere çiğnenirse, aynı buzdolabından çıkarılan ancak unutulan tereyağı gibi, yavaş yavaş erir ve siz farkına varmadan ortadan kaybolur. Bilenle bilmeyen, çalışan ile çalışmayan, hak eden ile haketmeyenin ayrımını yapabilen yöneticiye yönetilenler sonsuza kadar güvenirler. “İyilik yap, kul bilmezse hak bilir” deyişi aslında var olan adaletsizliğin ve güvensizliğin, sarsılmaz adalete ve sarsılmaz güvene havale edilmesidir.
YÖNETİM FELSEFESİ OLARAK ADALET
Adalet kavramı yüzyıllar boyunca Türklerin en önemli yönetim felsefesi olmuştur. Aslında yönetim felsefesine ilişkin öğütler, uygulama örneklerini çok uzaklarda aramamak gerekir. Yıllarca bu ülkeyi ve bu coğrafyayı hem batıda hem de doğuda idare etmek mutlak bir yönetim bilgisi ve bir o kadar da yönetim becerisi gerektirir. Aslında bugün batıdan yeni bir buluş ya da yeni bir teknik olarak alınıp dört elle sarıldığımız değerlere kendi geçmişimizde, kendi kültürümüzde ve hatta kendi yönetim felsefemizde rastladığımızda şaşırmamak gerekir. İşletme yönetiminde hem kültürel farklılıkları kabul etmek hem de bu farklılıkları başka kültürlere olan modellerle aşmaya çalışmak bir çelişki olmaktan öte bir yanılmadır. Bu nedenle bu kültüre ilişkin sorunları, bu kültürün adamları yüzyıllar önce nasıl çözmüş ya da çözüm için neler önermiş ona bakmak gerekir.
PADİŞAHLARA ÖĞÜTLER
Örneğin; Nizamülmülk ünlü eseri "Siyasetname" de, padişahlara verdiği öğütte şöyle demektedir: "Padişahın, haftanın iki gününde adalet divanını kurup, zalimlerden mazlumların haklarını aramaktan, suçlulara ceza vermekten başka çaresi yoktur. Halkın da bunu bizzat kendisinden duyması, bu hususta bulunan en önemli kıssalardan bir kaçını anlatarak, her olay için birkaç örnek vermesi gereklidir. Sultanın mazlumları ve adalet isteyenleri haftanın iki gününde sarayına çağırıp onların şikayetlerini dinlediği memlekete yayılınca, zalimler ve müstebitler kendilerine padişahın vereceği cezadan korkarak ellerini millet malından ve zulümden çekerler. Padişah hiçbir zaman memurlarının durumundan gafil olmamalı, devamlı onların hal ve durumlarını kontrol etmeli, onlardan zulüm ve hıyanet zuhur ederse, hiç yerlerinde tutmayıp, azletmelidir. Diğerlerinin ibret alması için suçları derecesinde onları cezalandırırsa, ceza korkusundan hiç kimse, padişah aleyhine bir şey düşünemez. Bir kişiyi büyük bir işe memur ederse, onun arkasından kendisi bilmeden, durumunu ve çalışmasını kontrol edecek bir müfettiş göndermelidir. Padişahların dört grubun suçlarını bağışlamamaları gerekir. Birincisi memleketin yıkılmasına çalışan, ikincisi haram iş işleyen, üçüncüsü devlet sırrını korumayan, dördüncüsü dili ile padişaha dalkavukluk ederken, kalbi ile onun muhalifleri ile anlaşma yapanlar. Padişah, ülkede cereyan eden olaylar hakkında uyanık olursa, kendisinden hiçbir şey gizlenemez."
NAMUSLU OL!
Mercimek Ahmet ise ünlü eseri "Kabusname" de, padişahlık töreleriyle ilgili şöyle öğüt vermektedir: "Şöyle bilmiş ol oğul, eğer padişahlığa ulaşacak olursan padişahlığında haramdan sakınıcı ol. Dindarlık odur ki, elini ve gözünü halkın hareminden ve haramından sakınasın. Namuslu ol. Namusluluk dini bütünlük nişanıdır.
El uzatmak istediğin her işte, önce görüşünü bilgine uydur, sonra o işe el uzat. Yani bilgisizlikle iş yapma, her işin öncesinde aklına, bilgine danış, sonra o işi yap. Çünkü padişahın sadrazamı akıl ve bilgidir. Aceleci olma, yani her işin zamanını bulmadıkça acele etme, ama zamanını bulunca sabretme.
Her nereye girmek istersen önce çıkacağın yeri gözet, yani bir yabancı ülkeye girmeyi dilersen önceden geri döneceğin yeri kolaylamadıkça girme, önce sonunu gözle, sonra önüne bak, ta ki işin sonunu çürütmeyesin, varlık işin sonudur.
Sonra padişahlara yüze gülme gerektir, her işte yüze gülmeyi unutma. Tuttuğun işi gönülle sağlam tut, el ucu ile tutmayı uygun bulma. Her neye nazar edersen doğru nazar et, ta ki hakikat zamanı o görüşün hak mıdır, batıl mıdır seçebilesin. Çünkü bir padişahın görüşü bütün olmazsa, her neye baksa gedik ve eksik görecektir. Akıl ve bilgi ile gönül gözünü açık tut, ta ki gittiğin yol hak mıdır, batıl mıdır bilirsin. Bundan belli oldu ki padişah açık düşünceli ve uzak görüşlü ve sonunu düşüne olmalıdır.
Söylediğin her sözde gereklisini söyleyici ol, az söyleyici, az gülücü ol, ta ki hizmetkarların seni hafiflemesinler. Kendini halka aziz göster, yani herkese yüz verip, katına yol verme, ta ki çeri halkına ve raiyyetin gözüne hor görünmeyesin.
Yenilmiş olursan kimseden aman dileyici olma, yenmiş olursan ulu Tanrı'nın halkına karşı bağışlayıcı ol. Yani sevdiğini esirgeyici ol, ama şevkatsiz kişilere şevkat etme. Keremi adet yani huy edin. Yalnız heybet göstermedikçe, keremli olma, hele kendi vezirine. Şöyle ki, asla kendini vezire yavaşlıkla gösterme, bir anda kendini vezirin görüşüne muhtaç eyleme, vezirin söylediği her bir sözü, birisinin hakkında ya da bir iş için dinle ama tezcek o sözle iş görme. Olsun da görelim de ve ertele.
HIRSIZA MERHAMET ETME
Hırsıza merhamet edip bağışlama, hırsızı bağışlamak halkın zararına sebep olmaktır.
Kimsenin senin buyruğuna hor gözle bakmasını uygun görme. Buyruğunu horlayan seni horlamış olur. Eğer böyle olursa ne beyliğinde hürmet kalır ve ne alem halkında rahat. Çünkü padişahın alem halkına rahatı buyruğu geçtiği içindir. Buyruğu geçmeyince o da sipahi gibidir. Padişah da görünüşte raiyyetin benzeridir. Ancak, padişah, raiyyet ve sipahi arasındaki fark odur ki, padişah hakimdir, onlar ise mahkum. Hakim mahkuma hükmünü geçiremezse arada düzen bozulur ve hürmet kalmaz."
Görüldüğü üzere yüzyıllar önce, mutlak hakim yönetici padişaha bile öğüt vermek için çeşitli kitaplar yazılmış, nice öğütlerden birer padişah olamasalar bile nice yöneticiler yararlanmıştır.
Yönetim bir sanattır. Ancak bir sanatı icra etmek için önce beceri gerekirse de, bilgiyle donatılamamış beceri ham kalır. Yönetici araştırmalı, okumalı ve “benden önceki nesiller bu durumlarda neler yaparlardı” sorusunu sorarak, değişen şartlara ve insan modellerine uygulanabilecek yeni ve özgün yönetim modellerini geliştirmelidir. Yönetici, kendini bu araştırmayı yapabilecek zaman boşluğu içinde bulamıyorsa, mutlaka profesyonel destek almalıdır.
Ancak yönetici ister kendisi bir model geliştirsin, isterse de profesyonel destek alsın, işyerinde ve hayatta tek bir doğru vardır: Adalet. Adalet, dürüstlükle gelir. Bu nedenle yönetici, nasıl bir model uygulayacağına karar vermeden önce çalışanlarına adil olduğunu kanıtlamalıdır. Bu kanıtlandıktan sonra gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecektir.
Yrd. Doç. Dr. Burak Arzova