Güncelleme Tarihi:
17.00... Tam da işleri toparladığımızı düşündüğümüz anda ajanstan bir haber düşüyor...
"Soma'da özel bir işletmeye ait maden ocağında trafo patlaması meydana geldi. Üç madenci hayatını kaybetti. 25 işçi hastaneye kaldırıldı. İçeride çok sayıda işçi olduğu tahmin ediliyor... Ayrıntılar gelecek..."
O anda tüm dikkatler Soma'ya çevrilmişken 18.00'e doğru bir açıklama da sendika yöneticilerinden geliyor "250-300 işçi içeride"
İşte o andan sonra yolda buluyoruz kendimizi. Ama içimizde hep bir iyimserlik.
Kurtarılmalarına yetişmeyi umut ediyoruz yol boyunca...
Akşam karanlığında Soma'ya girdiğimiz anda hala o iyimserlik.
TAA Kİ SOMA...
Devlet Hastanesi'nin önündeki binlerle tarif edebileceğim kalabalığı görene dek...
Hastane önü bir anda her şeyi anlatıyor...
Ağlayanlar, feryat edenler, meraklı bakışlarla sorularla yakınını babasını, oğlunu, kardeşini arayanlar...
O an o yüzler ve feryatlar gerçeği de yüzümüze vuruyor...
Bilgi almaya çalışıyoruz ama kimse de aslında ne olup bittiğini bilmiyor.
Emniyet görevlileri, hastane yetkilileri ; kimse tek kesin bir cümle edemiyor...
Ama o yüzler! Yüzler öyle endişeli ki! Madende başka vardiyada çalışan patlamayı duyar duymaz hastane önüne gelen üç madenciyle konuşuyorum.
"İçerden çıkmaları çok zor. Bantlar elektrik kesilince durmuş. Temiz havadan çıkanlar kurtulmuş. Ama gerisi içeride o gaza dayanamazlar" diyorlar.
Hastane çevresinde onlarca ambulans, kimi hastaneye uğramadan geçiyor kimi birkaç yaralı işçiyi acile getiriyor.
O anlarda büyük kargaşa yaşanıyor.
FİLM KARESİNİN İÇİNDEYİM
Madene doğru yola çıkıyorum. Facianın gerçek boyutundan tam haberdar değil ama az çok tahmin ederek.
Yol boyunca geliş ve gidiş şeridi bitmek bilmeyen bir ambulans konvoyu...
Gecenin karanlığında, maden dağına sıralanmışlar ağır ağır ilerliyorlar.
Bir gariplik olduğundan eminim. Ambulanslar yaralı taşısa bu kadar ağır gitmez, siren de çalar?
Oysa bu ambulanslar sadece mavi lambalarını yakmışlar, siren çalmadan ağır ağır ilerliyor...
"Cenaze mi taşıdıkları" düşüncesini uzak tutmaya, aklıma getirmemeye çalışıyorum. 20.00 gibi madendeyim.
Jandarmanın ikazıyla araçtan çıkıp, ocağın olduğu toprak yokuşu inerken endişeliyim. Etrafta gördüklerimin yüzünde tek bir ifade var. Korkunç!
İçeriden kurtulan bir madenciye rast geliyorum. Temiz hava çıkışından kaçıp kurtulduğunu ama yüzlerce arkadaşının kurtulamadığını, yüzlerce arkadaşının öldüğünü anlatıyor. O an koşarak ocağın ağzındaki kalabalığın arasına giriyorum.
Ocak girişinde sessiz, kimi zaman da bir kadın ya da genç bir adam feryadıyla hareketlenen bir kalabalık var.
Kendimi bir dehşet filminin karesinde buluyorum. Çaresizce birbirinin gözüne soran insanlar... Herkesin dikkatinin soluğunun tutulu kaldığı tek bir nokta var. Kurtama ekiplerinin girip çıktığı ocak ağzı...
Tüm umutlar nefes olmuş o noktaya çevrilmiş. Yüzü bembeyaz, gözü kan çanağı madenci yakınları çaresiz ....
İçeriden gelecek tek bir iyi haber bekleniyor.
İşte tam o anlarda bandın acı gıcırtısı geliyor önce sonra kalabalık hareketleniyor ve içeriden çıkarılan çizmesiz, sedyede battaniyeyle örtülü, yüzünde ucu boş maskelerle madenciler ambulanslara hızla taşınıyor.
SADECE BAKIŞIYORUZ
Bir gazeteci arkadaşımla o anlarda göz göze geliyoruz.
Tahmin ediyoruz ama sadece bakışlarımızla birbirimize anlatıyoruz...
O ambulanslar tek bir siren çalıp, madenden uzaklaşıp, sonra gecenin sessizliğine ağır ağır karışıyor.
O giden ambulanslardan hiç iyi haber gelmiyor. Türkiye'nin en büyük maden faciasının tanıkları olduğumuzu anlıyoruz.
Sabah gün aydınlana dek Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın verdiği sayısı artan ölümleri duyuruyoruz.
Sabaha kadar hatta ertesi geceye kadar maden ocağındaki kalabalık azalmıyor ama ağıtlar artıyor. O yokuş hem ambulans hem de acıyla tırmanan çoğunluğu kadın acılı madenci eşleri ve yakınlarıyla doluyor.
BİR AYDIR SOMA'DAYIM
Sonra? Sonra günler boyu 301 madencinin her birinin eşi, çocuğu, annesi, babası, ağabeyi, kardeşini de içine alan binlerce hikayeyi yazıyoruz. İki saatte koşarak gittiğimiz Soma'da kesintisiz 18 gün kalıyorum. Ama hala dönemiyorum. Günibirlik de olsa bir aydır Soma'dayım.
TARİFİ NEDİR?
Tek bildiğim günlerdir tarifsiz bir acının peşine düştüğüm... Bugün takvimin hangi günüdür? Tek bildiğim ateş düştüğünden beri takvimi görmediğim, sadece akşamı olan gün sayısını tuttuğum...
SOMA'DAYIM…
Acıdan da ötenin ortasındayım.
Öyle bir günlük ki bu bir gazeteci için "keşke hiç tutmasaydım, keşke hiç bunları görüp de yazmasaydım" diyeceğim acının tutanağı sanki... 301 madenci için binlerce haneye ateş düşerken; ilk andan bu yana haber almak, haber yapmak, bir maden ocağına, bir hastanelere, bir soğuk hava deposuna, bir mezarlığa, bir yetkililere, bir adliyeye, bir sokaktaki gösterilere bir de bölgenin Balıkesir köylerine kadar yayılmış cenaze evlerine koşarken o binlerce ateş aynı anda toplanıp, biz, orada görev yapan gazetecilerin yüreğine düştü. Yaşanan tüm o acıların, ağıtların çaresiz tanıklarıydık.
Yorgunluk demeyelim... Facia duyulduğu andan itibaren ilk gelen belki 8-10 gazetecidendik. Tam da ne olduğunu bilmeden ocağın ağzında olanların büyük bir felaket olduğunu ilk andan duyurmaya çalışırken hele ilk iki gün tek bir damla uyku görmedik. Tek bir parça yemek yemedik.
Burada yaşananların Türkiye'nin en büyük faciası olduğunu duyurmaya çalıştık. Her madenden çıkarılana, haberden çok "yaşıyor mu" diye yaklaştık. Hayatları dinlerken çaresiz elleri tuttuk, gözyaşımızı tutamadık. Yorgunluk demeyelim... Ama gönül yorgunluğunu hiçbir şey dinlendirmiyor.
Bu kadar ambulansı, bu kadar cenazeyi, bu kadar cenaze arabasını, bu kadar emniyet gücünü, bu kadar basın mensubunu ve bu kadar mezarı çok zor bir arada görmek. Soma'da ise başımızı çevirdiğimiz her yerde aynı manzara vardı. Düşünüyorum da...Burayı bırakıp gidemiyor insan.
Acı azalmaya başlayınca kendi dertleriyle baş başa bırakmak içimizden gelmiyor. Tüm gazeteci arkadaşlar dönme sevdasında değil evine. Gidenin de aklı, kalbi burada kalıyor. Varsın bazen kimileri gazetecilere kızsın burada. Çekmeyin desin! Umurumuzda değil.
Sessizce arkamızı dönüp uzaklaşıyoruz hiç kimseyi haber almak için zorlamıyoruz. Soma'da nöbetimizi sürdürüyoruz...Tek derdimiz ne varsa çıksın yerin altından ki bir daha aynı şey yaşanmasın. Soma'ya gidip geldikçe gördüğüm tek şey manzaranın değişmediği. Şehitliğe dönen mezarlık hala aynı... Kaymakamlığın olduğu meydan hala aynı kalabalık...
Dükkanlar, duvarlar, binalar hala aynı yastayız yazısını taşıyor... Gelip gideni eksik olmasa da; Soma bir aydır acının başkenti olmuş, kendi ateşiyle yanıyor...