SİZLER bir şehidi hep al bayrağa sarılı tabutta gördünüz. Peki bir şehidin nasıl taşındığını bilir misiniz? Şehit düştüğü yerden tabuta konacağı, al bayrağa sarılacağı, komutanlık töreninin yapılacağı alana hangi zorluklarla ve nasıl geldiğini?
Şehit ve yaralıları çatışma alanlarından çıkarmak için daha nice şehit ve yaralı verildiğini.
İkiyakalar’da şehit düşen pek çok Mehmetçiğin “şehit düşenleri çekmek için” şehit düştüğünü.
KUCAKTA, SIRTTA...
Şehitlerin, mermilerin, roketlerin altında, çatışma toprağından, çamurundan, kayasından, molozundan, tozundan ve bunlara karışmış şehit kanından kaldırılıp, kucaklarda, sırtlarda, çatışma sıcağı yol verirse pançolarda, sedyelerde, sonra ciplerde, kobralarda, kirpilerde, en nihayet helikopterlerde taşındığını bilmelisiniz. Şehit helikopterin içinde, dipte, siyah torbada! Birazdan “Yüksekova’dan Van’a” havada.
Helikopterin içinde şehidin ayakucundaki kim peki? Onun adı da “şehit refakatçisi”... O, şehit naaşının gideceği bütün yol boyunca şehidin ya ayakucunda ya baş ucunda duracak. Şehidin cenaze namazı kılınırken de, devlet töreni yapılırken de, kabrine konurken de başından, ayakucundan hiç ayrılmayacak.
Ama hep ötede, birkaç adım geride, kenarda duracak.
Şehidi uğurlayanlar, cenazesine katılanlar, siz, onun kim olduğunu hiç bilmeyeceksiniz. O ise bu anlar boyunca hep, al damgalı şehidin sarılı olduğu al bayraklı tabuta bakacak. Gözlerini de hiç ayıramayacak. İstese bile! Ta ki şehit mezarına konup, son toprağı üstüne atılıncaya kadar. Sahadan, mücadele alanlarından, silah arkadaşlığından “bir nefes” olarak atılan son toprağa kadar şehidin başında durmaya devam edecek.
O da bir toprak atacak arkadaşının üstüne. Böylece görevi sona erecek.
O ÇIĞ GECESİNE DÖNDÜM
Mehmetçikler bir şehidimizi uğurluyorlardı. Orada gördüklerimden sonra gözüm, gönlüm hep o ana takılı kaldı. Sabahın dördünden sonra yine uyuyamadım. 91’i 92’ye bağlayan kış Şırnak Gabar Dağı Görmeç Üs Bölgesi’nde ‘ÇIĞ’a şehit verdiğimiz 65 Memedimiz; 64 komandosuyla birlikte şehit düşen Alaeddin Üsteğmen’im aklıma geldi. Ağladım. Sonra da bu yazıyı yazdım.
65 TABUTLA BİRLİKTE...
Ben, kamyonun sırtındaki al bayrağa sarılı 65 tabutla bir ‘şehit refakatçisi’ olarak Şırnak’tan nasıl yola çıktığımı hiç unutamadım. Koca kırmızı bir kamyonla, bir kamyon şoförüyle ve 65 şehitle Cizre’den, Nusaybin’den, Mardin’den nasıl geçtiğimizi. O kar kış kıyamette, Mazı Dağı geçidinin nasıl geçit vermediğini... 65 şehit yüklü o koca kırmızı kamyonun o yolda nasıl kayıp durduğunu...
Öndeki eskort polisimizin nasıl kaza yaptığını. Ancak gecenin köründe Diyarbakır’a ulaştığımızı.
Gencecik bir teğmenken yaşadığım bu ağır acıyı hiç unutamadım.
(Yazar Notu: 1 Şubat 1992. P. Ütğm. Alaeddin Saraçyakupoğlu’nun bölüğünden 64 Mehmetçikle birlikte şehit olduğu bu çığ faciası, terörle mücadele tarihinin en büyük doğal afetidir.)
YARALI KOLLA 3 GÜN MÜCADELE Bülent Yarbay’ın yaralandığını üç gün sonra öğrendim. Söylememiş, söylenmesini de engellemiş.
- “Nasılsın Bülent?”
- “İyiyim komutanım.”
- “Çok yoruldun. Seni çekelim.”
- “Burayı terk etmemem lazım.”
Pençe yanıma gelip dedi ki; “Komutanım Bülent yaralanmış, söylememiş. Rapor çekmemiz lazım. Mermi kolundan girip çıkmış. Üç gün geçmiş, üç gündür o koluyla çatışmanın içinde.
İnanamadım. “Çekin WhatsApp’tan atın.”
Sonra; “Uveylin’deyim Bülent. Yanıma gel.”
Gece saat birde buluştuk.
“Mikrop kapar be aslanım!”
“İdare ederiz komutanım. Yaradan çok daha önemli işlerimiz var.”
Böyle vatan evlatlarıyla çalışmaktan çok onur duydum. Bu vatan evlatları geçmişte neler yaşadılar. Sadakat, liyakat ve samimiyetle vatanlarına hizmet ederken bir de iftiralara maruz kaldılar. İşte üç gün kolunda kurşun deliğiyle savaşıp
haber vermeyen, hatta haber bile verilmesini engelleyen Bülent bunlardan biri.
ASETAT KALEMLE RÜTBE TÖRENİOrtalık geriye sarkmaya çalışan DEAŞ’lı ve PKK’lı dolu. Sivil halkın içine saklanıyor, kendilerini gizliyor, mobiletlerle vızır vızır ortalıkta dolanıyorlar. Her yerde ÖSO’nun ‘Ribat’ dediği kontrol noktaları kuruyoruz.
Kıvanç’ın yarasına dikiş atılması için, gelen ikmal konvoyuyla Türkiye’ye gönderecektim. Bir köşeye çekilmiş birkaç lokma yemenin derdindeydim. O sırada yanıma daha sonra o da yaralanacak Alper Üsteğmenim geldi. Alper dün, yani 29 Ağustos’ta teğmendi, bugün üsteğmen olmuştu ve yıldızını hâlâ takamamıştı.
‘GEL YILDIZINI PARLATALIM’Alper’e takılan yıldızın bir benzerini daha dün Adem Üsteğmen’e biz takmıştık. Asetat kalemle kamuflajlı fanilasının üstüne üç yıldız çizip, onu böylece yüzbaşı yapmıştık. Ne yapalım? Şimdi biz rütbe-yıldız takma törenlerinden çok uzaktık.
AYNI TEPEDE ÇİFTE SAVAŞ EL Wasitiya tepesinin doğusu ve güneyi YPG-PKK, doğusu DEAŞ’tı. Biz bu tepede sabah DEAŞ ile savaştık, öğleden sonra YPG-PKK ile savaşmaya başladık. Tam tepeyi alacağımız vakit YPG-PKK arkadan geldi ve bizim zayıflattığımız DEAŞ’ın boşalttığı bölgeleri ele geçirerek bize saldırmaya başladı. Biz DEAŞ’la savaşırken, PYD-PKK bizi yandan ve gerilerden ZSU-23 , 23-2’ler ve havanlarla vurmaya çalışıyordu.
YPG sürekli fırsatçılık yapıyordu.
Bu sefer de YPG-PKK’ya yoğunlaştık. Bunun üzerine DEAŞ tekrar saldırmaya başladı. Aslana bulaşmış çakallar gibilerdi. Bu karakter bütün harekât boyunca devam etti. Özellikle kesişim bölgelerinde.
Biz burada hem terör örgütleriyle hem de onları güden iradelerle savaştığımızı, savaşacağımızı çoktan anlamıştık.
Bu çatışmaların en ilginç olaylarından biri de önce duyulmaya başlayan helikopter sesiydi. Yakınımdaki keskin nişancı arkadaşların kullandığı Vektör-21 mesafe ölçer dürbünüyle gökyüzünü taradım ve o helikopteri gördüm.
Bir Mi-24’tü. Rus tipi taarruz helikopteriydi. Bu helikopterden rejimin, Rusya’nın ve İran’ın elinde vardı.
Alt kapağını açıp iki varil bombası bıraktı. Varil bombası öyle bir şeydi ki, düştüğü yeri cehenneme çeviriyordu. Her biri 500 metrekarelik bir alanı kaplıyor, yakıyordu.
Bombalar tam Cephet-ül Şamiye’nin savaştığı bölgeye düştü. Oracıkta 3 şehit ve 10’dan fazla yaralı verdiler. Cephet-ül Şamiye bu sırada PKK ile savaşıyordu.
İLK ŞEHİDE PANÇODAN KEFENİlk çatışmaya Keklice köyünde girdik. Ama DEAŞ ile değil, YPG-PKK ile. Özel kuvvet taburumu üçe böldüm. Yanımızda 13 tank, 9 ZMA ve ÖSO savaşçıları vardı. Biz işte bu kadar kuvvetle Cerablus’u ele geçirdik. Hafif çatışmalar yaşandı. ÖSO halletti.
Emrimdeki birlikleri iki operasyon koluna böldüm. Birinci kol Fırat’a paralel güneye inecek, Amiri’yi alacaktı. Diğer kol da batıya doğru ilerleyecekti. İşte ilk şehidimizi bu operasyonlarımız sırasında Amiri bölgesinde verdik. PKK-YPG tankımıza Milan attı. Vurdular. Bir tepe vardı. O tepeyi almaya çalışıyorduk. Direniş sert olunca, başka bir noktadan müdahil olmak üzere bölgeye girdik. Tepeyi ele geçirdik.
YANAN TANKA KOŞTULARTam bu sırada bir patlama sesi geldi. Araçların kapılarını açtık.
Tankın isabet aldığını, yavaş yavaş yanmaya başladığını gördük. O esnada bizden biri tanka doğru koşuyordu. Süratle tanka çıktı. Kule kapağından içeri girdi ve tankın içinde kalan arkadaşı tutup çıkarttı. İki kişi kendi imkânlarıyla kurtulmuştu.
İlk koşan sıhhiyeci Mutlu Başçavuşumdu. Tankın içindeki yaralıyı o ateşin içerisinden çekip çıkarttı. Ne yazık ki Mehmetçik ağır yaralıydı. İki dakika geçti geçmedi. Nabzı gitti. Onun şehit olduğuna şahit oldum. Önce yüzüne bir tebessüm düştü. Ve öylece gitti.
Yanımızdaki kamuflajlı pançoyla onu kefenledik. Sonra da dua ile araçlardan birine koyup uğurladık. Onu ilk önce Cerablus’a, oradan da anavatana götüreceklerdi.
Adı Ercan’dı. Uzman çavuştu.
Onu şehadetten kurtaramamış olsak da tankın içinde yaşanan cehenneme de bırakmamıştık. Tank hemen sonra büyük bir alev topuna döndü ve patlamalarla birlikte sabaha kadar yandı.
DÜZELTME: Hürriyet’in dünkü 1. sayfasında Fırat Kalkanı’ndaki şehit sayısı sehven 71 olarak verilmiştir. Şehit sayısı 67’dir. Düzeltir, özür dileriz.