Güncelleme Tarihi:
THE WASHINGTON POST
Robert J. Samuelson: Amerika borcunu ödemeyebilir mi? Bu çok uzak bir ihtimal ama artık tasavvur edilmez de değil. Zengin ülke devletleri o kadar fazla borçlanıyorlar ki, konuyla ilgili iki temel varsayım (borç verenler vermeye devam edecek, geri ödeyenler geri ödeyecek) çökebilir.
Amerika’nın siyasi istikrarı, açıklığı, zenginliği ve düşük enflasyonu doların çöküşünü engelledi. Bu hep böyle devam etmeyebilir.
Japonya’nın bütçe açığı ekonomisinin yüzde 10’u, toplam kamu borcu ise ekonomisinin yüzde 200’ü. Bu yıllardır süren düşük büyüme, birçok “canlandırma” paketi ve yaşlanan nüfusun bir sonucu. 2019’da borç ekonominin üç katına ulaşacak. Ama Japon devleti borcunu finanse etmekte zorlanmıyor.
Faizler 1990’da yüzde 7.1 iken şimdi yüzde 1.4’e çıktı. Japonlar yeterince özel tasarruf yapıyorlar.
ABD’de de büyük açıklara rağmen uzun dönemli hazine faizleri yüzde 3.5 civarında. Ama buradan çıkarılması gereken ders büyük devletlerin istedikleri kadar borçlanabilecekleri değil, bunu güven kayboluncaya kadar yapabilecekleridir. Bu güven kaybolur mu, bu ne zaman ve nasıl olur bunu bilmiyoruz.
Hesaplara göre ABD’de borcun ekonomiye oranı 2008’de yüzde 41’den 2019’da yüzde 82’ye çıkacak. Faizler de artacağı için borcun yıllık faizi de 170 milyar dolardan 2019’da 799 milyar dolara yükselecek.
Borcu harcamaları kısarak veya vergileri artırarak azaltmaya çalışmak popüler değil ve acıtıcı. Kaldı ki bu adımlar ekonomiyi zayıflatabilir ve açıkları daha da büyütebilir. Örneğin Japonya’da KDV’yi yüzde 5’ten yüzde 12’ye çıkarmak gerekebilir.
Bu alternatiflerle kıyaslandığında borç temerrütü, vahim olsa da, alternatiflere göre ekonomik ve siyasi olarak daha az zararlı olabilir. Borçlarını ödememe kararı alan ülkeler dışarıdan ve içeriden borç almaktan mahrum kaldıklarında derin ekonomik bunalımlar ve/veya yüksek enflasyon gibi sonuçlar yaşadılar.
Zengin toplumların borçlarını ödememeleri düşük ihtimal ama bunun düşünülmeye başlanması bile durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.
FINANCIAL TIMES
Başyazı: Tahran ile Washington arasında yumuşama ihtimali hiç bu kadar güçlü olmamıştı.
Mevcut paket oldukça dengeli ve zarif: Komşuları rahatlatıyor, Rusya’yı işin içine sokuyor ve bir yandan İran’ın zenginleştirme hakkını teslim ederken bunun uluslararası gözetim altında olmasını sağlıyor.
Ama Tahran bu fırsatı harcayacak gibi. Bu felaket olur. İran kesin cevabını verirken bunu neleri kaybedebileceğini anlayarak yapmalı.
Nouriel Roubini: Ekonomiler yavaşça toparlanırken Mart’tan beri riskli varlıklar (petrol, enerji, hammadde) abartılı şekilde (çok fazla, çok erken ve çok hızlı) yükseliyor. Bütün carry trade (faizlerin düşük olduğu piyasalarda borçlanıp getirisi yüksek piyasalarda yatırım yapmak) işlemlerinin anası kaçınılmaz bir fiyasko ile karşı karşıya.
ABD Merkez Bankası (Fed) ve diğer siyaset yapıcılar yarattıkları canavarın farkında değil gibi görünüyorlar. Kör olmaya ne kadar uzun süre devam ederlerse piyasalar yere o kadar sertçe çakılır.
THE NEW YORK TIMES
Thomas Friedman: Obama’nın iletişim problemi yok, “hikaye” problemi var. Birçokları onun neye inandığını anlamadıklarını söylüyorlar.
Başkan sağlık, bankacılık, ekonomi, iklim, enerji, eğitim ve dış ilişkilerle ilgili politikalarını birbirine bağlayarak büyük bir hikayenin şemsiyesi altında toplayabilmeli. Bu hikaye de “içeride ulus inşası”dır. Bunu yapamazsa kendisinin seçilmesini sağlayan heyecan teknokrat ayrıntıların içinde kaybolup gidecek.
Ortak fedakarlık olmazsa ulus inşası olmaz. Ortak fedakarlık da ancak bir hikaye ile mümkündür.
FOREIGN POLICY
Stephen Walt: Cadılar Bayramı şerefine size “korkunç canavarlar” (gerçek olmayan ya da abartılmış tehditler, kabuslar) listemi sunuyorum.
Domino teorisi: Bir alanda alınan mağlubiyetin düşmanlarda güven, dostlarda yılgınlık yaratacağı, tarafsızları ise karşı tarafa yaklaştıracağı varsayılarak başka yerlerde de benzer yenilgileri tetikleyeceği düşüncesi. Vietnam Savaşı’nın o kadar uzun sürmesinin ardında da bu korku yatmaktaydı. Teorinin arkasında yatan mantıksal çerçeve ve ampirik veriler tartışmalı.
Y2K: 2000 yılına girince bilgisayarların düzgün çalışmamaya başlayacağı endişesi. Hemen hemen hiçbir sorun çıkmadı.
‘Haydut devletler’: Söz konusu ülkelerin (İran, Irak, Suriye, Kuzey Kore, Küba) ekonomilerinin toplam büyüklüğü ABD’nin savunma bütçesinden küçüktü. Zaten birbirleriyle de iyi anlaşamıyorlardı.
Yekpare komünizm: Soğuk Savaş’ta bütün Marksistlerin ve sosyalistlerin Kremlin’in oyuncağı olduğu düşünülüyordu. Halbuki bunun doğru olmadığını gösteren bir çok kanıt vardı. McCarthy bu paranoyanın bir sonucuydu. Sovyet-Çin geriliminin Batı’yı kandırmak ve gevşetmek amaçlı bir “tiyatro” olduğuna inanılıyordu. Sadece tehdidi abartmadık, Sovyetlerin elinden solcuları kurtarma fırsatlarını da kaçırdık.
Stratejik madenler ve kaynaklar bağımlılığı: Bu bağımlılıklar ve dostça olmayan kartel ihtimali hep abartıldı ve birçok savaş ve darbenin nedeni yapıldı. Halbuki stoklarımız vardı ve bu madenler belki biraz daha pahalı olmakla beraber başka yerlerden de bulunabilirdi.
Göçmenler: ABD’ye her gelen göçmen dalgası kendisinden sonra gelenlere endişe ile yaklaşmıştır. Yeni gelenlerin asimile olmayacakları ve halihazırdaki değerleri yok edeceklerinden korkulmuştur. Halbuki göçmenler ABD’nin en önemli güçlerinden biridir. Amerika sanayide ucuz emek yaratan göçmenlerden için için memnundur. İstersek göçmen hareketini durdurabiliriz ama bunu yapmamalıyız. Onlar sayesinde Japonya ve Avrupa’nın yaşadığı demografik sorunları (nüfusun azalması ve yaşlanması) yaşamıyoruz.
Sovyet askeri gücü: Sovyetler ciddi bir rakipti ama “on metre boyunda” da değildi. Richard Pipes Sovyet liderlerin “bir nükleer savaşı kazanabileceklerine inandığını” iddia edebilmişti. Başkaları Sovyetlerin Avrupa’yı iki haftada işgal edebileceğini öne sürdüler. Sonunda bu “canavar”ın hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı.
Latin Amerikalı öcü lider: ABD bu kıtada aslında o kadar da güçlü olmayan birçok liderin (Castro, Allende, Ortega ve şimdi de Chavez) yetenek ve niyetlerini abartmıştır. Bunların bir kısmı ABD ve bölge için gerçekten sorundu ama hiçbiri iddia edildiği gibi yaşamsal tehdit değildi.
Gerileme(cilik): ABD’nin küresel pozisyonunun gerileyeceği ve mesela 80’lerde korkulduğu gibi onun yerini Japonya’nın alacağı endişesi herkesi meşgul etmişti. Ama sonunda yıkılan ABD değil Sovyetler oldu. O çok korkulan Japonya da on yıl çıkamadığı bir durgunluğa girdi. Ama soru şu, bu korkular çok mu yanlıştı yoksa sadece erken mi dile getirilmişti? Bence yanlıştılar ama tabii eğer dışarıda aptalca maceralara girmezsek ve içeride ekonomimizi toparlarsak.
İslamofaşizm: Güçlü, ahenkli, ideolojik olarak birleşmiş, çeşitli Müslüman devletler tarafından desteklenen ve amacı halifeliği yeniden inşa etmek, Batı’yı sindirmek, İslam’ı dayatmak olan bir radikal İslamcı hareket yeni muhafazakarların favori öcüsüydü. Bu iddiayı ortaya atanlar ne İslam’ı ne de faşizmi biliyorlardı. Elbette böyle radikal fantezileri olanlar var ama bunların başarılı olma şansları yok. Bin Laden bir ordu toplamış değil, El Kaide popüler değil.
Bu listeye belki grip aşısı korkusu, Amerikan varlıklarına yabancıların sahip olması, Çin’in Afrika’daki “yardım taarruzu,” İkinci Dünya Savaşı’nda Japon asıllı Amerikalıların içeride yıkıcı faaliyetlere girme korkusu gibi maddeler eklenebilir.
Bize hep dünyanın tehlikeli bir yer olduğu ve en kötüsü için hazırlıklı olmak gerektiği söylendi. Ama tehditleri abartmanın da bir maliyeti var. Bu hem daha muhtemel ve daha önemli sorunları göz ardı etmemize ve kaynakları heba etmemize neden oluyor, hem de bazen küçük problemlerin çok daha zorlu problemlere dönüşmesi ve Irak’ta olduğu gibi kendimizi bacağımızdan vurmamızla sonuçlanıyor.
INTERNATIONAL HERALD TRIBUNE
Henry Siegman: Obama İsrail’de popüler değil çünkü barış konusunda ciddi. Adil bir Amerikan başkanı İsrailliler tarafından otomatik olarak İsrail karşıtı olarak görülüyor.
İsrail güçlü olmasına rağmen hala kendini “kurban” gibi görüyor. Amerikalı Yahudilerin yüzde 80’i Obama için oy vermiş olmasına rağmen ülkedeki Yahudi örgütleri daha çok İsrail sağı ile sıkı fıkı.
THE NATIONAL
Tony Karon: İran’la nükleer anlaşmanın başarısız olacağının en büyük işareti Netanyahu’nun bu anlaşmayı desteklemesi. Eğer gerçekten başarılı olacak olsa İsrail buna karşı çıkardı. Ahmedinecad da içeride muhalif lider Musavi dahil bir çokları tarafından Viyana anlaşması nedeniyle eleştiriliyor.
THE GUARDIAN
Richard Silverstein: Not vermek gerekirse Obama’nın Ortadoğu vizyonu A, eylemleri ise C alır.