Güncelleme Tarihi:
Son günlerde ABD’nin gerilediğini buna karşın Asya’nın yükseldiğini belirtmek moda olduğunu ifade eden Krauthammer geçmişte Avrupa’nın yaşadığının aksine bu gerilemenin kaçınılmaz olmadığını belirtiyor.
ABD’nin yaptığı tercihlerin bu durumu engelleyebileceğini söylemek mümkün. Buna karşın Asya’nın yükselişinin de sonsuza kadar sürmeyeceği ortada. Örneğin Çin tam zanginleşmeden yaşlanmaya başlayacak, yaşadığı ciddi çevre sorunları da başına işler açacak.
Krauthammer, ABD’nin dünya üzerinde hegemonya kurmayı amaçlamadığını bu durumun başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın gerilemesinin doğal bir sonucu olduğunu savunuyor. Diğer yandan 11 Eylül sonrası dönemde dış politika açısından fazla aktif olan ABD’nin üzerine yorgunluk çökmeye başlıyor.
İKİ YOL
Bu koşullar altında yazar Beyaz Saray’ın önünde iki yol olduğunu belirtiyor: ya ABD hakimiyetini korumaya çalışacak ya da içine girdiği rehavetle yavaş yavaş bu konumundan vazgeçecek. Krauthammer ülkede yaygınlaşan liberal düşünce ikliminin, siyasi kültürün ve Obama yönetimi politikalarının ikinci yola işaret ettiğini savunuyor.
ABD’nin dış politikada bir “daralma” sürecine girdi. Krauthammer son zamanlarda ülkenin aşırı mütevazı bir tavır takındığını ifade ediyor. ABD benzersiz bir ülke olmaktan çıkıyor, sürekli kendini suçluyor ve başkalarından özür diliyor. Yazar bütün bunların Amerikan hegemonyasının altını oyduğunu, ülkenin kendine güvenini azalttığını ve liderlik iddiasını zedelediğini düşünüyor.
Bu koşullar altında dünyanın ve uluslararası sistemin kendini yönetmek kapasitesi de tehlikeye giriyor. ABD’nin önde gelen Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın dünyada barış için ya hegemonya ya da güçler dengesi kurulması gerektiği yönündeki uyarısını hatırlatan Krauthammer Obama’nın ikisine de inanmadığını savunuyor.
Obama’nın meşruiyetin kaynağı olarak birleşmiş Milletler gibi bir “uluslar topluluğu”nu göstermesini eleştiren yazar bu “muğlak” kavramın ne gerçek ne de adil olduğunu düşünüyor. Krauthammer’e göre bu kavram Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu gibi kalıcı ancak İran müzakerelerindeki 5+1 gibi konuya bağlı geçici yapılardan oluşan çok kutuplu bir düzenlemeye işaret ediyor.
AMERİKAN’IN ‘GÜNAHKAR’ GÜCÜ
Amerikan hegemonyasının “emekliye ayrılmaması” gerektiğini düşünen yazar Bill Clinton döneminde de hegemonyaya şüpheyle yaklaşılarak aynı hataların yapıldığını savunuyor. Bu bakış açısının arkasında gücün bozucu, çürütücü bir şey olduğu varsayımı yatıyor. ABD kendisini sınırlamaz ve frenlemezse yanlış işlere gireceğinden korkuyor.
Bugünkü sol-liberal Demokrat yönetim bu korkuda Clinton yönetiminin de önüne geçiyor. Obama’nın aklında “biz iyiyiz, güç bizi bozar” fikrinden ziyade “Amerika’nın gücü, özü itibariyle sakat ve ‘günahkar’ bir şey, ona gücünü iyi kullanması konusunda güvenilemez” fikri yatıyor.
Bu fikrin doğal sonucu olarak ABD görüşlerini başkasına dayatma hakkını da kendinde görmüyor. İran’da insanlar özgürlük için ölürken, Obama’nın buna cevabı “1953’de hata yaptık” oluyor.
Konuya ironiyle yaklaşan yazar “O kadar kusurluyuz ki liderlik yapmaya hakkımız yok. Sadece çıkarlarımızdan vazgeçer ve ‘geri çekilirsek’ belki başkalarının iyi niyetini hak edebiliriz” diyor.
11 EYLÜL ÖNCESİNE DÖNDÜK
Dolayısıyla Amerika’nın benzersiz konumu ve teröre karşı küresel savaş kavramlarının sonuna gelindiğini ifade eden Krauthammer, cihada karşı ahlaki mücadelenin sonuna gelindiğini ve 11 Eylül öncesine dönüldüğünü ifade ediyor ve ekliyor:
“Terörle mücadele artık kolluk kuvvetlerinin işi. Füze savunmasından tek taraflı vazgeçtik. Afganistan’da ne yapacağımıza karar veremiyoruz. Irak’ta kesin çekilme takvimlerine kesinlikle bağlıyız. Emperyalizmin yarattığı suçluluk duygusuyla Honduras’ta Chavez yanlısı birini destekliyoruz.”
Bütün bunlara karşın Obama yönetiminden stratejik çıkarlar peşinde olduklarına dair bir açıklama bekleyen yazar “bakın Rusya, Avrupa, Çin, İran ve Kuzey Kore ve diğerlerinden daha önce tek taraflılık, kabalık ve kendini beğenmişlik yüzünden alamadığımız diplomatik ödün ve desteği nasıl almaya başladık diyecekler” sözleriyle bu beklentiyi ifade ediyor.
Bu iddianın test edilebilir olduğunu ancak ilk dokuz aylık sürenin Olimpiyat Komitesi’ni bile ikna edemediğini savunan Krauthammer, dünyanın da bu tavırdan etkilenmediğini ifade ederek sözlerine son veriyor.