Güncelleme Tarihi:
Artık Akdeniz'in doğusunda kaçınılmaz bir sürece girildi. Bu uygarlıklar coğrafyasında bitmek tükenmek bilmeyen iktidar savaşlarına bir yenisi daha ekleniyor. Bölgede çok şiddetli Sünni Şii çatışmaları oluyor. Irak'ın 400,000 ABD askerinin koruması altında ve Şii milislerin kontrolünde bir çöküşün, bir parçalanmanın içinde olduğu bildiriliyor.. Filistin'de çatışmalar yeniden başladı. Lübnan artık askeri bir garnizon oldu. Suriye yavaş yavaş bu çatışmaların içine giriyor.İran yönetimi ABD aleyhine bölgedeki etkilerini artırmak için her türlü yolu deniyor. Ortadoğu alevler içinde.
Blair'in çok iyi anlaşılmayan ani istifası ,Cheeney'in Ortadoğu turu , Arap ülkelerinde destek arayışları savaş rüzgarlarının şiddetlendiğini gösteriyor. Türk ordusu doğu bölgesinde ayrılıkcı Kürt teröristlerle savaşırken ,ve ülkenin demokratik sivil güçleri içpolitikada kaypak bir zeminde hareket eden cumhuriyet ve demokrasi karşıtı güçlerle boğuşurken. Kuzey Irak'da bağımsız bir Kürt Devleti'nin pazarlığı yapılıyor. Ortadoğu ve Türkiye karanlık bir döneme giriyor.
Seymour Hersh'in karanlık senaryosu
Ünlü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh'e göre artık hedefte İran ve bölge ülkelerindeki Şii örgütler var. Hersh, ABD'nin İran'ı pasifize etmeye çalıştığı iddiasında.The New Yorker dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Seymour Hersh, Irak işgalinin başında, bu ülkedeki Sünnilere karşı bir denge unsuru olarak görülen Şiilerin İran'ın etkisine girmesinin, ABD yönetiminin farklı bir rotaya sapmasına yol açtığını iddia ediyor. İran'ın bölgedeki etkisinden çekinen Suudi Arabistan ve İsrail ise bu yeni stratejide ABD'nin en yakın müttefikleri. Buna göre Suudi yönetimi İran'a karşı girişilen gizli operasyonların da finansmanını sağlıyor.Suud rejimi, İran'ın ülkesindeki zengin petrol bölgesinde yer alan Şii azınlığı desteklediği iddiasında.
ABD'nin yeni stratejisinin bir diğer cephesi Lübnan'da ise, İran ve Suriye tarafından desteklenen Şii Hizbullah'a karşı Sinyora hükümeti destekleniyor.Suudiler ve ABD, Lübnan hükümetine örtülü olarak milyonlarca dolar akıtıyor.Hersh'e göre, yeni stratejinin operasyonel olarak en tepesindeki isim ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney.
Eğer ABD savaşa karar verirse...
Eğer ABD savaşa karar verirse , bölgedeki üslerden kalkan uçaklarla İran'ın askeri ve ekonomik hedeflerini vurmak isteyecektir. İran ekonomisinin can damarı olan petrol kuyuları da bu süreç içinde bombalanacaktır. ABD bu harekata girişmeden önce mutlaka bölge ülkelere destek çağrısında bulunacak , Türkiye'den de üsleri kullanma izni isteyecektir. Bu durumda seçimden sonra meclise gelen milletvekillerinin ve iktidarın ilk işi belki de bu konuda bir karar almak olacaktır. Bu zor durumda kalan TBMM acaba nasıl bir yol izleyecektir? Irak işgali öncesinde olduğu gibi "Benim topraklarımı kullanma ,uçaklarına geçiş hakkı veririm ama karışmam. " mı diyecektir ,yoksa komşusuna açılan savaşa karşı mı çıkacaktır ? Sünni güçler , Şii İran'ın bombalanmasına seyirci mi kalacaktır ?
İRAN DİN VE DEVLET (2)
DİN VE DEVLET
İran'da dinin devletle nasıl özdeşleştiğinin ve özgürlüklerin nasıl ortadan kaldırlıdığının hüzünlü bir öyküsü vardır. İslam devriminden sonra ülkede bir dizi ideolojik ve idari değişikliğe gitti. Kilit görevlere din adamlarını ,mollaları getirdi. Bu anlamda ahlak polisi ve şeriat kanunları topluma kabul ettirildi. İslam dünyasında yadırganan devlet -din ayırımı ortadan kaldırıldı. Ülkede her zaman alevi sönmeyen bir ABD düşmanlığı taze tutuldu. Ülkenin karmaşık etnik yapısı son derece hassas politikaları gerektirdiğinden ötürü din bir çimento olarak kullanılmak istendi. Zaman zaman mezhep farklılıklarının, etnik ayırımcılığın ortaya çıkardığı sorunlar ,İran'da siyasi çalkantıların artarak sürmesine neden oldu. Bugün bile devletin içindeki çokbaşlılık verilen demeçlerin birbiriyle tutarsızlığı , alınan kararların kalıcı olmamasıyla kendini belli etmektedir.
Yüzde 51'i Farsi kökenli olan İran nüfusunun % 24'ü Azeri , % 7'si Kürt ve geri kalan nüfusun da 6-7 ayrı etnik kökene sahip halklar tarafından oluşturulduğu bilinmektedir. Ülke nüfusunun % 89'u Şii , % 9'u Sünni,geri kalan % 2 si ise Hıristiyan,Zerdüşt,Hindu dinlerine mensup kişilerden oluşmaktadır. Tarihi ve kültürel olarak İran topraklarında Müslümanlığın ilk yayıldığı 700'lü yıllardan bu yana mezhep savaşları eksik olmamıştır. Müslümanlığın bu iki ana mezhebi arasında yüzyıllardır süren iktidar mücadelesi milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. İslam dünyasında mezheplerin ortaya çıkışı ,Batı dinlerinde ortaya çıkan tarihi mezhepler oluşumundan çok farklı olmuştur. İslam dininde batılı anlamda bir ruban sınıfı oluşmamıştır.
Hıristiyanlık ortaya çıkışından sonra ilk üç yüz yıl yasadışı bir dönem yaşadı. Roma İmparatorluğu döneminde saklanmak ve yayılmak amacıyla farklı bir örgütlenme içine girdi. Kilise ve devlet birbirinden ayrı iki güç olarak gelişti. Batıda Orta Çağ bu iki güçlü kurumun birbiriyle hesaplaşmasıyla dolu geçti. Mezheplerin oluşumu da bu döneme rastlamaktadır.
Öte yandan İslam dininde durum çok farklı olmuştur. Araplarda tek tanrılı dine geçiş ve devletleşme aynı döneme rastlamıştır. İslam en başından bir devlet dini olarak doğmuştur. İslamda devlet dinin devleti olmuştur. Devletten ayrı bir dinsel kuruluş , otorite yoktu. Halifelik makamı aynı zamanda dinin de başı idi. Hükümdar -Halife ikilemi Selçuklularda ortaya çıkan bir ikilemdir ama bu ikilem Batıdaki kilise ve kraliyet ikilemi kadar derinleşmemiştir. Hiçbir zaman iki ayrı yargı, iki ayrı vergi , iki ayrı yönetim oluşmadı. Bu nedenle İslam dünyası hiçbir zaman Batı dünyası gibi dinde reform yapılması sürecine girememiştir. Bazı düşünürler Batıdaki dini reform sürecinin İslamda da yaşanacağını öne sürmüşlerdir. Mezhepleri ortaya çıkışını da Batılı mezhepler paralelinde algılama eğiliminde olmuşlardır. Oysa İslam dünyasında reform sürecinin oluşumunu engelleyen ana neden , din ve iktidarın tek elde toplanmasıdır. Dinsel ve dünyasal iktidar ayırımı İslamda ilk kez Türkiye cumhuriyetinde uygulanmıştır. O dönemde bu ayırıma karşı çıkanlar bugün de karşı çıkmaktadırlar. İslam dünyasında Batılı anlamda din ve devletin ayırımı konusunda uzlaşma sağlamak mümkün olamamıştır.
İslam dünyasında reform sürecinin algılanması Batılı modele göre değil , kendi dinamiği içinde mümkün olabilecektir. Bunu yapabilmek için İslam dünyasını ve devlet yapısını çok iyi analiz etmek gerekir. İran ,Pakistan ve Mısır devletleri cumhuriyet rejimi kurmak üzere yola çıkmış ama daha sonra İslam devlet modeline geri dönüş yapmışlardır. Bugünlerde konuşulan'Ilımlı İslam Cumhuriyeti' modeli ise kimsenin anlamını bilmediği bir tanımdır. Fas modeli mi, İran modeli mi , yoksa Mısır modeli mi ? Bunu detaylı olarak inceleyen araştırmalardan yoksunuz. Gelişmelere bakarak bazı yorumlar yapmak mümkündür.
Bugün ne yazık ki ,İslam dünyasında Şii-Sünni iktidar kavgasını yeniden başlamıştır. Bu kavganın boyutlarını tahmin etmek güç değildir. Lübnan'da başlayan çatışmalar , şimdi Irak'a sıçramıştır. Suriye , ve Filistin şimdi de bu kavganın cephelerini oluşturmaktadır. Özellikle de Irak'da çok kanlı çatışmalar sürmektedir. İktidara gelen Şii'ler Saddam Hüseyin döneminin zorba Sünni idaresi altında yaşadıkları güçlüklerin intikamını almak istemektedirler. İran ve Suudi Arabistan İslam dünyasında yeniden alevlenen bu mezhep , iktidar çatışmasında taraf olmuşlardır.
TÜRKİYE VE İRAN (3)
Türkiye Alevileri
Anadolu'nun da bu çatışmalarda hassas olduğu iki yeri vardır. Nüfusun %30'una yakın Alevi nüfusu tarihsel olarak İran Caferileriyle bağlantılı görülmek istenmiş , Osmanlı döneminde zorbalıklara ve katliamlara maruz kalmışlardır. Anadolu Alevi nüfusunun İran Caferi mezhebiyle alakası yoktur. Anadolu Alevileri dinsel ve etnik köken olarak karma bir gruptur.Müslüman olduğunu söyleyen Aleviler olduğu kadar , ayrı bir din olduğuna inananlar da vardır. Bu bölgede oluşacak muhtemel gerginliklerin çok kanlı çatışmalara dönüştüğü geçmiş yıllarda bir çok kez özellikle de KahramanMaraş ve Sivas olaylarında görülmüştür. Bir küçük alevlenme yeniden çok üzücü olaylara sebep olabilecektir. Diğer konu etnik konudur. Bu etnik konunun Türkiye ile de kanlı bir bağlantısı vardır. PKK'nın terörist eylemleri yaklaşık 20 yıldır sürmektedir.
KUZEY IRAK
Bölgede bulunan Kürtler dört ayrı devletin sınırları içinde yaşamaktadırlar. Özellikle Kuzey Irak'da yıllardır ayrı bir devlet kurmayı isteyen KDP Irak'ın işgali sürecinde ABD yanında yer alarak , tezlerini kabul ettirme stratejisini uygulamaktadırlar. Irak Şii'leri de bu oluşuma destek vermektedirler. Aslında burada Irak Şii'leri İran devlet politikasını mı izlemektedirler ? İran bölünmüş bir Irak ve Kürdistan devleti oluşumunu desteklediği taktirde kendi çıkarlarına aykırı hareket edecektir. Bütün bu hamlleri hesap eden usta satranç oyuncusu İranlı diplomatlar uzlaşmacı bir İran dışpolitikası önermişlerdir. Öte yandan iç politikada başarılı olmak isteyen mollaların adayı Ahmed -i Necat bölgedeki gücünü artırmak istemiş , petrol kozunu oynamış , bunda başarılı olamayınca nükleer bir program başlatmıştır. Bu programın hangi aşamada olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Kesin olan tek şey ABD'nin ve İsrail'in buna kesinlikle izin vermeyeceğidir. 28 Mayıs'da Bağdat'ta ABD ve İran yetkilileri bir araya geleceklerdir. Bu toplantının konusu Irak'dır. Öte yandan bütün yorumcuların üzerinde birleştikleri ana konu ise İran'ın nükleer programını durdurup durdurmayacağıdır. İranlı diplomatların bu toplantıyı çok iyi değerlendirmeleri gerekmektedir.
HEDEF İRAN (4)
Esas hedef İran mı?
Irak savaşı , Ortadoğu'da birçok ülkenin ekonomik ve stratejik çıkarları nezdinde önemli değişiklikler yaratmıştır. Yaşanan değişimlerin en önemli yönlerinden birisini de bölgede değişen askeri güç dengeleri oluşturmaktadır. Ortadoğu, her devirde güç mücadelelerine sahne olduğu gibi, aynı zamanda kültürlerin ve dinlerin de kesişme noktasında olduğu kadar, gelişmiş endüstrilere sahip olan batılı ülkelerin ihtiyacı olan enerjinin en ucuza bulunabileceği bir bölgedir.
Tarihsel dini ve kültürel özelliklerin yanında, klasik jeopolitik tezlerin, günümüzde bölgeye ilişkin gelişmeleri açıklamakta yetersiz kaldığı da söylenebilir.Soğuk savaş'ın sona ermesiyle ve dünya iki kutuplu dengeden tek kutuplu dengeye geçmiştir.
Bu tek kutuplu dünyanın dengelerini iyi analiz etmek gereklidir. Devletler; radikal, geleneksel, otokratik, demokratik, ABD yanlısı veya karşıtı gibi özelliklerle tanımlanmaktadır. Bu gelişmeler ışığında yeni ittifak ilişkileri de bölge sınırlarını aşan bir boyutta ortaya çıkmaktadır. Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından ortaya atılan'küreselleşme' ve'medeniyetler çatışması' tezleri ,'liberalizmin , kapitalizmin zaferi söylemleri hızla tüketilmiş , Irak savaşı'nın ardından ardından ortaya çıkan Büyük Ortadoğu (Greater Middle East) kuramı bile eskimiştir. Bölgede etkin olan siyasi gücün kaynağının İslam olduğu ortaya çıkmıştır.
Basra Körfezi'ni kontrol altında tutmaya büyük önem veren ABD, Körfez Savaşıyla başlayan süreçte bölgede askeri üsleri ve geliştirdiği askeri ittifakların yetersiz kaldığını görmüştür. Bu işbirliğinin askeri ve ekonomik olduğu kadar siyasi ve kültürel alanlarda da da kurulması gerektiği ortaya çıkmıştır.
Anahtar Ülkeler
Türkiye, İsrail,İran, Mısır, Suudi Arabistan ,Suriye ve Ürdün,'ün bölgede anahtar ülkeler konumuna geldikleri söylenebilir. Bölgenin eski aktörlerinden olan Rusya, etkinliğini iyiden iyiye yitirmiştir. Rusya Hazar Denizi ve havzası'ndaki kontrolünü kaybetmemeye çalışmaktadır. Rusya'nın petrol ve doğal gaz hatlarına ilişkin politikaları açısından, Türkiye, İran , Kuzey ve Güney Kafkasya ve Afganistan'daki siyasi gelişmeler büyük önem taşımaktadır. Rusya Türkmenistan ve Afganistan'da da etkili olmaya çalışmakta, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu ile de ilgilenmektedir. Nitekim son günlerde İran ile geliştirdiği askeri işbirliği dikkat çekicidir. Ayrıca Hürmüz Boğazı Rusya için büyük önem taşımakta, İran'ın bu bölgede gücünü kaybetmesi Rusya'yı doğrudan etkileyeceğinden, Rusya İran ile ilişkilerini güçlü tutmaya özen göstermektedir.
Bölgede Arap olmayan üç askeri güç; Türkiye, İsrail ve İran, en etkili aktörler olma durumlarını muhtemelen sürdüreceklerdir. Bu üç ülke de önemli ölçüde savunma sanayiine sahiptirler. Ortadoğu'da
etkili askeri güç olan İsrail, gelişmiş bir savunma sanayiine sahiptir.Aynı anlamda Türkiye'de güçlü ve modern donanımlı ordusuyla söz sahibidir. Bunun yanı sıra Türkiye ve İsrail hem stratejik anlamda ve hem de savunma sanayii alanında işbirliği içindedir. Ancak Rusya'nın, Kuzey Kore'nin ve Çin'in teknik yardımları sayesinde İran, bölgede ve ötesinde nükleer silahlar ve füze imal etme doğrultusunda iri adımlar atmıştır.
Ortadoğu'da siyasi dengenin en önemli unsuru olan tanınmış güçlü politik liderler de artık hızla değişmektedir. Güçlü siyasi liderler artık birer birer siyaset sahnesinden çekilmektedirler. Yorumculara göre Arap -İsrail savaşını sona erdirecek güçlü siyasi liderler yoktur. Lübnan'da barışı sağlayacak siyasi liderler birbiri ardından suikaste uğramıştır. Lübnan artık bölgedeki güçlerin kent sokaklarına siperlerini kazdığı bir savaş alanıdır , bölgedeki etkin güçlerin askeri üssü olma sürecine girmiştir.
Uzun dönemde, Arap-İsrail barışı gerçekleşsin veya gerçekleşmesin, yaşanan siyasi değişimler, ülkeler arasındaki sorunların siyasetle çözülemediğini askeri alanlara kaydığını göstermektedir. Bu da yıllardır otoriter rejimlerle ihmal edilen, bastırılan veya yok edilen , demokratik haklara ve refaha sahip olamayan büyük halk kitlelerinin çaresiz bir duruma düşmesine neden olmuştur. Çeşitli bahanelere dayandırılan silahlı çatışmalarda , bombalama olaylarında ölen milyonlarca sivil için gözyaşı dökenlere de pek rastlanmamaktadır. Son yirmi beş yılda bu bölgede milyonlarca masum insan öldürülmüştür.
İRAN'IN DİN SAVAŞLARI(5)
İran'ın dini Stratejisi
Köklü bir bürokrasiye, devlet geleneğine ve kültür birikimine sahip olan İran tarih boyunca Ortadoğu'nun etkili ülkeleri arasında yer alır..Kurulan Pers İmparatorlukları , Sasani İmparatorluğu binlerce yıldır bu bölgenin etkili gücü olmuştur. İran Ortadoğu'nun Sünni ülkelerinin aksine İslamın ayrı mezhebi olan Şii mezhebindendir. Bu dini ayrılık ve Şii-Sünni ayırımı İran'ın siyasetine yansımıştır. Sünni Suudi Arabistan ile olan ilişkileri hep soğuk olmuştur. Binlerce yılın mezhep ayırımı beş on yılda çözülecek kadar basit değildir. Ortadoğu bunun yıllarca sıkıntısını çekmiştir.
İran 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle, kendisini bölgenin yeni süper gücü olarak tanımlama fırsatını değerlendirmek istemiştir. 70 milyona yaklaşan dinamik nüfusu, Müslüman kimliği, sahip olduğu önemli petrol ve doğalgaz kaynakları ve coğrafi konumuyla İran'ın tüm Müslüman ülkelerin liderliğini ele geçirmek, bölgede sözünü dinletmek gibi tarihi Şii-Sünni iktidar özlemini destekleyen özelliklerini unutmamak gerekir.. Değişen dengeler İran dış politikasının aldığı bu yönü ortaya koymuştur. İran'ı idare eden Mollaların tarihin tozlu yaprakları arasından çıkardıkları kutsal savaş senaryosunu yeniden halka bir ideoloji olarak vermeye çalıştıklarını söyleyenler az değildir. Mollaraın İslam dini içinde bir hesaplaşmaya gitmek eğiliminde olduğunu savunan Batılı yorumcular vardır..
Ortadoğu coğrafyasında yer alan devletler uzun bir zaman ya diktatörlükle ya da monarşi ile yönetilegelmişlerdir. Bundan dolayı, ülkelerin dış politikaları da diktatörlerin kişisel istekleri doğrultusunda şekillenmiştir. İran'ı da bu ülkeler grubuna dâhil etmek mümkündür.Yıllar boyunca da bu böyle olmuştur.
Kaçkar Hanedanlığı'nın yıkılmasından sonra 1926 yılında Rıza Şah'ın yönetimde egemen hale gelmesiyle Pehlevi Hanedanlığı başlamıştır. Rıza Şah, iktidarı döneminde özellikle ABD ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesini işgal eden Rusya ve İngiltere'ye karşı ilk önce ABD'ye daha sonra ise Almanya'ya yakınlaşma gereği hissetmiştir. Almanya ile başlayan bu yakınlaşma ekonomik alanlardaki tercihlerde kendisini göstermiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ise tarafsızlığını ilan eden İran, Almanya'dan uzaklaşmıştır. Bu kez İngiltere ve Rusya tarafından işgal edilmiştir. Otuz yıllık bir süreçte yaşamış olduğu iki işgal deneyimi, sonraki dönemlerde İran'ın çok ihtiyatlı bir dış politika takip etmesinde önemli rol oynayacaktır. 1951 tarihine kadar dış politikada ibreler Batı'yı gösterirken, Musaddık'ın başbakan olmasıyla tüm dengeler bir anda tersine dönmüştür. Petrol gelirlerinden daha çok pay almak isteyen grubun da desteğini de arkasına alan Ulusal Cephe lideri Dr. Musaddık ,İran petrollerinin millileştirilmesine karar vermiştir. Bu kararla, devlet içersinde başka bir devlet gibi hareket eden "İngiliz İran Petrol Şirketi"nin (Anglo-Iranian Oil Company) etkisinin sınırlamasını ve İran'ın petrol gelirlerinden daha fazla pay almasını sağlamayı hedeflemiştir. Bu İran'ın Batı'dan bağımsız ve ulusalcılığı ön plana çıkaran bir dış politika izlemek istediğinin ilk göstergesidir. Petrolün millileştirilmesi kararına en büyük tepki doğal olarak İngiltere'den gelmiştir.
Daha sonra 1953 yılında bir darbe sonucunda Musaddık görevden uzaklaştırılmış ve yerine Batı ile ilişkileri yeniden kuracak olan Zahidi göreve getirilmiştir.Soğuk Savaş döneminde, iki kutuplu düzenin hâkim olduğu bir ortamda Sovyet etkisinden kurtulmanın yegâne çaresi, denge politikası oluşturmak için ABD ve İngiltere ile işbirliği yapmaktan geçmekteydi. Bu denge politikasının gereği olarak, İran özellikle dış politika konusunda İngiltere ve ABD ile uyum ve işbirliği içinde olmaya büyük önem vermiştir. Bununla da yetinmeyerek, 1955 yılında Türkiye ve Irak arasında imzalanan Bağdat Paktı'na aynı yıl Pakistan ve İngiltere ile birlikte İran da katılmıştır.Daha sonra bu anlaşma Irak'ın çekilmesiyle 1958 yılında CENTO ismini alacaktır.
Arap-İsrail Savaşı sonucunda patlak veren 1973 petrol krizinde, İran mevcut durumdan en iyi şekilde istifade etmesini bilmiştir. OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) üyesi ülkelerin petrol üretiminin azaltılmasına yönelik kararlarını hiçe sayarak bu dönemde petrol üretimini daha da arttırmış ve Batı ülkelerine daha fazla petrol ihraç etmiştir.
Rıza Pehlevi döneminde ekonomik kalkınmaya öncelik verildiği için ülkede hızlı bir endüstrileşme süreci yaşanmış, bunun sonucunda birçok köylü iş imkânlarından faydalanabilmek için kentlere göç etmiştir. Şehre, iş ve daha iyi bir yaşam umuduyla gelen bu insanlar genelde fakir ve eğitimsizdi. Mollalar eğitimsiz kitleleri Şah' a karşı yönlendirmekte başarılı oldular. İmam Humeyni, fakir insanların ve küçük tüccar ve esnaf grubunun desteğini sağlamayı başarmıştır. Şah döneminde zenginlerle fakirler arasındaki fark git gide açılmış,toplumda başarılı olamayan eğitimsiz kitle , din adamlarından destek görmüşlerdir. En büyük ekonomik gelir kaynağı olan petrol kuyularında çalışan işcilerin Humeyni tarafına dönerek greve gitmeleri Şah rejimini büyük bir problemle karşı karşıya getirmiştir. Daha sonra olaylar hızla gelişmiş ,Şah ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Böylelikle Humeyni iktidarı başlamış , halk oylamasında Şah' a karşı oy verdiğini sanan halk İslam cumhuriyetine evet demiştir. Böylelikle 1979 Mart'ında yapılan referandum sonucunda % 99 gibi bir çoğunlukla İran'da İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.
İran eğer programa devam etme kararını değiştirmezse ABD ve İsrail İran'ı nükleer bomba yapmadan önce kesinlikle vurmak zorunda kalacaktır.