89 yıl sonra yine aynı görüntü

Güncelleme Tarihi:

89 yıl sonra yine aynı görüntü
Oluşturulma Tarihi: Mart 23, 2003 00:00

‘‘Şattülarap’’ sözünü artık kullanmıyoruz. Dicle ile Fırat'ın arasındaki bölgeye, özellikle de bu nehirlerin denize döküldükleri yere biz ‘‘Şattülarap’’ derdik ve bu bölge Türkiye'nin gündemini asırlar boyunca işgal etmişti.Şimdi Basra taraflarında yaşanan çatışmaları, özellikle de Amerikan ve İngiliz zırhlı konvoylarının çölden Bağdat'a doğru ilerleyişlerini TV'lerde gördükçe, bundan 80 küsur yıl önce aynı yerde çekilmiş bazı fotoğrafları hatırlıyorum... İngilizler'in 1914 Kasım'ından itibaren Bağdat'ı ele geçirmek için, çölde bize karşı giriştikleri uzun yürüyüşü... Amerikan ve İngiliz birliklerinin TV'lerdeki görüntüleriyle bu sayfada yayınladığım resimler arasındaki benzerliği sizin de farkedeceğinize eminim...IRAK, günlerden beri ateş altında. Tonlarca bomba ve yüzlerce uzun menzilli füze şehrin altını üstüne getirirken, Amerikan ve İngiliz birlikleri, Kuveyt sınırından kuzeye, Bağdat'a doğru uzun bir yürüyüş başlattı.Ben bu yazıyı yazdığım sırada birliklerin ilerlemeleri devam ediyordu ve Amerikan zırhlı araçlarındaki gazetecilerin aktardıkları görüntüler, bana aynı yerde bundan 89 yıl önceki bir başka yürüyüşü hatırlattı: İngilizler'in 1914 Kasım'ından itibaren Basra'yı işgal operasyonuna başlamalarını ve Bağdat'ı ele geçirmek için, çölde giriştikleri uzun yürüyüşlerini...Türkiye'nin, Birinci Dünya Savaşı'na resmen katılmasının üzerinden daha birkaç gün geçmişti. İngiltere, Şattülarap'ın ağzına, yani Dicle ile Fırat nehirlerinin denize döküldükleri yere hemen asker çıkarttı ve 21 Kasım'da Basra'yı işgal etti. Kanuni Süleyman'ın 1538'de Türk idaresi altına aldığı Basra, tam 376 sene sonra artık elimizden çıkmıştı.İşgal birlikleri sadece İngilizlerden değil, dünyanın dört bir tarafındaki sömürgelerden getirilmiş askerlerden meydana geliyordu ve bize karşı savaşanların ön safında onbinlerce Hindli Müslüman vardı. Başlarındaki sarıklarla ateş hattının ilk sıralarına yerleştirilmişler ve ilk ateş de onlara açtırılmıştı... Hem 'Padişah', hem de 'Halife' olan Sultan Reşad'ın 14 Ekim'deki 'cihad', yani 'kutsal savaş' ilánıyla alay edercesine...Basra çevresindeki bazı Iraklılar'ı, işgal birliklerinin gelişini şimdi sevinç gösterileriyle karşılayan, Amerikan ve İngiliz askerlerine 'Hoşgeldiniz, bizi bu adamdan kurtarın!' diye haykıran bazı Iraklılar'ı TV'lerde bilmem seyrettiniz mi? Hani, Amerikan askerlerinin mükáfat olarak çocuklarına çikolata dağıttığı Basra havalisinin sakinlerini?Aynı Iraklılar'ın büyükbabaları, bundan 89 yıl önce İngiliz birliklerini aynen böyle karşılamışlardı; 'Hoşgeldiniz, bizi Türkler'den kurtarın' diyerek... Sonra İngiliz birliklerine gönüllü rehberlik etmiş, Dicle'nin sayısız kollarına dağılan binlerce İngiliz askerini küçük tekneleriyle ve sallarıyla bataklıklar arasından geçirip Bağdat'a uzanan düzlüğe çıkarmışlardı.Biz, tarihimizin en büyük kumarlarından birini, tümen tümen Irak askerinin son birkaç gün içinde göstermelik birkaç kurşun attıktan sonra teslim oldukları yerlerde oynadık. Basra'nın kuzeydoğusundaki Karun Nehri'nden İran tarafına geçtik, İngilizler'in yolunu ve ikmal hatlarını kesebilmek için o günlerde İngiliz işgali altında bulunan İran'ın Ahvaz kasabasını işgal edip Abadan'a giden petrol borularını tahrip ettik.Birliklerimizin başında Süleyman Askeri Bey adında genç bir yarbay vardı. Basra taraflarına askerlikteki başarısından dolayı değil, İstanbul'da iktidarı elinde bulunduran İttihad ve Terakki Partisi'nin itimadını kazanmış olduğu için gönderilmişti.Süleyman Askeri Bey, en büyük hatasını Ahvaz dönüşünde yaptı, bir 'İslam Birliği' hayaliyle güneye dönüp Basra'ya ilerledi ve 1915'in 12 Nisan günü Şuayyibe'deki kendisinden kat kat üstün olan İngiliz birliklerine saldırdı. Çarpışmalar üç gün boyunca sürdü ve birliklerimizin neredeyse tamamı imha edildi. Ama henüz 31 yaşında olan genç kumandan namusluydu, uğradığı yenilginin utancıyla yaşayamayacağını biliyordu ve hatasının cezasını kendi elleriyle verdi, yenilgi akşamı tabancasının namlusunu şakağına dayayıp tetiği çekti.İngiliz ordusunun önünde o an için artık ciddi bir mukavemet kalmamıştı. ve Bağdat'a doğru ilerlemeye devam ettiler. Ama yürüyüşleri şimdiki gibi birkaç gün değil, iki sene sürdü ve İngilizler Bağdat'a ancak 1917'nin 11 Mart günü girebildiler. 1918'in 7 Mayıs'ında Kerkük'ü, 3 Kasım'ında da Musul'u onlara teslim ettik.Bizim Irak maceramız işte böyle noktalandı ama Irak o zamandan beri bir daha ifláh olmadı. Bir ara İngiliz idaresi altında kaldı, sonra gene İngiltere'nin gölgesinde bir krallık haline geldi, Londra'nın suyundan gitmeyen krallar ameliyat masalarında yahut garip trafik kazalarında canlarından edildiler. Derken Irak'ta bir darbeler dönemi başladı, her yeni darbe bir öncekinden daha kanlı yaşandı ve Bağdat'a Irak tarihinin gelmiş geçmiş en kanlı rejimini kuran Saddam Hüseyin hákim oldu. Çok yakında Saddam da gidecek ama bana sorarsanız Türk yönetimi altındaki üç buçuk asırlık tarihi dışında geçmişi işgallerle ve acılarla dolu olan Irak daha çok uzun zaman rahata ve huzura eremeyecek.Amerikan ve İngiliz birliklerinin TV'lerdeki görüntüleriyle bu sayfada yayınladığım resimlere bir bakın ve bizim bundan 80 küsur sene önce yaşadıklarımızla bugünlerde olup bitenleri mukayeseye çalışın...Saddam’ın Bush’a dediklerini Abbasi Halifesi de Moğol Hanı’na söylemiştiBAĞDAT, George W. Bush ile Saddam Hüseyin arasında savaş öncesinde yaşanan ültimatom ve karşılıklı demeç sürecini bundan 748 yıl önce de yaşamış ama şehrin ákıbeti bugünkünden çok daha kötü olmuştu.O devirlerin Ortadoğu'su, Moğol işgali altında inim inim inlemekteydi. Asya'dan gelip İlhanlılar Devleti'ni kuran Hülágu Han, 1255'te meşhur Hasan Sabbah'ın yolundan gidenlerin elinde bulunan Alamut Kalesi'ne saldırı hazırlığındayken, Bağdat'ı elinde bulunduran Abbasi Halifesi Musta'sım Billáh'tan yardımcı birlikler göndermesini istedi. Halife, teklifin Bağdat'ı zayıflatmak maksadıyla yapıldığını düşündü ve reddetti.Hülágu, Alamut Kalesi'ni Halife'nin yardımı olmadan ele geçirdi ama artık Bağdat'ı yoketmeye karar vermişti. Elçilerini Halife'ye yolladı, şehrin surlarını yıkmasını, hendekleri doldurmasını ve idareyi oğluna bırakarak huzuruna gelmesini istedi. Halife Musta'sım bu istekleri de geri çevirince, Hülágu Bağdat'a son bir mektup gönderdi. 'Tanrı, dünyayı idare etme görevini Cengiz Han'a ve Cengiz'in soyundan gelenlere, yani bana vermiştir' diyor ve Haliife'ye etmedik hakaret bırakmıyordu.Halife Musta'sım ise, 'Ben, Moğollar'ın büyük Han'ı Mengü ile dostum. Bağdat'a gelecek olursan başın beládan kurtulmaz!' diyen bir cevap gönderdi ve Hülágu'yu tam manasıyla çileden çıkartan da işte bu cevap oldu. Moğollar, 1257'nin sonlarına doğru Bağdat'ı dört bir yandan kuşattılar. Başına birşey gelmeyeceğinden emin olan Halife, yakınlarını ve hazinesini yanına alıp Basra'ya kaçması için yapılan telkinleri reddedip şehirde kaldı.Hülágu'nun kuşatmasına dayanamayan Bağdat, 10 Şubat 1258'de kayıtsız-şartsız teslim oldu ve Moğol ordusu şehre girdi. Bağdat, bu tarihten sonra yaklaşık bir ay boyunca tarihin en büyük katliamlarından birine sahne olacaktı.Moğollar, Halife ile çocuklarını işkenceden geçirdiler ve hazinelerinin yerini söylettikten sonra parça parça ettiler. Sivil halktan yakalanan kim varsa öldürüldü. Tarihler, 800 bin ile 2 milyon arasında Bağdatlı'nın kılıçtan geçirildiğini yazacaktı. Şehir baştan aşağı yağma edildi, camiler ahır yapıldı ve o devir İslam dünyasının en büyük kültür merkezi olan Bağdat'ın bütün kütüphaneleri ateşe verildi. Yakılmayan kitaplar Dicle Nehri'ne atılınca nehir günlerce mürekkep renginde aktı. Gömülemeyen yüzbinlerce cesetten yayılan kokular yüzünden Hülágu bile Bağdat'ı terkedip gitmek zorunda kaldı ama ayrılmadan önce yıkılan bazı binaların ve birkaç caminin yeniden inşasını emretti. Şehir bir buçuk asır sonra Timur'un işgaline uğrayıp yeniden tahrip edilecek ama Moğollar'ın zulmünün eşini bir daha görmeyecekti.Bağdat'ta iktidar koltuğunda oturanların ákıbetlerini bir türlü farkedememeleri acaba sadece bir tesadüf mü, yoksa ırsi bir hadise mi, bilemiyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!