Güncelleme Tarihi:
1920 Eylülü. Mübadele günleri... Denizli'nin Honaz ilçesinde, Rum aileler Türk komşularıyla vedalaşıyor. Minoğlu ailesinin kızları Sofiya ve Eleni, yıllarca el emeği, göz nuru döktükleri çeyizlerini yanlarına alamazlar. İki çuvalar koyar ve komşuları Gacaroğlu ailesine bırakırlar: ‘‘Bir şey olur dönersek alırız. Dönmezsek ihtiyacı olan birine verirsiniz’’ derler. Bir daha da dönemezler. Bundan tam 78 yıl sonra, Gacaroğlu Ayşe'nin torunu Kemal Yalçın, Yunanistan'da beş yıl süren bir araştırma yaparak Sofiya ve Eleni'nin torunlarını bulur ve emaneti teslim eder. Bu emanet çeyizin öyküsünü kitaplaştıran Yalçın, iki ülke halkının dostluğuna katkıda bulunduğu için Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü'ne aday gösterilir. İşte 78 yıllık emanetin öyküsü...
Honazlı öğretmen Kemal Yalçın, Rum komşuları Minoğlu ailesinin mübadeleyle Yunanistan'a giderken, babaannesi Gaçaroğlu Ayşe'ye emaneten bıraktığı çeyiz bohçasını, tam 78 yıl sonra sahiplerine iade etti. Çeyizin sahibi Minoğlu ailesinin kızları Sofiya ve Eleni'nin izini bulmak için Yunanistan'da beş yıl süren bir araştırma yapan Kemal Yalçın, sonunda onların torunlarını Volos kentinde buldu. Emanet Çeyiz'in öyküsünü bir kitapla da ölümsüzleştiren Yalçın, iki ülke halkının dostluğuna katkıda bulunduğu için Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü'ne aday gösterildi.
Denizli'nin Honaz ilçesinden, Yunanistan'ın Volos kentine uzanan gerçek yaşam hikayesi, Kurtuluş Savaşı yıllarında başladı. Honaz'da yaşayan Rum Minoğlu ailesi, 1920 yılının eylül ayında mübadele anlaşmasıyla Yunanistan'a gönderildi. Ailenin kızları Sofiya ve Eleni, giderken yanlarına alamadıkları çeyizlerini iki çuvala koydu, ‘‘Bir şey olur dönersek alırız. Dönmezsek ihtiyacı olan birine verirsiniz’’ diyerek komşuları Gacaroğlu ailesine bıraktı.
BÜYÜKANNENİN VASİYETİ
İki Rum kızın yıllarca el emeği, göz nuru dökerek hazırladıkları çeyiz bohçası, bir şitare yorgan, dört ipek dokuma havlu, iki kuşak, iki döşek çarşafı, bir yatak örtüsü, dört işlemeli yorgan çarşafı, 10 para kesesi, bir el dokuması gömlek, iki işlemeli sofra peşkiri, bir işlemeli sofra altı, iki peştemal, tığ oyaları, iki işlemeli ipek mendil, iki buldan işi işlemeli örtü ve altı asmalı çemberden oluşuyordu. İsmet İnönü'nün emirerlerinden Kemal'le evli olan, soyadı kanununun çıkmasından sonra 'Yalçın' soyadını alan Gacaroğlu Ayşe, bu emaneti evlerinin en güvenli yerine koydu.
Ayşe ve Kemal Yalçın çifti, Rum komşuları belki döner diye sakladıkları çeyizin bir bölümünü, mübadele anlaşmasıyla Yunanistan'dan gelenler arasından evlatlık aldıkları Fatma'ya verdi. Rum komşularının çeyiz çuvallarını yıllarca büyük bir itinayla saklayan Ayşe ve Kemal Yalçın ölmeden önce oğuları Ramazan Yalçın'a teslim ederek, Rum ailenin bulunup emanetin iadesini vasiyet etti.
BEŞ YIL ARAŞTIRDI
Yıllarca Kafkas cephesinde savaşan, Kurtuluş Savaşı sırasında da İsmet İnönü'nün emireri olan Kemal Yalçın ve eşi Ayşe'nin bu vasiyetini, oğulları Ramazan değil, dedesiyle aynı adı taşıyan öğretmen Kemal Yalçın gerçekleştirdi. Almanya'da 16 yıldır Türkçe öğretmenliği yapan oğulları Kemal Yalçın'ı ziyarete giden baba Ramazan ve anne Ümmühan Yalçın, ona bu emanet çeyizden söz etti. Sonra da Yunanistan'a giderek Rum Minoğlu ailesini arayıp bulmasını ve emaneti teslim etmesini istedi. Bunu dedesi ve ninesinden kalan yerine getirmesi gerekli bir görev sayan Kemal Yalçın, 1994 yılı başlarında Yunanistan'a giderek çeyizin sahibi Minoğlu ailesini araştırmaya başladı.
Buradaki araştırmaları sonuçsuz kalınca Türkiye'ye dönen Kemal Yalçın, Yunanistan'dan Türkiye'ye mübadele anlaşması kapsamında yerleşen ailelerle görüştü. Ayvalık'tan Rize'ye kadar geniş bir alanı dolaşıp araştırmasını sürdüren Yalçın, iki yıl önce yeniden Yunanistan'a gidip çeyizin sahibi Minoğlu ailesinin kızlarının torunlarını bulmayı başardı. Yalçın, emanet çeyizi, Volos kentinde Sofiya'nın torunu İrini ve akrabaları Yannis Minoğlu'na teslim etti.
Kemal Yalçın, emanet çeyizin sahibini bulmak için verdiği mücadeleyi ve mübadele edilen insanların dramını, bir kitapta topladı. 'Emanet Çeyiz Mübadele İnsanları' adlı kitabı Yalçın'a ödül de kazandırdı. Kemal Yalçın, bu kitapla, Kültür Bakanlığı'nın 14 dalda düzenlediği Cumhuriyet'in 75'nci Kuruluş Yıldönümü ve Atatürk'ün 60'ıncı Ölüm Yıldönümü Yarışması'nda roman dalında ikinci oldu, ödülünü geçen ay Kültür Bakanı İstemihan Talay'dan aldı.
Sahiplerine teslim edilen 78 yıllık emanet çeyizin öyküsü, Yunanistan'da da büyük yankı uyandırdı. Gazeteler ve televizyonlar olayı birinci haber olarak verirken Kemal Yalçın, hem Yunanistan, hem de Türkiye komitesi tarafından 'Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü'ne aday gösterildi.
YURT ÖZLEMİ
Kitabın Yunanca ve Almanca'ya çeviri çalışmaları da başlarken, Alman WDR Televizyonu, belgesel film yapmak için Kemal Yalçın'a teklif götürdü. Honaz'da babaannesi Ayşe'ye teslim edilen emanet çeyizi, Yunanistan'ın Volos kentinde Rum aileye iade etmek için beş yılını verdiğini söyleyen 46 yaşındaki Kemal Yalçın, yıllarca birarada kardeşçe yaşayan insanların birbirinden koparıldığını, Yunanistan'a gitmek zorunda kalan Rumların ve Türkiye'ye gelenlerin hala eski yurtlarının özlemini yaşadığını belirterek şunları söyledi: ‘‘Honaz'da oturan 92 yaşındaki Sabiha Yavuz, Yunanistan'daki evini bulmamı istedi. Tek endişesi, o güzel çiçeklerinin kurumamasıydı. Sulanıp sulanmadığına bakmamı istedi. Ben de çiçeklerin kurumamasını istiyorum. Evlerinden, komşularından koparılan insanlar şimdi yaşadıkları yerlere aynı isimleri koymuşlar. Bana kapılarını değil, yüreklerini açtılar. Tek kötü söz duymadım. Mübadele Anlaşması kapsamında Türkiye'den 1.5 milyon Rum Yunanistan'a gönderildi. Bunlardan 1 milyon 100 bini ulaştı. Türkiye'ye 485 bin Türk geldi. Araştırmam ve kitabım Türkiye'de yeterli ilgiyi görmedi. Türkiye'de yaptığım araştırmalar sırasında sivil polisler tarafından izlendim. 'Kardeşin duymaz, eloğlu duyar' deyişini yakından yaşadım. Kitabım evlerinden, yurtlarından koparılan yüzbinlerce insanın duygularını yansıtıyor.’’
KİTAPTAN
Babam Sofiya'yı ölünceye kadar unutmadı
Bizim bahçe komşumuz Minoğlu'nun karısını, kızlarını da Katırcı Ali'nin ahırına kapatmışlar. Aç susuz! Yunan'ı Sarayköy'e Minoğlu'nun karısı kızı çağırmadı ya! Ben bildim bileli onlar Karaköprü'de bahçe komşumuzdu. Bir kötü söz demedik birbirimize. Yediğimiz içtiğimiz birdi. Aynı suyla suladık bahçelerimizi. Kardeşten öte ana baba gibiydik. Sen götür ekmekleri oğlum, verip gel onlara, dedi. Her sabah beline ekmek bohçası sarıyor, ben de götürüp anamın selamıyla birlikte, ahırın koca kapısından veriyordum. Sevinirlerdi. ‘Anana selam söyle’ derlerdi...
...Sonra bir sabah, bir bağırış, bir çığırış koptu! Cavırlar gidiyormuş! dediler. Korktum! Koşup evimize geldim. Daha sonra Minoğlu'nun karısıyla iki kızı evimize geldi. Küçük kızı benden üç yaş daha büyüktü. Adı Sofiya idi. Biz ‘‘Safiye’’ derdik. Ablasının adı Eleni idi. Safiye ve Eleni'nin ellerinde birer çuval, annelerinin kucağında şitare ipek yorgan vardı. Kızların buğday sarısı saçlarının örgüleri bileğim gibiydi. İkisi de yeşil gözlü, uzun uzun boylu, dünya güzeli kızlardı... Eleni tam gelinlik çağındaydı... Safiye, birlikte evcilik oynadığımız Safiye ağlıyordu...
...Yunanistan'da köyden köye geçtim, Minoğlu'nun kızlarını ararken, aslında kendimi aradığımı hissettim. Gide gide Minoğlu'nun
kızlarının beni aradıklarını hissettim... Babam aramayı sürdürmemi istiyordu... Sanki ben değil, babamdı Minoğlu'nun kızlarını arayan! Telefonun öte ucundan şevk veriyordu: ‘‘Ara oğlum ara! Yunanistan küçük yer. Devam et aramaya, bulursun.’’
... Yohannis Dimitoğlu'nun verdiği adreste Denizlili Minoğlu soyundan Yannis Minoğlu ile eşini yapı malzemesi satan dükkanlarında bulduk. Birkaç kelime dışında Türkçe bilmiyorlardı... Aleco amca beni tanıttı. Yannis kalkıp sarıldı boynuma. ‘‘Demek sen bizi aradın! Demek sen Minoğlu'nu aradın?’’ diyor, bir yüzüme bakıyor, bir boynuma sarılıyordu... Dedesi Denizli'den gelmiş. Soyadının Rumcaya çevrilmesini istememiş. ‘‘Ben Denizlili Minoğlu olarak geldim, Denizlili Minoğlu olarak gideceğim!’’ demiş...
... İrini ile sarıldık birbirimize. Deniz mavisi gözlerinden akan damlalar, ağaçların özsuyu gibi saf ve berraktı... Sofiya'yı bulmuşçasına sevindim. Kulaklarımda babamın sözleri çınlıyordu... ‘‘Senin anneannen Sofiya babamı Karaköprü Savağı'nda suya batırmış. Babam bunu hiç unutmamış. Bulursan Sofiya'ya söyle bunu!’’ demişti ölmeden önce... Size söylüyorum İrini, Babam Safiye'yi ölünceye kadar hiç unutmamıştı!