71 yılın demokrasi bilançosu

Güncelleme Tarihi:

71 yılın demokrasi bilançosu
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 24, 2016 02:15

Demokratik bir hukuk devletinin yöneticilerini zor ve şiddet yoluyla görevden uzaklaştırmaya kalkmak, kimsenin hakkı ve haddi değil. Demokratik bir ülkede buna teşebbüs edenler, kim olurlarsa olsunlar, ister asker olsunlar ister sivil, onlara karşı çıkmak herkesin görevi...Ülkemizdeki son darbe teşebbüsüne karşı o görev –o teşebbüsün sorumluları dışında- toplumumuzun her kesimince yerine getirildi. Meclis’te temsil edilen-edilemeyen siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, medyanın her alanındaki gazeteciler, televizyoncular, yayıncılar, bilim kurumlarındaki akademisyenler, öğrenciler ve tek tek vatandaşlar, o teşebbüse karşı kesin tutum aldılar ve darbecilerin başarısızlığa uğramasına büyük katkı yaptılar.Bu sonuç, halkımızın demokratik rejime bağlılığının yeni bir göstergesidir. Bu gerçeği, herkesin görmesi ve değerini bilmesi gerekir.

Haberin Devamı

 ** Demokrasi, ülkemize, İngiltere, Fransa, ABD gibi ülkelerden daha geç ve daha güç geldi. 19’uncu yüzyılda ‘Tanzimat’, ‘Islahat’, ‘Kanuni Esasi’ gibi aşamalardan sonra, 1876-1913 arasındaki ‘Meşrutiyet’e geçiş dönemimiz bile, -biri 30 yıl süren- çok sayıda kesintiye uğradı.

** Ama Meşrutiyet döneminin, Fransız İhtilali’nden esinlenerek kullanılan ‘hürriyet, müsavat, uhuvvet’ (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) gibi sloganları unutulmadı.

** Sonra, 1914-1918 arasındaki Birinci Dünya Savaşı geldi. O savaştaki yenilgimizin sonucu olarak, ülkemizin savaş galibi devletlerce işgale uğraması
süreci başladı.

** Türkiye o işgale, Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’mızla direndi. Ancak o savaşın koşulları altında bile, o zamanın deyimiyle ‘hâkimiyet-i milliye’ (ulusal egemenlik) ilkesinden ayrılmamaya özen gösterdi.

Haberin Devamı

** İşgal kuvvetlerince kapatılan İstanbul Meclis-i Meb’usanı’nın seçim usullerine göre, mümkün olan her yerde seçim yapıldı. İstanbul Meclisi’nden gelen üyelerin de katılımıyla Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kadroları oluşturuldu.

** Kurtuluş Savaşı, o Meclis’in başkanı olan Atatürk’ün başkomutanlığındaki ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları’yla sürdürüldü ve büyük bir zafere ulaştırıldı.

** Kurtuluş Savaşı’ndan ve saltanatın kaldırılmasından sonra, Cumhuriyet’in ilanı, Atatürk’ün de belirttiği gibi, Türkiye’nin Büyük Millet Meclisi’nde zaten uygulanmakta olan yeni rejiminin ‘adının konulması’ydı.

** Kısacası: Türkiye, kendisi için bir ‘hayatta kalma’ mücadelesi içindeyken bile, o mücadelenin kaynağının halkın iradesi olduğunu dosta-düşmana gösterdi.

 

71 yılın demokrasi bilançosu

Darbelerde örneklerine sık rastlanan bir görüntü: Elleri enselerine kilitlenerek yere yatırılmış siviller...   

 

CUMHURİYET’TEN SONRA

** Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolundaki devrimlerini sürdürmesi hızlandı. Eğitim devrimi, hukuk devrimi, laiklik devrimi...

Haberin Devamı

** Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması... Seçimle gelinen her yer için, kadınların da seçme ve seçilme hakkını kullanabilmesi...

** Bunlar ve benzeri aşamalarla varılmak istenen hedef ‘çağdaşlaşma’ydı ve onun gereklerinden biri demokratikleşmeyi tamamlamaktı.

** Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi o sürecin en önemli aşamasıydı. O vakte kadar, ‘seçmen’ denilince akla sadece, seçme-seçilme yaşını aşmış nüfusun yüzde 50’si geliyordu. Bu oranı yüzde 100’e çıkarmak, o devrimle mümkün oldu.

** Ama demokrasi yolundaki son hedefe varılması ve çok partili demokrasinin tüm gerekleriyle gerçekleşmesi, gene biraz daha zaman aldı.

 

Haberin Devamı

DEMOKRASİNİN KAPISINDA

** 1930’daki Serbest Fırka denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması, o konudaki tereddütleri artırmıştı. Ayrıca, Avrupa’nın ufuklarını İkinci Dünya Savaşı hazırlıklarının gölgesi kaplamaya başlamıştı.

** Türkiye, 1914-1918 arasındaki Birinci Dünya Savaşı’na girme deneyiminden sonra artık, yeni bir savaşa girmeme çabasındaydı.

** Yaklaşık beş yıl süren o savaş sırasında çok zor günler geçirdi. Ama o hedefine ulaştı. Ve hiç vakit geçirmeden, çok partili demokratik sistemin tüm koşullarını kabul etmenin kapılarını açtı.

** Bunların nedenlerini, sonuçlarını burada etrafıyla anlatmak, elbette mümkün değil. Ama o 71 yıl boyunca yaşanan o olaylar için, pek çok yayın yapılmıştır. Tüm ilgililerin o yayınların en azından bir bölümünden faydalanarak o olaylar hakkında yeterli bilgi sahibi olmalarında fayda vardır.

 

Haberin Devamı

Biz bugün burada, demokrasiye geçiş dönemimizde ve daha sonrasında yaşadığımız eski darbelerden bazılarına değineceğiz ve onlarla bu ‘son darbe’ arasındaki benzerlikler üzerinde duracağız. Önce, ‘son darbe’nin özelliklerine bakalım... (‘Son darbe’ diyoruz. Bu tanımlama, o olayın artık gerçekten ‘son’ olması dileğini de içeriyor.) Son darbe girişimi 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri gibi silahlı kuvvetlerin hiyerarşik yapısının işi değildi. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, ordu komuta kademesinin tamamının katıldığı ve ‘emir ve komuta zinciri’ içinde yapıldığı ilan edilen girişimlerdi. Onlar hakkında da bilinmesi gereken çok şey var. Ama ‘emir ve komuta zinciri dışında’ sadece bir kısım askerin katılımıyla başlatılan darbeler, bu ‘son darbe’ yüzünden yeniden hatırlanıyor. Biz de o hatırlanmaya katkıda bulunacağız.

 

Haberin Devamı

1909: 31 MART VAKASI 

71 yılın demokrasi bilançosu

Bugünkü tarihle 13 Nisan 1909’da yaşanan 31 Mart Olayı, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ordudan çıkarılan ‘alaylı subaylar’ca başlatılmış bir isyan hareketidir. Hareket ordusunca bastırılmıştır.

 

1913: BABIALİ BASKINI 

71 yılın demokrasi bilançosu

23 Ocak 1913 günü ittihatçıların dönemin sadrazamı Kamil Paşa’yı istifa etmeye zorlamak için giriştikleri bir hareketti. O gün Enver Paşa dahil, bir grup ittihatçı Cağaloğlu’na gelip o planı uyguladı.

 

1960: 27 MAYIS İHTİLALİ 

71 yılın demokrasi bilançosu


Bunların 1945’ten sonraki ilk örneği, 27 Mayıs olayındadır. (Daha önceki örnekleri 1908’deki Meşrutiyet’in ilanı öncesinde başlar, İttihatçılar zamanında devam eder. Ama onlar konumuzun dışında. Biz 1945’ten sonrasındaki demokrasiye geçiş sürecinde yaşananlara bakıyoruz.)

27 Mayıs 1960’te iktidara el koyan askerler, emir-komuta zincirinin tamamen dışında, kendi başlarına örgütlenen birkaç gruba mensuptu. Biri, Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in etrafında oluşan gruptu. Onun gibi, daha başkaları da vardı. Bütün o gruplar, emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’in katılımıyla ve onun liderliği altında birleşmişlerdi. 38 üyeli bir ‘Milli Birlik Komitesi’ oluşturmuşlardı.

Komitenin farkılı ‘ihtilalci grup’lardan geldiği o kadar belliydi ki, ‘Milli Birlik Komitesi’ adındaki ihtilal organını oluşturmak için bir araya geldikleri sırada, içlerinden bir kısmının birbirini hiç tanımadığı belli olmuştu.

Ayrıca o komite için yapılan toplantıya, gerekli ve yeterli olan sayıdan çok fazlası gelmişti. Toplantıya katılmak üzere İstanbul’dan gelen Orhan Erkanlı, anılarında bunu anlatırken, o ilk toplantıdaki durumla dalga geçer ve bu durumun bir düzene sokulması için uygulanan metotları anlatır.

Bu birbirini tanımama hali, tabii, zaman içinde ortadan kalktı. Komitenin 38 üyesinden her biri, çalışma arkadaşlarını tanıdı. Görüşlerini, tutumlarını öğrendi. Fakat bu defa o görüşler ve tutumlar arasında, umulmadık derecede farklılıklar, hatta karşıtlıklar olduğu ortaya çıktı.

O farklılıkların ve karşıtlıkların en çarpıcı olanı şuydu: Komite üyelerinden bir kısmı, iktidara el koymalarının nedeninin, o zamana kadarki siyasi kavgaları sona erdirecek bir anayasa değişikliğini gerçekleştirmek olduğuna inanıyorlardı. Eğer onu yapabilirlerse, demokratik düzenin yeniden rayına oturacağına inanıyorlardı.

 

71 yılın demokrasi bilançosu

 

Gerekçeleri belliydi: 1950-1960 döneminde iktidar ve muhalefet partileri arasındaki en önemli anlaşmazlık, anayasa konusundaydı. Yürürlükteki anayasa, tek partili dönemden kalma 1924 Anayasası’ydı. Demokratik bir rejimin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktı. Haklar ve özgürlükleri güvence altına almak yerine, hakları ve özgürlükleri sınırlamayı hedeflemişti. Mesela, basın özgürlüğü konusundaki ilkesi, “Basın, Kanun Dairesi’nde serbesttir”den ibaretti. Yani, o ‘serbestlik’, kanun çıkarma yoluyla daraltıldıkça daraltılabilirdi.

Öteki özgürlükler ve haklar için de durum aynıydı. Toplantı özgürlüğü, seyahat özgürlüğü vs... Hepsinin sınırlarını daralttıkça daraltmak Meclis’teki çoğunluğun elindeydi.

O hak ve hürriyetleri, evrensel hukuk değerlerine göre güvence altına alacak bir mekanizma yoktu. Başka demokratik ülkelerde örnekleri görülen ve parlamentonun çıkardığı kanunların, anayasanın ilkelerine uygun olup olmadığı tartışmalarını sona erdiren bir anayasa Mahkemesi kurulması fikri, Türkiye’nin siyasetinde de gündeme gelmişti. Ama Meclis’teki çoğunluk partisi tarafından benimsenmemişti.

Milli Birlik Komitesi’nin -Başkanı Cemal Gürsel dahil- çoğunluktaki üyeleri, eğer hak ve özgürlüklerle ilgili güvenceleri içeren çağdaş bir Anayasa hazırlanır ve referandumdan geçerek yürürlüğe girerse, Milli Birlik Komitesi’nin amacına ulaşacağı ve görevini tamamlayacağı görüşündeydiler.

Onlara karşı grubun üyeleriyse, ‘Milli Birlik Komitesi’nin görevine en az birkaç yıl devam etmesini ve ülkenin ihtiyacı saydıkları o reformları yapmasını istiyorlardı.

71 yılın demokrasi bilançosu

Araçlarla zafer turları galiba her darbe döneminin vazgeçilmezlerinden. 

 

Darbe içinde darbe...

İki grup arasındaki tartışma, bazı başka konuları da kapsayacak şekilde giderek tırmandı. Ve bir gün geldi (13 Kasım 1960), ülkenin devlet tekeli altındaki radyosundan Orgeneral Gürsel’in bir mesajı yayımlandı. Mesaj, Milli Birlik Komitesi’nin üye sayısının 38’den 23’e indirilerek, yeni bir komite oluşturulduğunu açıklıyordu. (38 üyeden biri olan Tümgeneral İrfan Baştuğ kısa bir süre önce vefat etmişti.)

Bu, komitenin 14 üyesinin o görevlerinin sona erdirildiğinin ifadesiydi. Ankara Radyosu’ndan ihtilal bildirisini okuyan ve o yüzden ‘İhtilalin Sesi’ diye adlandırılan Alparslan Türkeş başta olmak üzere, o 14 üye dünyanın çeşitli ülkelerindeki büyükelçiliklerinde ‘müşavir’ olarak görevlendirilmişlerdi.

Böylece 27 Mayıs 1960’ta idareye el koyan ihtilal komitesi ikiye bölünmüştü. Gidenler gitmişti. Kalanlarsa, komite içi tartışmalarda savundukları görüşlerin gereği olarak, anayasayı değiştirecek bir Kurucu Meclis’in kuruluş yasasını çıkararak iktidarlarını sivillerle paylaşmaya başlayacaklardı.

 

Aydemir’in 22 Şubat 1962 darbesi

71 yılın demokrasi bilançosu

 

Silahlı Kuvvetler içinde emir ve komuta zinciri dışında oluşturulan ve sonuçsuz kalan iki darbe girişimi daha var. Bunlar 1962’de ve 1963’te ikisi de Albay Talat Aydemir’in komutasında başlatılan girişimlerdir.

O darbelerin temelinde 27 Mayıs’ın Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirmekte başarısız olduğu görüşü vardır.

O görüş, 1961’deki anayasa çalışmaları Kurucu Meclis’te devam ederken, Silahlı Kuvvetler’in içindeki bazı gruplarca da paylaşılan bir görüştü. Aralarında yüksek rütbeli komutanların da bulunduğu o gruplar, 27 Mayıs’ta yönetime geçen Milli Birlik Komitesi’nin görevini gereği gibi yapamadığı kanısındaydılar. İçlerinden bir kısmı, sertlik yanlısıydı. Yassıada’daki idam kararlarını, komitenin onaylamaması ihtimalini önlemek için, komite üyelerine baskı yaptıkları öne sürülüyordu.

1961 yazında, 27 Mayıs’ın yıldönümü günü, yeni anayasanın Kurucu Meclis’ten geçip 9 Temmuz’da referandumda onaylanarak yürürlüğe girmesinden sonra, 1961 Ekim’indeki yeni seçime gidilirken, o baskılarını sürdürmüşlerdi. Gruplarının adını ‘Silahlı Kuvvetler Birliği’ diye belirlemişlerdi. Aralarında silahlı kuvvetler bünyesinde aktif görevde bulunan generaller ve yüksek rütbelerdeki diğer subaylar da vardı. Eğer seçimde beklentileriyle uyuşmayan bir sonuç çıkarsa, o Meclis’in feshedilmesi ve yeni bir askeri yönetim dönemine geçilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Hatta o konuda bir karar metni oluşturup altını imzalamışlardı.

O grubun mensupları, 1961 seçiminin sonucunda yeni Meclis kurulduktan sonra, o Meclis’in feshi konusundaki isteklerinden vazgeçtiler ama bu defa o Meclis üzerindeki baskılarını sürdürdüler.

 

71 yılın demokrasi bilançosu

 

Darbeden sonra ilk sivil yönetim

1961 Meclisi’nin iki Meclisli bir yapısı vardı. Birincisinin adı Millet Meclisi’ydi, ikincisinin Cumhuriyet Senatosu.

Anayasanın kabulünden sonra, 1961 Ekim’inde 450 üyeli Millet Meclisi için nispi temsil usulüyle yapılan seçimde, CHP birinci parti olmuştu. Ama milletvekili sayısı 173’te kalmıştı. İkinci ve üçüncü partiler, kapatılan Demokrat Parti’nin çizgisini temsil etmek isteyen iki partiydi. Biri, Adalet Partisi’ydi. Yeni genel başkanı 27 Mayıs’tan önce 3’üncü Ordu Komutanı olan, 27 Mayıs sonrasında da Genelkurmay Başkanlığı yaptıktan sonra emekli olan Orgeneral Ragıp Gümüşpala’ydı.

Demokrat Parti’nin çizgisini sürdürme iddiasındaki ikinci parti Yeni Türkiye Partisi’ydi. Genel başkanı 1960’tan önceki Meclis’e Demokrat Parti üyesi olarak giren, sonradan
Hürriyet Partisi’nin kurucuları arasına katılan, 27 Mayıs’tan sonra da Maliye Bakanlığı’na getirilen Ekrem Alican’dı.

CHP’nin 173 milletvekiline karşı, Adalet Partisi’nin çıkardığı milletvekili sayısı 158, Yeni Türkiye Partisi’ninki 65’ti.

Senato seçimi, nispi temsille değil, çoğunluk sistemiyle yapıldığı için, Demokrat Parti çizgisindeki partilerin çıkardıkları senatör sayıları, oran açısından daha fazla olmuştu. Bu durumda çare, bir koalisyon hükümeti kurulmasıydı. Partiler arasındaki uzun görüşmeler sonunda bir uzlaşmaya varıldı. Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve CHP ile Adalet Partisi arasında İsmet İnönü’nün başkanlığındaki bir koalisyon hükümeti kurulması kararlaştırıldı.

Türkiye’nin 27 Mayıs 1960’tan sonraki ilk sivil yönetimi, bu şekilde kuruldu.

71 yılın demokrasi bilançosu

 

İnönü hükümetinin güçlükleri

Hükümetin kurulması, ordu içinde silahlı kuvvetler birliği kurulmasıyla başlayan kaynaşmaları sona erdiremedi.

İsmet İnönü’nün başkanlığındaki koalisyon hükümetinin en önemli iki görevinden biri, o kaynaşmalara karşı önlem almaktı. Ordu içinde oluşan ve yeni bir darbe hazırlığı içinde oldukları tahmin edilen silahlı grupların o yolda girişimlerde bulunması ihtimalini önlemekti.

Öteki göreviyse, birinci göreviyle taban tabana zıttı. Yassıada davalarının sonuçlarının yol açtığı acıları hafifletmeye çalışmaktı. O zamanlar kullanılan deyimle ‘yaraları sarmak’tı... Rahmetli Başbakan Adnan Menderes ile rahmetli bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın anılarına gereken saygının gösterilmesini ve başta eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak üzere ağır hapis cezalarına çarptırılan eski DP’li politikacılarla bürokratların cezalarının kaldırılmasını sağlamaktı... 

Hükümetin, bu iki görevinden birinin gereğini getirmeye ağırlık vermesi, öteki görevini yerine getirmesini daha da güçleştiriyordu.

Örneğin, Celal Bayar’ın rahatsızlığı dolayısıyla cezaevinden geçici olarak çıkarılması söz konusu olunca, buna askeri kesimdeki sertlik taraftarlarından ve onlara katılan bazı çevrelerden itirazlar başlıyordu. O itirazları yatıştırmak için alınan önlemler de kamuoyunun, Yassıada’da verilen cezalara karşı tepkili olan kesimlerini rahatsız ediyordu.

 

1961: TALAT AYDEMİR'İN DARBESİ 

71 yılın demokrasi bilançosu

Darbedeki ilk hedef: Radyoevlerini ele geçirmek.

 

Talat Aydemir ve arkadaşlarının, 22 Şubat 1962’de başlattıkları ‘hiyerarşi dışı’ darbe girişimi o koşullar altında başladı.

Kurmay Albay Talat Aydemir, 1959 yılında Kore’deki Türk birliğine tayin edilmişti. Kısa bir süre sonra Türkiye’ye tayini çıktı. Komitedeki arkadaşlarının da etkisiyle Ankara’da Harp Okulu Komutanlığı’na atandı.

Sonradan yayımlanan anılarında, ülkede başta ekonomik ve sosyal alanlar olmak üzere birçok konuda acil ve köklü reformlar yapılması gerektiğine inanıyordu. Bunun için güçlü bir yönetime ihtiyaç olduğu kanısındaydı. İsmet İnönü’nün Adalet Partisi’yle koalisyon hükümetinin en kısa zamanda değişmesini istiyordu. Silahlı Kuvvetler içinde Talat Aydemir gibi düşünenler veya ona inananlar az değildi. Onlarla birlikte, bir hükümet darbesinin planlarını oluşturuyordu.

Fakat, hükümetin de onun bu faaliyetinden, en azından attığı adımların bazısından haberi vardı.

Sonuçta, 1962’nin şubat ayı içinde şöyle bir gelişme oldu: Aydemir’in komutanı olduğu Harp Okulu’ndaki ve diğer bazı birliklerdeki faaliyetini zaten izlemekte olan istihbarat birimleri, devletin ilgili makamlarına ‘ihtilal hazırlığı ilerledi’ bilgisini verdi. Bunun üzerine Aydemir ve arkadaşlarının silahlı kuvvetlerdeki başka görev yerlerine tayin emirleri hazırlandı.

Tabii, Aydemir’in de devlet istihbarat birimlerinin içinden haber alan ‘arkadaş’ları vardı. O da bu bilgiyi öğrendi. Elini çabuk tutması gerektiğini düşündü. Ve kararını verdi. Arkadaşlarıyla birlikte planını hazırladıkları hareket, 22 Şubat günü başlayacaktı.

Aydemir, o kararı aldığı sırada, Çankaya’da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in başkanlığında bir toplantı yapılıyordu. Başbakan İsmet İnönü ile birlikte Meclis’te temsil edilen parti liderleri o toplantıdaydılar. İstihbarat servislerinden gelen son haberleri değerlendirerek bir bildiri hazırladılar. Bildirinin özeti şuydu:

“Bu memlekette intikamcı cereyanlara asla müsaade etmeyeceğiz. Millet iradesiyle kabul edilen anayasanın getirdiği meşru nizamı bertaraf etmeye matuf her hareketin karşısındayız.”

 

71 yılın demokrasi bilançosu

 

22 Şubat günü iki karşıt ‘karargâh’ta bu gelişmeler yaşandı. Darbecilerin ‘harekât’ı başladı. Hedeflerden biri Ankara Radyosu’ydu. Fakat darbeciler radyoyu ele geçiremediler. Radyoda darbecilerin yerine parti liderlerinin metni okundu.

Bir süre sonra da banttan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in konuşması yayımlandı. Gürsel, Başbakan İnönü’nün daha önceki bir konuşmasına atıfta bulunduktan sonra, şöyle diyordu: Türk ordusu ve Türk subayı! Seni aldatmak ve yanlış yola sevk etmek isteyenler vardır. Onlara uyma!”

Bunun arkasından da Cevdet Sunay’ın konuşma bandı geldi. Onun cümleleri de aynı yöndeydi: Çankaya’daki plana göre, bunun arkasından Başbakan İsmet İnönü’nün, gene banda alınmış konuşması gelecekti. Fakat şöyle bir gelişme oldu: Aradaki zaman içinde Aydemirciler, Ankara Radyosu’nun Etimesgut’taki vericisi istasyonunu ele geçirmişlerdi. İnönü’nün konuşması daha birinci cümlesindeyken (ve o cümlede İnönü, “Meşru hükümetin başkanı ve eski bir ordular kumandanı olarak şanlı ordularımıza hitap ediyorum” demişken) yayın birdenbire kesiliverdi. Ve bu kesiklik uzun süre giderilemedi.

Fakat, iki saat kadar sonra Etimesgut’un vericisi, hükümet kuvvetlerinin müdahalesi sonunda yeniden el değiştirdi. İsmet İnönü’nün konuşmasının yayımlanması tamamlanabildi.

Aradan geçen zaman içinde, gene hükümet kuvvetleri lehine yeni bir gelişme olmuştu. Bunu herkes, daha sonra öğrenecekti.

İsmet Paşa ile Talat Aydemir arasında bir aracılık faaliyeti başlamıştı.

 

71 yılın demokrasi bilançosu

 

O faaliyeti yürüten Meclis’teki Yeni Türkiye Partisi Başkanı Ekrem Alican’dı. Talat Aydemir’le arasında bir akrabalık ilişkisi vardı. Alican, kendi önerisinin, İnönü tarafından kabul edilmesi üzerine Aydemir’le gizli bir görüşme yapmaya gitmişti. İki taraf da o vakte kadar kan dökülmediğini dikkate alarak, darbe girişimini durdurabilecek bir formül arıyorlardı. İnönü, Ekrem Alican’la görüşerek şöyle bir öneri oluşturdu. Alican bunu Aydemir’e bir mesaj halinde iletti. Mesaj şöyleydi: “Benim düşündüğüm, bunları derhal emekliye ayırmaktır. Şimdiye kadar kan dökülmemiş olmasından dolayı kendilerini Divan-ı Harp’e vermeyeceğim! Silahlı Kuvvetler başkomutanının emrine uymak ve girişilen harekâta derhal son vermek şartıyla şimdiye kadar kan dökülmemiş olmasını da göz önünde tutarak, hiçbir cezai takibat yapmayacağıma, hükümet başkanı olarak söz vereceğim.”

Gönderilen mesajın Aydemir’e ulaşmasından sonraki gelişme şöyle oldu:

Aydemir, önce tereddüt etti. Sonra, İnönü’yle Alican arasındaki bir haberleşmede, İnönü’nün bu mesajı imzalı hale getirip göndermesinin münasip olacağı fikri oluştu.

İsmet Paşa da o imzalı mesajı gönderdi. Yazı şöyleydi: “Silahlı Kuvvetler başkomutanının emirlerine uymak ve girişilen harekâta derhal son vermek şartıyla –şimdiye kadar kan dökülmesine meydan verilmemiş olması göz önünde tutularak- harekâta katılanlar hakkında hiçbir cezai takibat yapılmayacağına hükümet başkanı olarak söz veriyorum.” (23 Şubat 1962, saat 01.30. Başbakan İsmet İnönü)

Bu öykünün devamı daha uzun... Aydemir’in bu olaydan sonra bir de ikinci darbe girişimi var. Onun ayrıntıları ilginç... Ve ülkemizdeki son darbe girişimi karşısında, daha da ilginçleşiyor.

Ama artık buradaki yerimiz bitti. Bir başka vesileyle ona da değiniriz...

 

12 MART 1971

71 yılın demokrasi bilançosu

12 Mart 1971 günü silahlı kuvvetler adına  radyodan bir bildiri yayımlandı. Başbakan Demirel’in istifası istendi.   

 

12 EYLÜL 1980

71 yılın demokrasi bilançosu

12 Eylül 1980 sabahı gazeteler üstteki gibi çıktı. Ordu yönetime el koymuştu.

28 ŞUBAT 1997

71 yılın demokrasi bilançosu

Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ‘irticaya karşı’ alınan kararların sonucu olarak Erbakan hükümetinin istifası istendi.

 

27 NİSAN 2007 

71 yılın demokrasi bilançosu

Genelkurmay Başkanlığı’nca Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkan bir mesaj yayımlandı. 

 

15 TEMMUZ 2016 

15 Temmuz’da olan bitenleri bugünlerde televizyonlardan, gazetelerden ayrıntılarıyla izliyoruz. 

 

 

BAKMADAN GEÇME!