Oluşturulma Tarihi: Aralık 07, 1999 00:00
BENİM DOMUZLARIMMerhabalar x :-)) Internet Derginiz hayırlı olsun... Benim için hayırlı olmayacağı kesin tabii de, hani belki size bir yararı dokunabilir diye umut ediyorum. Şu yazıyı yazmak bile Çin İşkencesi... Neden derseniz, öncelikle, bu proje ne kadar tutar bilemiyorum. Gazete okuma alışkanlığı olan bir millet değiliz ki... O yüzden de Internet'te ne okursak okuyalım en az okuduğumuz şey gazeteler olacaktır bana sorarsanız... Ülke genelinde hepi topu birbuçuk milyon kişi (hadi iki milyon olsun, sizi mi kıracağım) Internet kullanıyor, onların da ne kadarı bağlanıp gazete okur Allah bilir... İşsiz güçsüz bir anlarına ve cansıkıntılarına denk geldi ve bağlandılar ve bizim Internet Gazetesi'ne de eriştiler diyelim... Hayır, kim gelir de "Dış Basın'da Ne Var Ne Yok"u tıklayıp benim yazdıklarımı okur?.. Medya dünyasında yeralma maceram her an başlamadan bitebilir netekim. (Bu gerçekten bir "macera". Gazete binasına erişim, istihdam koşulları, binada geçirdiğim iki küsur saatte yaşadıklarım gibi konuları burada kendime yer edinmeden anlatmaya kalkarsam bu yazıyı bile yayınlamayabilirler. O yüzden bunları anlatmayı birkaç ay erteleyerek diğer zorluklara değineceğim.) Sözkonusu "yabancı" ya da "dış" yayınlara erişim konusu başlı başına bir problem. Her gün en az on gazetenin ana başlıklarını ve herbirinde en az dört-beş haberi tamamen okuyup dört beşine de göz atmanın ne demek olduğunu tahmin edebilirsiniz. Sayfaların açılmasını beklemek eziyeti malumunuz... Worl Wide WAIT!! Eh, zamandan tasarruf olsun için sekiz-on Explorer açayım derseniz bu kez de Windows zombileşiyor. Kapatıp herşeyi yeniden açmanın ne demek olduğunu da iyi bilirsiniz... Herşey yolunda gitti diyelim: "Servis Sağlayıcı"m bir performans krizi geçiriyor ve onbeş-yirmi gazetenin tamamı gözlerimin önünde... Yine de zevksiz. Zira ben normal şartlarda yabancı gazete okumam ki! Yurtdışı uçuşlarında uçakta okurum, bir de yabancı bir ülkede isem kaldığım evin gazetelerini okurum. En sık gidip de kaldığım Londra'daki evde sadece Financial Times okunuyor. Onun da ne kadarı okunabilir varın siz düşünün... Durum bu denli umutsuzken benim burada ne aradığımı sorabilirsiniz tabii... Söyliyim... Bi' kere ekmek parası. İkinci olarak, yazmayı severim. O kadar çok severim ki "herşey" yazabilirim, ve "herşeyi" yazabilirim. Hiç konuşmak zorunda olmasam keşke ve de hep yazsam... Sadece yazsam... E tabii ki de insana "gel, buyur, şu derin fikirlerini ve olaylar hakkındaki yorumlarını yaz da biz de bir köşede yayınlayalım" demiyorlar insana. Hasbelkader İngilizce biliyorum diye bu gazeteleri okuyup sizleri oradaki haberlerden haberdar etmem istendi, hepsi bu... Eeee?.. O zaman nedir bu laga luga?.. Bu haberleri efendi gibi okuyup burada da efendi gibi özetlerini yazsam ya... Söylemesi kolay tabii... Nasıl yazacağım peki?.. Önce bu haberleri okuyacağım. Şimdi... Normal şartlarda bir gazeteyi nasıl alıp okuyorsam bunları da öyle okuyacağım. Kimi haberleri (bilerek veya bilinçsizce) es geçecek ve -belki de sizi hiç ilgilendirmeyecek- kimi haberleri ballandıra ballandıra anlatacağım. Gelelim bu haberleri anlamak meselesine... Başka bir kültürün tüm kodlarını bilmeme imkan yok. O
haber nasıl bir ortamda, ne amaçla, aslında ne demek için ve kim (yazarın kişiliğinin kültürel anlamları bağlamında) tarafından yazılmış asla bilemeyeceğim. Kendi kodlarımla okuyup muhtemelen yanlış yorumlayacağım ve siz de benim bu yanlış yorumlarımı okuyacaksınız... "Yahu, ilk sayfadaki en önemli ikişer haberi oku, yorum morum yapmadan özetleyip tercüme et olsun bitsin" gibi bir kategori yok!!! Sizlere her hal ve şartta sunulacak olan "nesnel" bir gerçeklik değil "benim görüşüm". Benim algım, benim önyargılarım, benim domuzlarım. Ha sahi, domuzlar konusunu da açmam gerekiyor... Şimdi, malum, adam köpeği ısırmadıkça haber olmuyor. Ama o kadar çok adam o kadar çok köpeği ısırıyor ki bunlardan hangisine kafayı takıp ha bire bunları yazacağı gazetecinin bileceği iş. Ben daha hiçbir gazetecinin "her şey yolunda" yazdığını görmedim. (Maalesef "Allahım, ne kadar mes'udum" cümlesi atmışlı yılların Türk filmlerinde sevgilisiyle evlenip hamile olduğunu öğrenen takma kirpikli masum ve güzel kadınlarla birlikte tarihe gömüldü.) Yazsa işinden olur garibim. Kimi gazeteci için kapitalistler "domuz", kimileri için "muhafazakar hristiyanlar", kimileri için "erkekler", kimileri için "kadınlar", kimileri için "akademisyenler", vs. vs. Ben de, bu domuz eleştirilerinin eleştirisini yapıyor olacağım, ki bunlar da önünde sonunda bir şekilde benim domuzlarıma "tu kaka" olmaktan öteye gidemeyecek. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp okuyucuyum için accayip "entellektüel ufuklar" ve bir "dünya meselelerine ciddi bakış" klasiği olabilme fırsatını bu tatlı satırlara kurban ettikten sonra, şimdi dünkü haberlere geçiyorum. (Yazının bundan sonrasının bir okunurluk değeri olduğu kanaatinde değilim; işiniz yoksa okuyun tabii.) Los Angeles Times'ın manşet haberinin başlığı şöyle: "Avrupa'nın Vurucu Güç Planı ABD'yi Endişelendiriyor". John Thor Dahlburg imzalı yazının tamamında "kim demiş", "kime demiş", "ne demiş" bir üslüp sözkonusu. Avrupa Birliğinin üç yıl içinde oluşturmayı planladığı savunma gücü; Amerika'nın ve NATO'da görevli Amerikalıların bu konuda yaptıkları yorumlar, Avrupa'lıların sözkonusu ordu hakkındaki ve "Amerikalıların yorumları" hakkındaki yorumları falan filan. Ben bu işlerden hiç anlamam, ve bununla da gurur duyarım ama, bu konu açıldığında, uzun vadede bize de bulaşabilecek bir pislik kokusu alıyorum tabii... Amerikalılar "NATO'muz var ya, o hepimize yeter, gerekiyorsa onu güçlendiririz" mealinde konuşuyor. Toni Blair de "Bu, NATO'nun yerini alacak veya onunla rekabet edecek şekilde veya formda bir yapı oluşturma girişimi değildir" diyerek yanıtlıyor bu görüşleri. Brüksel'deki AB Sözcüsü (ismi lazım değil malum) durumu özetlemiş: "Biz Amerikalıları biliriz" demiş, "savunma sözkonusu oldu mu Avrupa daha fazla sorumluluk üstlensin isterler. Öte yandan onların gıyabında birşeyler dönüyor olmasından hoşlanmadılar." İşte bu. LA Times'ın ikinci haberi Myron Levin imzalı. Amerika'da kullanılan otomobillerin üçte birinin mutlak güvenlik standartlarında üretilip üretilmediğinin denetlenmediğini tartışan bir yazı. Federal Ajans kazalarla ilgili analiz sonuçlarını yayınlamış da... Onun koltuğu, bunun hava yastığı, şunun frenleri ve halkın güvenliği ve üretici firmanın karşılaştığı tazminat talepleri falan filan... Bizde en güvenilmez otomobil bile hurdaya çıkmadan önce güvenilmezliğini ispat etme şansı bulamazken... LA Times'tan bir haber daha... Belmont Eğitim Kompleksi inşaat/gerçekleştirme projesi için alınan krediyle ilgili. Kısa vadeli krediler ve esnek faiz oranları hakkındaki detayları anlamış olmamı beklemiyorsunuz herhalde. Tek anladığım kimse kimseye para yedirememiş ve alınan kredi bir kriz ortamı yaratmış. Bizde ise alınan krediler -kriz ortamı yaratmak bir yana- daima kokteyl partiler, boğazda yalılar, beş yıldızlı otellerde evliliksel ya da sünnetsel düğünler olarak geri döner daima. (Bu beş yıldız olayı da sadece bize özgü başka bir güzelliktir.) The New York Times'ın manşet haberinin başlığı şöyle: "Israil: Yahudi devleti mi, çokkültürlü devlet mi?" Israil'e göç edenlerin büyük çoğunluğu yahudi değilmiş. Asıl olarak aşırı dinci kesimin pornografi, fahişelik, hastalıklar ve alkolizm tehlikelerine işaret eden itirazlarıyla liberallerin sakıncalı bulmayışından kaynaklanan bir tartışma. Deborah Sontag Jerusalem'den bildirmiş, onlar da manşete koymuşlar. The New York Times'ın ikinci manşet haberi ders asan ya da okulu kıran lise öğrencilerinin ebeveynlerinin dramını(?!) anlatıyor. Çocukların devamsızlığından sorumlu tutulan anne-baba hapis ya da para cezasına çarptırılıyormuş. Detroit'teki 180 000 öğrencinin 63 000'inin geçen öğretim yılında bir aydan daha fazla devamsızlığı varmış. Amerikan Sivil Özgürlük Birliği (vallahi adları bu) başkanı Nadine Strossen "Çocuklar anne-babalarının 'mal'ı değildir ve yasalar onları bu biçimde ele alamazlar" d
button