Oluşturulma Tarihi: Mayıs 03, 2003 00:00
O Hürriyet'in Veysel Baba'sı. Gazetenin kapısından içeri adım attığında, şu anda çalışanların çoğu daha doğmamıştı bile. Türkiye'de henüz hiçbir askeri darbe yapılmamış, aya insan ayağı değmemişti. Koca binanın iki servis elemanından biri olarak bir patrona, bir mürettiphaneye çay koşturduğu günlerden, 35 kişilik servis ordusunun mensubu olarak kafeteryada cappucino, barda martini servisi yaptığı günlere, tam 50 yılını Babıáli’de, ama amiral gemisinde geçirdi. Hürriyet'ten gelip geçen tüm müdürlere, yazarlara, patronlara,
Atatürk ve Cemal Gürsel hariç her dönemin en tepedeki politikacılarına hizmet etti. Babıáli'nin geçirdiği değişimlerin hepsine bizzat tanık oldu. 1955'te ‘‘azınlıklara karşı yanlış muamele’’ olarak nitelediği 6-7 Eylül olaylarından '60 ihtilalinden sonraki darbe gerilimlerine, 1967 Arap-İsrail savaşından Vietnam faciasına, 12 Mart 1971'den, '74 Kıbrıs harekátına, İsrail Büyükelçisi Elron'un öldürülüşüne, basın cinayetlerine, 12 Eylül 1980'e her şeyi, hep Hürriyet'te, ilk
haber heyecanıyla yaşadı. Hálá yaşıyor ve şimdilerde anılarını yazmaya hazırlanıyor. Hürriyet'in 55'inci yıldönümü törenlerinde 50'nci Yıl plaketini Aydın Doğan'ın elinden alan Nohutçu'nun hikayesi, insan hayatında tesadüflerin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından da ilginç; çünkü bazı şeyler başka bazı şeylere bağlı olmasaydı, o şimdi belki de bizi yönetiyor olacaktı! Elinden az Türk kahvesi içmedik, çok da güzel yapar, ne diyelim, ellerine sağlık Veysel Bey...2 Nisan 1938'de, Erzincan'ın Refahiye ilçesine bağlı Çat köyünde doğar. Tarihi Erzincan depreminde henüz bir yaşındadır, dolayısıyla telaştan içeride unutulduğunu, sonra dedesinin aklına gelip kurtarıldığını hatırlamaz. Yoksulluğun içine doğduğu için zor şartlarda büyür. O günlerden bugüne getirdiği ve hálá zaman zaman hatırladığında gözyaşı döktüğü bir iki olay, silik anılar değil, tersine hayata bakışını belirleyen derin izlerdir: Mesela, 1940'ların sonlarında, 20 lira yol vergisini ödeyemediği için babasının jandarma zoruyla demiryollarına çalışmaya götürülüşü.Okumayı çok ister. İlkokulu bitirdikten sonra yatılı öğretmen okulu sınavlarını da kazanır ama parasızlık yüzünden okula değil, çalışmak üzere İstanbul'a doğru yola çıkar. O gün, komşu köyden de gelenlerle birlikte, köyü kuş bakışı gören son nokta olan Kervan Pınarı'nda toplanırlar. Son kez köyüne, acelesi varmış gibi akan Kızıl Eniş çayına, ta ötelerden geçen Bağdat yoluna, yukarıda çocukluğunun geçtiği aluç tarlasına bakar. Gözyaşlarını saklayarak yola koyulur. Kısa bir süre sonra Ahmet Emin Yalman'ın Vatan gazetesinin çay ocağını işleten köylüsü Ahmet Abi'nin yanındadır.
GALATASARAY'DA OKUYACAKTIBabıáli'ye böylece adım attığında yıl 1952'dir, yaÅŸ 14. Ä°ktidar partisi DP'nin yöneticileri, baÅŸta Adnan Menderes ve Celal Bayar olmak üzere, sık sık gazeteyi ziyaret etmektedir. Onun bu tür insanlara rahatça servis yaptığını gören Yalman bir gün, ‘‘OÄŸlum okul çağındasın, okumuyor musun?’’ diye sorar. AÄŸlamaklı olduÄŸu için bu soruya cevap veremez. Bunun üzerine bilgileri ÅŸefinden öğrenen Yalman, yeniden çağırtır ve ‘‘Seni güzel bir okula vereceÄŸim, okur musun?’’ deyip belgelerini tamamlamasını ister. Yalman'ın onu Galatasaray Lisesi'ne yazdıracağını duymuÅŸ, sevinçten havalara uçmuÅŸtur. Ancak tam o günlerde bir suikasta uÄŸrayan Yalman, aldığı yaralardan dolayı aylarca yatar ve eÄŸitim iÅŸi unutulur. Hatırlatamaz da. Üç kez Büyükada'ya evine gider, kapıdan döner. Çanakkale açıklarında Dumlupınar faciası da o yıl meydana gelmiÅŸtir, bu olayı anlatırken onu hatırlayıverir birden, içindeki yıkım ona benzediÄŸinden olsa gerek (yıllar sonra, 1969'da olayı hatırlatma fırsatı bulduÄŸu Yalman, ‘‘OÄŸlum niye aramadın? Ben bir kez daha vuruldum’’ diyecektir).O Vatan'dayken CaÄŸaloÄŸlu'nda Cemal Nadir Sokak 7 numaradadır Hürriyet. Yeni bina da inÅŸaat halinde. Temelinden su çıktığını hatırlar. Vatan'ın ise en ÅŸaÅŸaalı zamanları. Kemal Haydar, Selami Akpınar, Esin Talu, Feridun Fazıl Tülbentçi ve genç yazar Altan Erbulak'ı çok sever. Bir gün bir akrabası Sedat Simavi'nin yanına ‘‘çıkarır’’ onları, ‘‘yeni bina bitsin seni alacağım’’ sözü alır. Ä°lk ve son kez gördüğü Sedat Bey'in kısa süre sonra hayata veda etmesi durumu deÄŸiÅŸtirmez, dönemin Müessese Müdürü Feridun Eryılmaz onu iÅŸe aldığında yıl 1953'tür, yaşı 15. O sırada kliÅŸehane, mürettiphane, fotoÄŸrafhane gibi yerlerden oluÅŸan Hürriyet'in 90 civarında çalışanı, biri o olmak üzere sadece iki hizmet elemanı vardır. Binanın her yerine koÅŸturup durur. Ayrıca önemli misafirler geldiÄŸinde de ‘‘ekstra’’lara gider; patronun evine, dışardaki toplantılara. Ona göre bir ayrıcalıktır Hürriyet'te çalışmak, eski çaÄŸdan yeni dünyaya adım atmış gibi. Ä°zin günlerinde bile gazeteye uÄŸrar.KRALLA AYNI HASTANEDEBir dönem idarede, Hüryayın'da, danışmada, pazarlamada çalışır. Ä°darede çalıştığı yıllarda Erol Simavi erken geldiÄŸi için onun masasına günlük gazeteleri koymak için o daha erken gelir. Bir gün sohbet ettiÄŸi Ãœmit YaÅŸar OÄŸuzcan, ‘‘Sen karakter bakımından her ÅŸeye layıksın, eline ne geçerse oku’’ der. Öyle yapmaktadır zaten. YaÅŸar Kemal'in Ä°nce Memet romanını iki gecede okuyup gözleri kan çanağı içinde iÅŸe gelmiÅŸ, Feridun Eryılmaz'dan azar iÅŸitip ‘‘git yat’’ izni almıştır. Eryılmaz'ın aylar sonra bu olayı anlattığı YaÅŸar Kemal, ona bütün kitaplarını imzalayıp göndereceÄŸini söyler. Hálá beklemektedir!Hürriyet insana güven veren bir müessesedir. Erol Simavi babacan, yardımsever bir patron. 19 yaşındayken bir gün kızamık çıkardığını fark edemez. Olay anlaşılınca Erol Bey hemen ÅŸoförü çağırır ve onu Ortaköy'de Åžifayurdu'na gönderir. 16 gün yattığı bu özel klinikte bir gece yan odadaki hastanın bağırtılarından kitap okuyamayınca nöbetçi hemÅŸireye sorar: ‘‘Kim bu bağıran?’’ Susmasını iÅŸaret eder hemÅŸire, ‘‘O Hüseyin'in babası!’’ ‘‘Hangi Hüseyin’’ diye sorar, ‘‘Hüseyin abi mi?’’ Hayır, yan odadaki Ãœrdün eski Kralı Tallal'dır. O zamanki Kral Hüseyin'in babası.Babıáli'de 50 yılda ne deÄŸiÅŸtiyse, hepsine tanıktır: Ofset baskıya, siyah beyazdan renkliye, sonra yeni yeni akıllı makinelere geçiÅŸi, giderek kalabalıklaÅŸan kadroları, deÄŸiÅŸen gazetecilik tarzlarını bir bir görür. Hürriyet'in tüm patronları, yazarları, müdürleriyle birlikte, Atatürk ve Cemal Gürsel dışında bütün ünlü politikacılara servis yapar. Heyecandan tepsiyi devirdiÄŸi, birinin üzerine çay, kahve dökmüşlüğü yoktur, çok dikkatlidir çünkü, iÅŸini çok iyi yapar. Duygusal, içe kapalı karakterini, taa babasının aÄŸadan azar iÅŸittiÄŸi günlerden alıp bugünlere kadar taşımıştır. GençliÄŸinde izin günlerinde Eminönü'ne inip martıları izlediÄŸi çoktur. Gemilere bakıp dedesinin Trabzon'da beklediÄŸi Gülcemal vapuru hikayelerini hatırladığı. Ä°stanbul güzeldir ama taşı toprağı altın filan deÄŸil. Geceleri sanki tüm gürültüler bir elde toplanır, uÄŸultu ÅŸeklini alır. Bu uÄŸultulara karışan kimbilir ne mutluluklar, ne mutsuzluklar var da kimseler bilmiyor, diye düşünür.MEDYATELLÄ° YILLARIO adım attıktan 40, emekli olduktan on yıl sonra CaÄŸaoÄŸlu'ndan GüneÅŸli'ye taşınır Hürriyet. Onun içinse nostalji dolu yıllar baÅŸlar. Åžimdi kocaman, modern bir kafeteryada ya da bardadır görevi. Yapılan tostların çeÅŸidi artmış, kekler, pastalar, salatalar eklenmiÅŸ, mönü ‘‘asortikleÅŸmiş’’tir. Çay deseniz; her türlü aromalı, bitkili. Kahve listesi espresso, cappucino, vesaire olarak uzamış, iÅŸi ağırlaÅŸmıştır. Ekstralar da çoÄŸalır: Sık sık törenler, kokteyller... Ve onun sessiz bakışları, gazetecilerin artık daha çok sansasyonla uÄŸraÅŸtığını, iliÅŸkilerin daha bir mesafeli, insanların daha az anlayışlı olduÄŸunu tespit eder. Artık daha az insan onun o günkü halet-i ruhiyesiyle ilgilenmektedir. Kimileri de kırıcı davranmakta... Bunlara içerler sadece, dedikodu yaptığı, fazla konuÅŸtuÄŸu pek görülmemiÅŸtir.Babıáli bir ‘‘yaÅŸama biçimi’’ olmaktan çıkmıştır ona göre. ‘‘Eski gazeteciler milli olaylarda daha duyarlıydı. Sanki biz basın çalışanları normal hayattan çok daha farklı bir atmosferdeydik. Åžimdi ise monoton, duyarsız ve idealsiz bir basın yaÅŸamı görmekteyim. Hem eskiden yönetim katı diye bir kavram yoktu’’ der. Yine de binanın her yerinde asılı basın meslek ilkelerine bakarak duygulanır; CaÄŸaloÄŸlu'ndan GüneÅŸli'deki bahçeye taşınan ‘‘Karanlıktan Aydınlığa’’ rölyefine ve B Blok'taki Jale YılmabaÅŸar imzalı nazar boncuÄŸuna bakarak özlemini giderir. O tarihi dokudan buraya taşınmak ailesinden kopmuÅŸ gibi yapmıştır onu ama her ÅŸey o kadar da kötü deÄŸildir tabii. Hürriyet'çiler, hálá bir aile gibidir. Kendisine ve ailesine okuma alışkanlığı kazandırdığı ve hayatı tanıttığı için Hürriyet'e minnettardır. HEPSÄ°NE SERVÄ°S YAPTIAdnan Menderes: Ä°nsana akrabasıymış gibi davranırdı.Süleyman Demirel: Sinirli olmadığı zamanlarda iyi.Bülent Ecevit: Çok kibardır, teÅŸekkürü ihmal etmez.Turgut Özal: Ulaşılması zor, ürkütücü. Kenan Evren: Samimi.Â
button