55 yaşındaki Hürriyet’in 50 yılında o hep vardı Veysel Nohutçu

Güncelleme Tarihi:

55 yaşındaki Hürriyet’in 50 yılında o hep vardı Veysel Nohutçu
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 03, 2003 23:48

O Hürriyet'in Veysel Baba'sı. Gazetenin kapısından içeri adım attığında, şu anda çalışanların çoğu daha doğmamıştı bile. Türkiye'de henüz hiçbir askeri darbe yapılmamış, aya insan ayağı değmemişti.

Koca binanın iki servis elemanından biri olarak bir patrona, bir mürettiphaneye çay koşturduğu günlerden, 35 kişilik servis ordusunun mensubu olarak kafeteryada cappucino, barda martini servisi yaptığı günlere, tam 50 yılını Babıáli’de, ama amiral gemisinde geçirdi. Hürriyet'ten gelip geçen tüm müdürlere, yazarlara, patronlara, Atatürk ve Cemal Gürsel hariç her dönemin en tepedeki politikacılarına hizmet etti. Babıáli'nin geçirdiği değişimlerin hepsine bizzat tanık oldu. 1955'te ‘‘azınlıklara karşı yanlış muamele’’ olarak nitelediği 6-7 Eylül olaylarından '60 ihtilalinden sonraki darbe gerilimlerine, 1967 Arap-İsrail savaşından Vietnam faciasına, 12 Mart 1971'den, '74 Kıbrıs harekátına, İsrail Büyükelçisi Elron'un öldürülüşüne, basın cinayetlerine, 12 Eylül 1980'e her şeyi, hep Hürriyet'te, ilk haber heyecanıyla yaşadı. Hálá yaşıyor ve şimdilerde anılarını yazmaya hazırlanıyor. Hürriyet'in 55'inci yıldönümü törenlerinde 50'nci Yıl plaketini Aydın Doğan'ın elinden alan Nohutçu'nun hikayesi, insan hayatında tesadüflerin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından da ilginç; çünkü bazı şeyler başka bazı şeylere bağlı olmasaydı, o şimdi belki de bizi yönetiyor olacaktı! Elinden az Türk kahvesi içmedik, çok da güzel yapar, ne diyelim, ellerine sağlık Veysel Bey...

2 Nisan 1938'de, Erzincan'ın Refahiye ilçesine bağlı Çat köyünde doğar. Tarihi Erzincan depreminde henüz bir yaşındadır, dolayısıyla telaştan içeride unutulduğunu, sonra dedesinin aklına gelip kurtarıldığını hatırlamaz. Yoksulluğun içine doğduğu için zor şartlarda büyür. O günlerden bugüne getirdiği ve hálá zaman zaman hatırladığında gözyaşı döktüğü bir iki olay, silik anılar değil, tersine hayata bakışını belirleyen derin izlerdir: Mesela, 1940'ların sonlarında, 20 lira yol vergisini ödeyemediği için babasının jandarma zoruyla demiryollarına çalışmaya götürülüşü.

Okumayı çok ister. İlkokulu bitirdikten sonra yatılı öğretmen okulu sınavlarını da kazanır ama parasızlık yüzünden okula değil, çalışmak üzere İstanbul'a doğru yola çıkar. O gün, komşu köyden de gelenlerle birlikte, köyü kuş bakışı gören son nokta olan Kervan Pınarı'nda toplanırlar. Son kez köyüne, acelesi varmış gibi akan Kızıl Eniş çayına, ta ötelerden geçen Bağdat yoluna, yukarıda çocukluğunun geçtiği aluç tarlasına bakar. Gözyaşlarını saklayarak yola koyulur. Kısa bir süre sonra Ahmet Emin Yalman'ın Vatan gazetesinin çay ocağını işleten köylüsü Ahmet Abi'nin yanındadır.

GALATASARAY'DA OKUYACAKTI

Babıáli'ye böylece adım attığında yıl 1952'dir, yaş 14. İktidar partisi DP'nin yöneticileri, başta Adnan Menderes ve Celal Bayar olmak üzere, sık sık gazeteyi ziyaret etmektedir. Onun bu tür insanlara rahatça servis yaptığını gören Yalman bir gün, ‘‘Oğlum okul çağındasın, okumuyor musun?’’ diye sorar. Ağlamaklı olduğu için bu soruya cevap veremez. Bunun üzerine bilgileri şefinden öğrenen Yalman, yeniden çağırtır ve ‘‘Seni güzel bir okula vereceğim, okur musun?’’ deyip belgelerini tamamlamasını ister. Yalman'ın onu Galatasaray Lisesi'ne yazdıracağını duymuş, sevinçten havalara uçmuştur. Ancak tam o günlerde bir suikasta uğrayan Yalman, aldığı yaralardan dolayı aylarca yatar ve eğitim işi unutulur. Hatırlatamaz da. Üç kez Büyükada'ya evine gider, kapıdan döner. Çanakkale açıklarında Dumlupınar faciası da o yıl meydana gelmiştir, bu olayı anlatırken onu hatırlayıverir birden, içindeki yıkım ona benzediğinden olsa gerek (yıllar sonra, 1969'da olayı hatırlatma fırsatı bulduğu Yalman, ‘‘Oğlum niye aramadın? Ben bir kez daha vuruldum’’ diyecektir).

O Vatan'dayken Cağaloğlu'nda Cemal Nadir Sokak 7 numaradadır Hürriyet. Yeni bina da inşaat halinde. Temelinden su çıktığını hatırlar. Vatan'ın ise en şaşaalı zamanları. Kemal Haydar, Selami Akpınar, Esin Talu, Feridun Fazıl Tülbentçi ve genç yazar Altan Erbulak'ı çok sever. Bir gün bir akrabası Sedat Simavi'nin yanına ‘‘çıkarır’’ onları, ‘‘yeni bina bitsin seni alacağım’’ sözü alır. İlk ve son kez gördüğü Sedat Bey'in kısa süre sonra hayata veda etmesi durumu değiştirmez, dönemin Müessese Müdürü Feridun Eryılmaz onu işe aldığında yıl 1953'tür, yaşı 15. O sırada klişehane, mürettiphane, fotoğrafhane gibi yerlerden oluşan Hürriyet'in 90 civarında çalışanı, biri o olmak üzere sadece iki hizmet elemanı vardır. Binanın her yerine koşturup durur. Ayrıca önemli misafirler geldiğinde de ‘‘ekstra’’lara gider; patronun evine, dışardaki toplantılara. Ona göre bir ayrıcalıktır Hürriyet'te çalışmak, eski çağdan yeni dünyaya adım atmış gibi. İzin günlerinde bile gazeteye uğrar.

KRALLA AYNI HASTANEDE

Bir dönem idarede, Hüryayın'da, danışmada, pazarlamada çalışır. İdarede çalıştığı yıllarda Erol Simavi erken geldiği için onun masasına günlük gazeteleri koymak için o daha erken gelir. Bir gün sohbet ettiği Ümit Yaşar Oğuzcan, ‘‘Sen karakter bakımından her şeye layıksın, eline ne geçerse oku’’ der. Öyle yapmaktadır zaten. Yaşar Kemal'in İnce Memet romanını iki gecede okuyup gözleri kan çanağı içinde işe gelmiş, Feridun Eryılmaz'dan azar işitip ‘‘git yat’’ izni almıştır. Eryılmaz'ın aylar sonra bu olayı anlattığı Yaşar Kemal, ona bütün kitaplarını imzalayıp göndereceğini söyler. Hálá beklemektedir!

Hürriyet insana güven veren bir müessesedir. Erol Simavi babacan, yardımsever bir patron. 19 yaşındayken bir gün kızamık çıkardığını fark edemez. Olay anlaşılınca Erol Bey hemen şoförü çağırır ve onu Ortaköy'de Şifayurdu'na gönderir. 16 gün yattığı bu özel klinikte bir gece yan odadaki hastanın bağırtılarından kitap okuyamayınca nöbetçi hemşireye sorar: ‘‘Kim bu bağıran?’’ Susmasını işaret eder hemşire, ‘‘O Hüseyin'in babası!’’ ‘‘Hangi Hüseyin’’ diye sorar, ‘‘Hüseyin abi mi?’’ Hayır, yan odadaki Ürdün eski Kralı Tallal'dır. O zamanki Kral Hüseyin'in babası.

Babıáli'de 50 yılda ne değiştiyse, hepsine tanıktır: Ofset baskıya, siyah beyazdan renkliye, sonra yeni yeni akıllı makinelere geçişi, giderek kalabalıklaşan kadroları, değişen gazetecilik tarzlarını bir bir görür. Hürriyet'in tüm patronları, yazarları, müdürleriyle birlikte, Atatürk ve Cemal Gürsel dışında bütün ünlü politikacılara servis yapar. Heyecandan tepsiyi devirdiği, birinin üzerine çay, kahve dökmüşlüğü yoktur, çok dikkatlidir çünkü, işini çok iyi yapar.

Duygusal, içe kapalı karakterini, taa babasının ağadan azar işittiği günlerden alıp bugünlere kadar taşımıştır. Gençliğinde izin günlerinde Eminönü'ne inip martıları izlediği çoktur. Gemilere bakıp dedesinin Trabzon'da beklediği Gülcemal vapuru hikayelerini hatırladığı. İstanbul güzeldir ama taşı toprağı altın filan değil. Geceleri sanki tüm gürültüler bir elde toplanır, uğultu şeklini alır. Bu uğultulara karışan kimbilir ne mutluluklar, ne mutsuzluklar var da kimseler bilmiyor, diye düşünür.

MEDYATELLİ YILLARI

O adım attıktan 40, emekli olduktan on yıl sonra Cağaoğlu'ndan Güneşli'ye taşınır Hürriyet. Onun içinse nostalji dolu yıllar başlar. Şimdi kocaman, modern bir kafeteryada ya da bardadır görevi. Yapılan tostların çeşidi artmış, kekler, pastalar, salatalar eklenmiş, mönü ‘‘asortikleşmiş’’tir. Çay deseniz; her türlü aromalı, bitkili. Kahve listesi espresso, cappucino, vesaire olarak uzamış, işi ağırlaşmıştır. Ekstralar da çoğalır: Sık sık törenler, kokteyller... Ve onun sessiz bakışları, gazetecilerin artık daha çok sansasyonla uğraştığını, ilişkilerin daha bir mesafeli, insanların daha az anlayışlı olduğunu tespit eder. Artık daha az insan onun o günkü halet-i ruhiyesiyle ilgilenmektedir. Kimileri de kırıcı davranmakta... Bunlara içerler sadece, dedikodu yaptığı, fazla konuştuğu pek görülmemiştir.

Babıáli bir ‘‘yaşama biçimi’’ olmaktan çıkmıştır ona göre. ‘‘Eski gazeteciler milli olaylarda daha duyarlıydı. Sanki biz basın çalışanları normal hayattan çok daha farklı bir atmosferdeydik. Şimdi ise monoton, duyarsız ve idealsiz bir basın yaşamı görmekteyim. Hem eskiden yönetim katı diye bir kavram yoktu’’ der. Yine de binanın her yerinde asılı basın meslek ilkelerine bakarak duygulanır; Cağaloğlu'ndan Güneşli'deki bahçeye taşınan ‘‘Karanlıktan Aydınlığa’’ rölyefine ve B Blok'taki Jale Yılmabaşar imzalı nazar boncuğuna bakarak özlemini giderir. O tarihi dokudan buraya taşınmak ailesinden kopmuş gibi yapmıştır onu ama her şey o kadar da kötü değildir tabii. Hürriyet'çiler, hálá bir aile gibidir. Kendisine ve ailesine okuma alışkanlığı kazandırdığı ve hayatı tanıttığı için Hürriyet'e minnettardır.

HEPSİNE SERVİS YAPTI

Adnan Menderes: İnsana akrabasıymış gibi davranırdı.

Süleyman Demirel: Sinirli olmadığı zamanlarda iyi.

Bülent Ecevit: Çok kibardır, teşekkürü ihmal etmez.

Turgut Özal: Ulaşılması zor, ürkütücü.

Kenan Evren: Samimi.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!