OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 23, 2003 00:00
Genelgeçer güzellik anlayışına hiç uymasa da, derinlerinde bir sürü hikaye saklayan çok güzel bir yüz. İyi bir eş, tam dört çocuk annesi bir aile kadını.Birbirinden çok farklı karakterleri, sanki onlardan biriymiş gibi doğallıkla canlandıran müthiş bir yetenek. ‘‘Ben
film çevirmezsem ruh hastası olurum’’ diye düşünecek kadar işine düşkün; ama bir yandan sözleşmelerine ‘‘sekizden sonra evde olma’’ koşulu koyan iyi bir eş, tam dört çocuk annesi aile kadını. Yani iki kere büyük yetenek! Merly Streep deyince ilk elde anlatılacaklar burada bitmiyor: Cuma günü Türkiye'de de vizyona giren Adaptation/Tersyüz filmindeki rolüyle bu yıl 75'incisi verilecek Oscar Ödülleri'ne yine aday gösterilen Streep bir de rekora imza attı. Bir süredir, 12 adaylığıyla Oscar'a en çok aday gösterilen aktris ünvanını Katherine Hepburn'la paylaşıyordu, şimdi 13. adaylığı açıklandı ve Hepburn'ü geride bırakmış oldu. Gerçi bu kadar Oscar adaylığından sadece ikisini ödüle dönüştürebildi, üstelik önümüzdeki günlerde vizyona girecek olan Hours'taki (Saatler) rolüyle En İyi Kadın Oyuncu dalında aday olması bekleniyordu ama o adaylığı, kendisine göre çırak sayılan Nicole Kidman'a kaptırdı. Tersyüz'deki rolü ise En İyi Yardımcı Kadın ödülüne uygun ama olsun. O çoktan dünya kadınlarının kahramanı. Trajik bir kahraman. Evet komedi filmlerinde de başarıyla rol aldı ancak, sinema tarihi onu daha çok karmaşık ruh hallerinin kadını olarak hatırlayacak... Film eleştirmenlerinin, yaşayan en büyük kadın oyuncular arasında saydığı Meryl Streep, 22 Haziran 1949 tarihinde, orta sınıfa mensup bir Amerikan ailesinin kızı olarak New Jersey-Summit'te doğdu. Ünlü olunca da değiştirmeyeceği bir isim verildi ona: Birlikte olduklarında kısaca Meryl olarak söylenen Mary Louise. Sade bir genç kızdı; zeki, dörtgöz, dişleri telli. Doğu yakasında bir kız okuluna gönderildi. Uzun süre Somerset Oteli'nde garsonluk yaptı.Darmounth'da set ve sahne kostümü desinatörlüğü ve oyun yazarlığı eğitimi alırken, opera derslerine de girdi. Ancak okulda sahneye çıkışı ve daha ilk rollerinde gösterdiği yeteneği, ona Yale Üniversitesi'nin kapılarını açtı. Drama bölümünde okuduğu Yale'in yıllık oyunlarının hepsinde rol alan Streep, oradan sanat mastırı diplomasıyla mezun oldu. Üç yıl New Haven'da 40 kadar oyunda rol alarak tiyatronun geleneksel Avrupa kalıplarını da iyice öğrendi. Bunların hepsini sinemada izlediğimiz filmlerinde kullandı.İlk filmi Zinnemann'ın 1977'de gösterime giren Julia'sı. Bu filmdeki beklenmedik performansıyla dikkatleri çeken Streep, hemen bir sonraki yıl Oscar'a aday gösterildi. Michael Cimino'nun yönettiği ve Robert de Niro ile başrolü paylaştığı bir Vietnam dramı olan Avcı'daki (The Deer Hunter) rolüyle. Onu alamadı ancak Dustin Hoffman'la birlikte oynadığı Kramer Kramer'e Karşı'daki performansı, 1979'da En İyi Kadın Oyuncu dalında o ünlü heykelciği eline tutuşturuverdi. Bu ilkti, ikincisi 1982'de Sophie'nin Seçimi'yle gelecek ve şimdilik orada kalacaktı. Ancak Streep bu yılkiyle birlikte bugüne kadar tam 13 kez Oscar'a aday gösterilerek, bu konudaki rekorun sahibi oldu. Onun da söylediği gibi, bu heykelciği kazanmak kadar aday gösterilmek de çok önemliydi. Ama o ek olarak, kazanamadığında ‘‘Demek rolünü senden daha iyi yapan biri varmış’’ da diyordu.SEN BÜTÜN KADINLARSINİyi bir dramacıydı. Onu, canlandırdığı her bir kadınla daha çok sevdik. Çünkü her birine pek güzel oturdu: Sıradan Amerikan kadınına da, Fransız teğmenin sevgilisine de, aşkı geç de olsa bulan evli kadına da, İkinci Dünya Savaşı'nda iki çocuğundan birini seçmek zorunda bırakılan Sophie'ye de, iyiliksever keman öğretmenine de... Soykırım'daki İnga'yı, Kramer Kramer'e Karşı'daki Joanna'yı ya da Benim Afrikam'daki Karen'i unutmak pek mümkün değildi. Her rolünün hakkını verdi. Bir tören sırasında ABD'deki Fransa Büyükelçisi François Bujon de l'Estang'ın dediği gibi, o bütün bu güçlü ve tutkulu kadın karakterlerde, milliyetler, kültürler, yaşlar üstü birer kadın yaratmıştı. Bir nevi bütün kadınlar olmuştu. Dünyadaki her kadın, onun perdeye ya da ekrana yansıttığı bu karakterlerde kendini tanıyabilir ya da bir rol modeli bulabilirdi. Yine de 1990'ların ilk yarısı biraz sönük geçti onun için. Ya da belki ağlamaktan ve ağlatmaktan mı sıkıldı bilinmez, komedilerde de oynamaya başladı. Hani önceden duysanız, yok canım derdiniz. Ama Streep oyunculuğunu, Rosanne Barr'le oynadığı Dişi Şeytan'da da, Goldie Hawn ve Bruce Willis'le birlikte rol aldığı Ölüm Kadına Yakışır'da da konuşturdu. Yaşamın Kıyısından Kartpostallar'da da öyleydi. Komediye neden yöneldiğini ise şöyle anlattı: ‘‘Saçımın ağarmasına neden olan Karanlıkta Bir Çığlık'tan (1988) sonra deli gibi hafif bir şeyler arıyordum, ama hiçbir senaryoyu yeteri kadar komik bulmadım. Ayrıca, dram oyuncusu olarak görüldüğümden, bana pek komedi senaryosu da gönderilmiyordu. Ama ben her zaman kadın komedyenlerin çalışmalarına saygı duydum, kadın gibi ya da çekici olmaya çalışmayanları ya da öyle olmayacağım diye korku duymayanları sevdim. Ölüm Kadına Yakışır'a, şimdiye kadar yaptığım en fiziksel, en komik ve en garip film olduğu için bayılıyorum.’’Evet daha çok trajik hayat hikayelerinde, karmaşık tipleri oynadı, ama ‘‘fiziksel güç’’ gerektiren rollerin kadını da olmadı değil. Vahşi Nehir'de oğullarıyla birlikte sportif bir tatil için rafting yapılan bir yöreye giden ancak tatili kabusa dönüşen kadını canlandırırken, ‘‘Nihayet gerçek bir kahraman, bir aksiyon kadını olabildim’’ dedi. Şakaydı tabii, iki kez boğulma tehlikesi atlatması hiç hoşuna gitmemişti elbette. Bir keresinde teknenin altında kaldığında, gözünün önünden kocasının yönetmeni öldürme sahnesi geçmişti. Yönetmene birkaç gün küstü, o değil miydi, kızlarını rafting'e götürdüğünde bir daha denememeye karar veren. ÇARŞI PAZARDA BİR STARYine de evde anne olmanın kamera karşısında rafting yapmaktan daha zor olduğunu açıkladı. Ev, aile gibi kavramlar, onun için önemliydi. Ünlü olduktan sonra şatafatlı hayatı seçen Hollywood yıldızlarından değildi. Mevsimlerdeki değişimi görebildiği ve her şeyden öte Hollywood'un‘‘ fare yarışı’’ndan uzak olduğu için hala doğduğu doğu yakasında oturuyor, evini seviyordu. Hayranları onu uzun yıllar oturduğu Çin Mahallesi'nin çarşı pazarında çocuklarıyla günlük alışverişini yaparken çok görmüştü. ‘‘Mutlu aile hayatım, Jack Nicholson gibi günün 24 saatini sanata adamamı engelliyor. Aslında bundan çok memnunum. Önce ailem’’ diyordu. Daha önce The Godfather'daki Fredo rolünden tanıdığımız John Cazale ile bir ilişkisi vardı. Cazale kemik kanserine yakalanınca çalışmalarına ara verip onun hastanedeki odasına taşınmış, o müthiş her aksanı konuşabilme yeteneğiyle ona gazetelerin spor sayfalarını okumuş, ölümünden sonra toparlanması zor olmuştu. Daha sonra heykeltıraş Donald Gummer ile evlendi ve şimdi yaşları 12 ile 22 arasında değişen tam dört çocuk doğurdu.YÖNETMENLERİN CENNETİAilesini paparazzilerin objektiflerinden uzak tutmaya da hep özen gösterdi. Annesinden, ‘‘Niçin fotoğrafını çekmelerine izin vermiyor ve bundan zevk almıyorsun?’’ azarları işittiği için, zaman zaman denedi ama zevk filan alamadı. Kendini görkemli bir kraliçe, sinema ilahesi gibi göremedi hiç. Bu yükü istemedi. Kameralara gülümsemek bir yana, fazla söyleşi de yapmama ilkesini benimsedi; hem ne söyleyeceğini bilmediği için, hem de ‘‘sıkıcı’’, günlük yaşamda herkes gibi olduğundan. Ya aynaya baktığında bizim gördüklerimizi görüyor muydu? Şöyle dedi bir seferinde: ‘‘Pek değil. Burnumun çok uzun, gözlerimin birbirinden çok uzakta ve kemik yapımın çok sert olduğunu biliyorum. Ama bunları değiştirmeyeceğim. Uzun bir süredir bu yüzle yaşıyorum. Üstelik insanlar bana aslında filmlerde göründüğümden daha güzel olduğumu söylüyor!’’Geçtiğimiz yıllarda bir
trafik kazasında hayatını kaybeden ünlü yönetmen Alan Pakula şöyle demiÅŸti: ‘‘EÄŸer yönetmenler için bir cennet varsa, o da hayatları boyunca Meryl Streep'i yönetmeleridir. DileÄŸim Meryl'in 90 yaşına geldiÄŸinde 90 yaşında bir kadın için yazılmış harika bir rolü oynaması.’’ Dileriz öyle olur. O zaten çoktan anne, hatta anneanne rollerine çıkmaya baÅŸladı. Bir röportajında da kendisine artık genç kadın rolleri teklif edilmediÄŸini açıkça söyledi. Ama ‘‘film çevirmezsem ruh hastası olurum’’ düşüncesi devam ediyor ve Hollywood'un genç kadın starlara daha çok fahiÅŸelik, sevgililik rolleri biçen anlayışlarına kızarak ve gözünü kendisini ve kamuoyunu etkileyebilecek öykülere, gerçek kahramanlara dikerek çalışmaya devam ediyor. FÄ°LMOGRAFÄ°Julia - 1977The Deadliest Season- 1977The Deer Hunter/Avcı - 1978Manhattan - 1979Kramer vs. Kramer/Kramer Kramer'e Karşı - 1979The Seduction of Joe Tynan - 1979The French Lieutenant's Woman/ Fransız TeÄŸmenin Kadını - 1981 Sophie's Choice/Sophie'nin Seçimi - 1982Still of the Night - 1982Silkwood - 1983Falling in Love/ Geç Gelen AÅŸk - 1984 Out of Africa/Benim Afrikam - 1985 Plenty/Bolluk - 1985 Heartburn - BaÅŸbelası -1986Ironweed/YaÅŸam Savaşı - 1987A Cry in the Dark/ Karanlıkta Bir Çığlık - 1988 She-Devil/DiÅŸi Åžeytan - 1989Postcards From the Edge/ YaÅŸamın Kıyısından Kartpostallar - 1990 Defending Your Life/ YaÅŸamın Savunması- 1991 Death Becomes Her/ Ölüm Kadına Yakışır - 1992The House of the Spirits/Ruhlar Evi - 1993A Century of Cinema - 1994The River Wild/VahÅŸi Nehir - 1994The Bridges of Madison County/Yasak Ä°liÅŸki - 1995Before and After - 1996Marvin's Room/Marvin'in Odası - 1996One True Thing - 1998Dancing at Lughnasa - 1998Music of the Heart / 50 Cesur Kemancı -1999The Papp Project - 2001Adaptation/Tersyüz - 2002The Hours/Saatler - 2002 Angels in America (TV)- 2003Â
button