Güncelleme Tarihi:
Sultan I. Selim, 1512’de bir tür askeri darbeyle tahta çıkarken karşısında önemli bir sorun duruyordu: Doğu Anadolu’nun ve Ortadoğu’nun hâkimi kim olacak? Merkezi Diyarbakır olan Akkoyunluların dağılması bölgedeki dengeleri bozmuştu. Bu mesele, kısa zamanda üç büyük gücü karşı karşıya getirdi: Osmanlılar, Safeviler ve Memlükler.
MISIR’DAN İSTANBUL’A GELEN TAŞ
Sultan Selim’in bölgenin hâkimi olup ‘Yavuz’ sıfatını kazanmak üzere sefere çıkışına tanıklık edenlerden biri de Mısır’dan alınıp İstanbul’a getirilen Atmeydanı’ndaki (bugünkü Sultanahmet Meydanı) Dikilitaş’tır. M.Ö. 15’inci yüzyılda yapılan ve üzerinde ne yazdığı aslında bilinemeyen bu taşı İstanbul’a diktiren Doğu Roma İmparatoru I. Theodosius’tu. Sultan Selim de ona benzer bir şekilde ‘Rum Sultanı’ sıfatını taşıyordu. Ve bu sultan rakiplerine göre çok daha ileri bir askeri teknolojiye ve düzene sahipti.
Selim, Safevilere karşı, bölgedeki Kürt beyleriyle ittifak yolunu seçti. Osmanlıların zaferiyle sonuçlanan Çaldıran Savaşı sonrasında Alevi Türklerin, İran’la dinsel ve siyasi bağları büyük ölçüde zayıfladı. Ardından bugünkü Suriye sınırı civarındaki Mercidabık’ta ve Mısır’daki Ridaniye savaşlarında Memlükleri yenen Osmanlılar tüm bölgenin yönetimini ele aldı. Şii ilerleyişinden korkan Arapların ve Kürtlerin önemli bir bölümü Osmanlı yönetimini gönüllü olarak kabul ettiler. Büyük sorun çözülmüş, kazanan belli olmuştu! Tebriz’den ve Kahire’den İstanbul’a getirilen zanaatkârlar Osmanlı kültürünün zenginleşmesinde etkili oldular. Doğu Akdeniz, Roma devrinden sonra ilk defa bütünleşik bir yapıya kavuştu. Bu durum ticaretin, kültürün ve halkların hareketliliğini sağladı. İçinde pek çok isyan ve çatışma barındırsa da bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti sürekli oldu. Taa ki, Batı Avrupa’nın tüm dünyayı dönüştüren bilimsel, teknolojik, askeri ve ekonomik çıkışına kadar.
1798’de Napolyon komutasındaki Fransızlar Mısır’ı işgal etti. Bu kısa süreli işgalin bir etkisi de Mısır hiyerogliflerinin çözülmesi oldu. Artık, İstanbul’daki Dikilitaş’ta ne yazdığı okunabilecekti! Ama çözülen aynı zamanda Osmanlıların gücüydü. Bir Osmanlı yöneticisi olarak bölgeye gönderilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bir süre sonra isyan ederek Mısır’da iktidarı ele geçirdi ama tam bağımsız olamadı. İstanbul, paşanın soyundan gelip sultanın altında, valinin üzerinde bir unvan taşıyan Mısır Hidivlerini göz önünde tutmak istiyordu. Bugün Bebek’teki Mısır Konsolosluğu binası ve Anadolu yakasındaki Hidiv Kasrı o günlerden kalan hatıralar... Mısır, 1882’de İngiliz işgaline uğradı ama kâğıt üzerinde de olsa hukuken Osmanlı toprağı sayıldı. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusu Süveyş Kanal harekâtıyla tarihin yönünü tersine çevirmek istese de sonuç hüsran oldu. Mısır; 1922’de İngiltere’den bağımsızlığını ilan etti. Önce bir meşruti sultanlık, 1953’teyse cumhuriyet olarak yola devam etti. Nasır döneminde Suriye ile birleşmeyi denedi ama sonuç alınamadı. Asker kökenli başkanların sonuncusu Mübarek’ti. Onun devrilişiniyse zaten televizyonlardan izledik. Bu defa acaba demokrasi mi geliyor diye varsayılırken geçen haftaki askeri müdahale geldi.
TEKERRÜR MÜ, COĞRAFYA MI?
Bugün, İstanbul’da otururken Kahire’de, Şam’da, Halep’te, hatta Tahran’da olup bitenlere eskisinden çok daha büyük bir dikkatle bakıyoruz... Çünkü zorundayız! Hemen her ortamda, Kürtlerin Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki rolü, Aleviler’in hakları ve konumları konuşuluyor. Irak’ta, Suriye ve Lübnan’da Sünni-Şii toplulukların bir arada yaşama çabaları ve çatışmaları tartışılıyor. “Tüm bunlar 500 yıl önceki durumun bir tekrarı mı?” derseniz; cevabım: Hayır. Tarih asla tekrar etmez. Ancak dönem dönem benzer durumlar çıkar ortaya, aynı nehirde yıkanıveririz. Çünkü çoğu zaman gündemi belirleyen, üzerinde oturduğunuz coğrafyadır. Binlerce yıllık Anadolu/Pers/Mezopotamya/Mısır siyasi ve kültürel fay hattının üzerinde oturduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Bu, hangi siyaseti tutarsanız tutun değişmez bir gerçektir. Ortak tarihimizi bilmeden sadece iktidarı elinde tutan ya da devrilen politikacı isimleri üzerinden tartışmak ne getirir ki? ‘Bilgi sahibi olmadan yargı sahibi olarak’ sağlıklı bir çözüm geliştirmek mümkün mü? Elbette bu uzmanların işi diyebilirsiniz. Ama demokrasinin sadece sandıktan ibaret olmadığı tartışmasının yapıldığı şu günlerde, birey olarak kendi kararınızı belirlemek için daha çok okumak, daha çok araştırmak gerek. Kutsal kitaplardan tutun da
modern bilime varıncaya kadar bizden istenen de
hep bu değil mi zaten?