Güncelleme Tarihi:
Hikayesini duyar duymaz kendi ağzından kitabını ve hikayesini dinlemek için kendisine ulaştım. Şarkılarını dinleme umuduyla ve heyecanla röportaj teklifimi kabul eden Aral'ın Çengelköy'deki evine doğru yola çıktım. Tüm nezaketiyle beni evinde ağırlayan Aral'la hurriyet.com.tr okuyucularına bu muhteşem hikayesini, 12 Eylül'ü, acıları, aşkları ve gençliği anlattı.
Şarkılarını Söylediğin Zaman romanı, bir müzik okulunda okuyan iki genç Deniz ve Cihan arasındaki ilişkiyi ve 12 Eylül'ün hemen öncesindeki koşullar sebebiyle yaşanamayan ama sızısı çok uzun yıllar süren bir aşkı anlatıyor. Özellikle genç kesimin silahlandığı, bir tarafın devrim istediği, bir tarafın da milliyetçilik duygularıyla onları durdurmak için zalimce harekete geçtiği bir dönem. Öykü, böyle bir kargaşa ortamında, bir müzik okulunda geçiyor. Dolayısıyla tarihsel bir perspektifi de var.
Bu hikayede, 75'lerden 85'lere gelen 10 yıllık bir süreç var geçmişte. Fakat bu hikayeyi ben bugün anlatıyorum. Bu arada Cihan hiç beklenmedik bir şekilde, geçmişin izinde yeni bir aşk yaşayacak.
İnci Aral, romanı yazdığı bu süreçte enteresan bir sürprizle karşılaşıyor. İlk eşine söylediği ve kaydettiği şarkılar 45 yıl sonra karşısına çıkıyor. “Benim 45 yıl önce, Samsun'da öğretmenlik yaparken, o zamanki gönül ilişkim olan kişiye, sesli mektup biçiminde doldurup gönderdiğim bir bant olmuştu. Sonra o hikâye evlilikle bitti, çocuklarımın babası oldu o kişi ve 7 yıl sonra da ayrıldık. Çocuklarım babalarında kaldılar, sonra babaları da vefat etti. Dolayısıyla babalarının evi de ve o babalarının eşyaları da büyük oğluma kaldı. Geçen bahar, oğlumu İzmir'den İstanbul'a taşırken, bir kutunun içinde o bantı gördüm. Hemen hatırladım tabii ne olduğunu ama tamamen unutmuştum o güne kadar. Oğluma dedim ki yavrum bunu bir çözebilsek çünkü şarkıları hatırlıyorum ama sesli bir mektup olduğu için konuşmaları hatırlamıyorum. Sonra bir gün oğlum bir CD ile geldi. Al bak senin şarkıların bunlar dedi. İlk dinlediğim zamanki duygularımı anlatamam. 45 yıl sonra 20 yaşındaki sesimi duydum. Çok heyecanlandım. Çok şaşırdım. Bir müzik yok tabii, ritm yok ama inanılmaz doğru söylenmiş. Güzel söylenmiş, ses çok güzel. Çok duygulu bir ses ve tutkuyla, aşkla söylenmiş. Hani ağlamadım ama gözlerim doldu tabii.”
Bu şarkılar, üzerinden bu kadar zaman geçmiş bu bant bana başka şeyler düşündürdü. İnsan yaratısının ister resim, ister müzik, yaratıcı çabanın kalıcı olduğunu ve bunun insandan bile kalıcı olduğunu hissettirdi. Bir maddeye geçirilmiş bir eser çok daha uzun yaşıyor. Ben 45 yıl sonra hayatta olup olmayacağımı bile düşünemezdim. Bu romana hem zamanla ilgili bazı sorgulamalar biçiminde yansıdı, hem de o alaturka şarkıların hüznü, -ki ben ona Doğu'nun hüznü derim- bir kuşağın trajik hikayesi içine sindi.
"TÜRK EDEBİYATI 12 EYLÜL’LE YÜZLEŞMEDİ"
Aral'a göre Türk edebiyatı 12 Eylül'le henüz yüzleşmedi ve toplumu derinden sarsan, acı bırakan, büyük bir zulüm dönemi olarak nitelendirdiği dönemin romanımıza henüz yansımadığını düşünüyor. "Bunun iki nedeni var; birincisi o acıları yaşamış olan yani 12 Eylül mağdurlarının bir kısmının da yazarlar oluşu, ikinci nedeni de 12 Eylül'den sonra Türkiye'nin, farklı bir döneme, küreselleşme dediğimiz, her şeyin yeni diye sunulduğu bir döneme girmiş olması. İdeolojilerin yıkılmış olması ve dolayısıyla arkadan gelen kuşağın da apolitik bir biçimde yetişmiş olması.
Bu romanı da yazdım çünkü hem elimde çok fazla döküman vardı, hem birebir o günleri yaşamış biriyim, hem de dediğim gibi burada bir eksiklik var, daha kötüsü bu eksikliğin hiç üstüne vazife olmayanlar tarafından üstlenmiş olması ve onlar 12 Eylül'le hesaplaşmaya kalktılar. Bu da sağ kesimdir yani.
"EDEBİYATIN ELEĞİ KÖTÜLERİ ELER"
Son zamanlarda insanların sosyal paylaşım sitelerinde, internet bloglarındaki yazılarını romanlaştırmasıyla ortaya çıkan edebiyat eserlerini sorduğumuz Aral, edebi açıdan bunları farklı ama olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi.
"Onları küçümsememek lazım aslında, benim gençliğimde internet yoktu ama ben de hep günlükler tuttum, şiirler yazdım, uzun uzun mektuplar yazdım sevdiklerime. “Bunları birer yazma alıştırması olarak kabul etmek gerekir. Tabii internet gibi büyük bir medya varken ve büyük bir özgürlük varken bu konuda iyi kötü her şey orada kendine bir yer buluyor. Biz bir şiir yayınlatabilmek için çok zorluk çekerdik, edebiyat dergilerine gönderirdik. Şimdi böyle bir imkan var ve bunların içinden sanırım önemli olacak isimler de çıkacaktır fakat şöyle bir yanılgı var orada, her yapılanı iyi sanmak gibi. Edebiyatın yolu çok uzun. Bunu eleştirmek yanlısı değilim ben. Bırakalım yetişsinler orada. Olacak mı olmayacak mı zaten o yol içerisinde belli olur. Her zaman edebiyatın bir eleği vardır, iyiler eleğin üstünde kalır, birçoğu da elenir. Bu da kendiliğinden olur."
BİR KUŞAK KORKUNÇ BİÇİMDE EZİLDİ
20 yıl boyunca öğretmenlik yapan İnci Aral gençlere dair umutlu olduğunu da söylüyor; “Gençlerden tabii ki umutluyum, o kadar güzel gençler var ki. Yeni yeni sorular sormaya başladılar. Apolitik olmaları da onların suçu değildi. Öyle bir dönem yaşandı ki siyaset lanetlendi adeta ve gençlere siyasetle uğraşmayın mesajı verildi sürekli. Biz kendimiz bile, kendi çocuklarımız için kaygılandık "aman oğlum, aman kızım karışmayın" çünkü o kadar korkunç bir biçimde ezildi ki o kuşaklar biz çocuklarımıza kıyamadık.
Bir de korkunç bir rekabet ortamında, iyi bir okula girmek için testlerle, sınavlarla mücadele ettiler, ufacık yaşlarından başlayarak. Yani onların
Küreselleşme ve kapitalizm döneminde gençlere ve yetişkinlere birçok şeyin dayattığını düşünen İnci Aral, bunun adeta bir saldırı olduğunu düşünüyor; “her şey dayatıldı. Bu arada sosyalizm ve başka ideolojiler, hepsi lanetlendi. O nedenle de yenilenleri tarih her zaman hor görür, kötü konuşur onlar hakkında, onları atın kuyruğuna bağlayıp sürükler ki sonradan gelenler ibret alsın, bir daha öyle şeyler olmasın çünkü başka bir sistem gelmiş, bastırmış. Her şeyin yeni diye sunulduğu hiçte yeni olmayan, yalandan ibaret olan şeyler. O dönemde mesela "Yeni Yalan Zamanları"nı yazdım. Biliyorsunuz piyasaya sunulan her şey yeni diye sunulur. Eski malın bile adı aynıdır ama yenisi diye çıkar. Bu da öyle bir şeydi. Bu dönem sona erdi mi? Hayır ermedi ama başka bir şey geldi bastırdı. Fakat ne oldu bu genç insanlar bunların yalan olduğunu, onların arzularını ve taleplerini karşılayamayacağını, kendilerinin bir tüketim faresi olarak yetiştirildiklerini gördüler ve kendilerine empoze edilen yalanların arkasındaki gerçekler de bir yandan sırıtmaya başladı. Yani onlar da görünmeye başladı.”
AŞK, HIRS HİKÂYELERİ VE HAVUZLU VİLLALAR
12 Eylül dönemini anlatan diziler, filmler artmaya başladı. Bu dönemi anlatan ve yaşayan biri olarak da Aral, bu durumun; belleksiz bir toplumun belleğini tazeleme ihtiyacından doğduğunu düşünüyor. Bir de hiç o günleri bilmeyen kuşaklara hatırlatma adına çok iyi bir şey. Bir de o dizilerin hepsi birbirine benzeyene, hep havuzlu villalarda geçen, aşk, hırs hikayeleri. Daha özgün daha gerçek şeyler istiyor insanlar.