4 gün süren sansür hikayem

Güncelleme Tarihi:

4 gün süren sansür hikayem
Oluşturulma Tarihi: Mart 26, 2015 09:48

Diyarbakır'daki Nevruz kutlamalarından fotoğraflar Twitter'da paylaşılmaya başlandığında, rastgele birini seçip Facebook ve Instagram hesabımda yayımladım.Kıyamet ondan sonra koptu.

Haberin Devamı

Fotoğrafların çoğunu Abdullah Öcalan'ın resminin olduğu bayraklar, posterler süslediğinden koyduğum fotoğrafta kadınların giydiği Öcalan baskılı tişörtler özellikle dikkatimi çekmedi.
Ki çekseydi de benim için bir şey değişmeyecekti. Yine koyardım o fotoğrafı. Zira gün aşırı Öcalan'ın fotoğrafı, mesajları, çözüm süreci gazetelerin birinci sayfalarında her kesimden okurla buluşuyordu.

4 gün süren sansür hikayem

Bu fotoğrafı paylaştığımda Öcalan’ın mektubu hem Türkçe hem de Kürtçe okunuyor, televizyonlar da bunu canlı yayınlıyorlardı.
2015 Türkiye’sindeydik ve iyi kötü iki taraf barışmaya çalışıyordu.
Elbette toplumun her kesiminin buna hazır olmadığının farkındayım ama koyduğum fotoğrafa tepkiler öylesine sert, öylesine hoyrat, öylesine saldırgandı ki, sanki yıl 1990’dı ve ben PKK’lılarla halay çekerken fotoğrafımı yayımlamıştım!
Herkes çok hassastı.
Ama bu ülkede herkes her zaman çok hassas.
Hassasiyet dendiğinde kimsenin ne demokratlığı kalıyor ne de özgürlükçülüğü.
Kimsenin hassasiyetini yargılayacak halim yok; saygı duymaktan başka seçenek de yok…
Benim isyanım daha ziyade ikiyüzlülüğe.
Çünkü herkes kendi bahçesinde özgürlük naraları atarken tüm kesimlerin değil, sadece kendi özgürlüğünün peşinde.
Ya bilmiyorlar ya da bilmezden geliyorlar; tüm özgürlüklerin çekirdeğini 'ifade özgürlüğü' oluşturuyor. İfade özgürlüğünün olmadığı yerde de herhangi bir özgürlükten söz etmek mümkün olmuyor. İfade özgürlüğü yoksa, diğer özgürlükler ya şeklen var ya da yok.

Velhasılıkelam, yüzlerce kişi -ki bunların pek çoğunun eğitimli kimseler olduğunu tahmin ediyorum -Facebook ve Instagram'da 'Şikayet Et'e tıklayarak koyduğum Nevruz fotoğrafını sildirdi.
Bu sansürü tüm sosyal medya ağlarında duyurunca, Facebook'un Türkiye PR ajansı devreye girdi ve fotoğrafı yeniden iki hesabıma da yüklettiler.
Sonra muhbir vatandaşlar yine şikayet ettiler, fotoğrafı yeniden sildirdiler.
Sonra, Facebook ve Instagram fotoğrafı tekrar geri koydu.
En sonunda PR ajansı hesaplarımı Facebook’un ‘shielded’ (zırhlı) listesine aldırdı. Bu sayede çok aşırıya kaçmadığım müddetçe; yani misal size helikopter bombalama görüntüleri vs (!) koymadığım sürece hesaplarımdaki fotoğrafları sansürletmek pek kolay olmayacak.
Facebook’un ekibinde Türkiye konusunda epey bilgi sahibi, memleketi yakından izleyen kimseler var. Bu tür şikayetler onların önüne gidiyor ve değerlendiriliyor. Ama işte haksız sansürler de gırla. Facebook ve Instagram sansürcü şirketler değil de özgürlüklerin genişlemesine katkı sağlayan platformlar olarak algılanmak istiyorlarsa bu değerlendirmelerde çok daha titiz davranmak durumundalar. Gerekirse sadece bu işle ilgilenen çalışan sayısını 30 katına çıkarıp sadece gazetecilere uygulanmak istenen sansürlere değil, herkese yetişebilmeliler.
Dönelim bizim muhbir vatandaşlara…
Paylaştığım fotoğrafa yapılan yorumlarda ne vatan hainliğim kaldı ne teröristseviciliğim.
(Tekrarlıyorum; bunlar olurken tüm kanallarda Öcalan’ın mektubu okunuyor, Diyarbakır’daki coşkulu Nevruz kutlamaları canlı yayınlanıyordu.)
Bu tabirden hiç haz etmesem de, beni ‘Beyaz Türk’ çevreden gelen biri olarak değerlendirebilirsiniz. İzmir’in Alsancak semtinde büyüdüm, Amerikan kolejinde okudum ve ilk arkadaşlıklarımı da burada kurdum. Bu bilgiyi veriyorum çünkü olay Twitter’da değil, bu çevreden pek çok arkadaşımla takipleştiğim Facebook’ta cereyan ediyor. Fotoğrafa tahammül edemeyenler de daha ziyade bu profildeki arkadaşlarımdı. Onlara göre Öcalan ve Hitler farksızdı ve ben bu fotoğrafı nasıl koyardım?
Ama beni en çok şaşırtan, Gezi’de çok haklı olarak “Özgürlüklerimiz! Demokrasi!” diye yeri göğü inleten toplulukta ön safları tutan bu kesimden insanların asla tahammül edemedikleri başka bir konuda “İfade özgürlüğü sınırsız değildir ve sınırsız da olmamalıdır” diye savunmaları oldu.
Epey hayal kırıklığına uğradım.
Ve sadece kendine demokrat ve özgürlükçü AKP’ye kızan kimilerinin de kendi ideolojileri söz konusu olduğunda pek de farklı davranmadıklarını görüp üzüldüm.
Soruyorlardı, Almanya'da insanlar yeniden “Hitler'i sahiplenmeye başladık” deyip sokaklarda tişörtünü giyseler, aynı hoşgörüde olacak mıydım?
Komikti çünkü Neo Nazi’ler Hitler tişörtü de giyiyor, Hitler dövmesi de yaptırıyordu. Siyasi partileri de vardı. Ve sadece Almanya’da da değil. Dünyanın büyük çoğunluğunun belki hoşuna gitmese de herkes de ‘hoşgörüyordu’.
Bazılarımız farkında değil belki ama dünya da, Türkiye de 30 yıl öncesinden çok farklı.
Demokratik diye öykündüğümüz ülkelerde insanlar birbirlerine tahammül ediyor.
Ve insanlar barışıyor.
Barışılan tarafın liderini de o tarafın halkı belirliyor. Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama tahammül edersiniz; demokrasi yanlısı olmak bunu gerektirir. Sonra “Faşist” deyince kızıyorlar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!