Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2003 00:00
Bir haftadır gamlar ve kederler içindeyim. Kederim Irak Savaşı'ndan ya da
Beşiktaş'ın yenilmesinden ötürü değil. Bu neznesel ve gripal bir keder. Dakika başına 15 öksürük 5 hapşırık düşüyor. Birisi burnumu yüzümden çıkarmış, yerine masurası yalama olmuş bir musluk takmış sanki. Şorşor bir akması var, Kızılırmak'ın seli yanında ibrik suyu gibi kalır. Okuldan yanlış anımsamıyorsam insan bedeninde 208 kemik vardı. Bende ise 416 kemik var. Çünkü bütün kemiklerim orta yerinden çatır çutur kırılmış durumda.Öyle bir iniliyorum ki kendi yüreğim parçalanıyor. Hele ziyarete gelen olunca iniltilerim feryada dönüşüyor. Oturup vasiyetimi yazmaya başlıyorum. Ama sonra sıkılıp ‘‘Bir dahaki gripte yazarım’’ diyorum. İnsanoğlu yaşadıkça amma da birikiyor yahu. Vasiyetinde öteberisini sıralaması bile bir bela!.. Mesela elektrikli testeremi kime bırakayım?.. Ya da paslanmış olta kancalarımı?.. Hele atmaya bir türlü kıyamadığım üçte biri kalmış kurşun kalemlerimle kurumuş boyalarımın kıymetini kim bilir? Üzerinde beni yıllarca şefkatle gezdiren altı aşınmış, yanları patlamış 44 numara eski terliklerimin kadrini bilecek kimim var? Bizi beraber gömün desem hocaya ayıp olur. Bir fakire verin desem o kadar fakirini Srilanka'da bile bulamazlar.En iyisi ölmekten vazgeçip yatağa Saba Melikesi Belkıs misali sere serpe uzanmak. Adamın yata yata canı sıkılıyor. Kitap okumaya başlıyorum ama ‘‘Ya kitabın orta yerinde ölürsem, sonunu öğrenemem’’ diye vazgeçiyorum. O zaman gelsin gazeteler...Ama çok gazete okumak da bende mide ekşimesi, yüksek tansiyon ve adale spazmı yapıyor. Çenelerim kasılıp sol gözüm seyirmeye başlıyor ve bilmediğim birkaç dilde konuşmaya başlıyorum. Ne dediğimi pek anlamıyorum ama muhtemelen ayıp laflar ediyorum.*Arapların yakılıp yıkılmış kendi ülkelerini talan etmesine, yağmalamasına verip veriştiriyor gazeteler. Çok da haklılar... Bre yağmacı haramiler, bre talancı Bedeviler, hastaneyi bile basıp yağmalamak hangi kitabın hangi suresinde yazıyor?.. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayı kabullenmeyip Arap gibi saç sakal karışık yeşil poturla yaşamaya çalışan tarikat artığı kardeşlerimize ‘‘Alın Araplarınızı başınıza çalın!’’ diye homurdanıyorum. Sonra da hınk diye duruyorum. Aklıma 1955 yılının 6-7 Eylül günleri düşüyor. Sonradan doğanlar ya da 6-7 Eylül'ü unutanlar için anlatayım. Kıbrıs sorununun yeni kızıştırılmaya başladığı günlerde Ekspres adında bir akşam gazetesi, Selanik'te
Atatürk'ün evinin bombalandığını yazdı. Yanlış anımsamıyorsam gazetenin sahibi Adnan Menderes'le bir hayli yakınlığı olan Mithat Perin'di ve
haber yalandı. Haberin çıkmasını bekleyen çevre köy ve kasabalardan getirilmiş ve de gecekondulardan toplanmış bindirilmiş Demokrat Parti kıtaları İstanbul'u talan etmeye başladı. Ne kadar Rum, Ermeni, Yahudi dükkánı varsa yağmalandı. Tabii arada Türk dükkánları da... İnsanlar dövüldü. Talan nedense önlenemedi, iki gün sürdü. Yağmalanan dükkánların gayrimüslim sahiplerine dayakla kelime-i şahadet getirtildi. Hatta bir papazı sünnet edip kesilen parçası alkışlar arasında teşhir edildi. Top top kumaşlar caddelere saçıldı. İstanbullular parke taş yerine kumaşa basıp gezer oldu. Birtakım hırpani vatandaşlarımız üst üste 4 deve tüyü palto giyip kollarına sekizer saat takıp dolanır oldular. Türk Milli Takımı Kaptanımız Lefter'in bile evini bastılar.Sonra da büyük depremin hemen ertesi Anadolu'nun muhtelif kıyı ve köşelerinden talana koşuşturan yağmacı mücahitlerimiz aklıma düşüyor. Yurdun büyük bölümü kan ağlarken ölü evi soymaya tümen tümen gelen babayiğitler... Allah'tan bu kez devlet vardı ve asker bunların enselerine birer şaplak çekip armut gibi toplayıverdi.‘‘Arabın dibi kara, benimki ondan beyaz mı?’’ diye homurdanarak daha keyifli bir haber arıyorum ve buluyorum.*Bizim ‘‘Ben demedimmici’’ Fatih Altaylı Teke Tek-Taka Tuk köşesinde yine ‘‘Ben demedim mi?’’ demiş. ‘‘Ben bu olacakları aylar öncesinden yazmıştım. Yine haklı çıktım. Politika, ekonomi ve sosyal konularda ne dedimse aynısı çıkıyor. Artık dediklerimin bir bir sahici çıkmasından sıkıldım. Acaba, Yasemin'in Yıldız Falı köşesini de ben mi yazsam?.. Ama birtakım kendini bilmez yazar takımı, dediklerime itiraz etme cesareti gösteriyorlar. Ohhaa!.. Yuhhaa!.. Bunlar mutlaka Fener'lidir ve kusurlarına bakılmaz.Yine iddia ediyorum, şimdi diyeceğim de doğru çıkacak ve bu zavallılar bir kere daha şaşkınlıklarından ve hasetlerinden çatlayacaklar. Evet iddia ediyorum; bu aydan sonra MAYIS AYI GELECEK!..’’*Derken Fatih'in yazılarından daha keyifli bir haber buluyorum. ‘‘Elazığ'daki dini grup El Aziz, Necmettin Erbakan'ı mehdi ilan etmiş.’’ Yani Erbakan, kıyametten önce insanlığı kurtaracak olan Allah'ın gönderdiği büyük kurtarıcı!.. Can baş üstüne, zaten biz de yıllardır ‘‘Kurtar bizi babaa!..’’ diye feryat etmekteyiz.Ama ortada biraz karışık bir durum var. Uluslararası mehdilerimizden Hasan Mezarcı da Almanya'da mehdiliğini ilan etmişti. Bizde her şeyin bir hakikisi ve özü vardır. Örneğin İskender Kebapçısı ile Hakiki İskender Kebapçısı... Koç Turizm ile Öz Koç Turizm gibi... Şimdi bu mehdilerden hangisinin öz mehdi olduğunu nasıl anlayacağız?..Bence, Tezveren Baba Türbesi'nin bahçesinde karakucak kapışsınlar. Tuş yapan öz mehdi ilan edilsin. Gerçi biraz haksızlık olacak, Hasan Mezarcı Erbakan'a göre sinek sıklet kalıyor. Yine de ben olsam Erbakan'a banko oynarım.*Cennet vatanımızın başına ne türlü bela gelmişse bölücüler yüzünden gelmiştir. Sağcı-solcu, Türkçü-Kürtçü, Fenerli-Galatasaraylı bölücüler yüzünden az çekmedik. Şimdi de başımıza mırnavcılarla-havhavcılar çıktı. Üstelik bu bölücülüğün yatağı da maalesef Hürriyet Gazetesi!.. Sayfa sayfa kedi, köpek röportajları ve fotoğrafları yetmiyormuş gibi Bekir'in itini de köşe yazarı yaptılar. PAKO YAZIYOR'muş pöh!.. Eğer bu gripten sağ salim kurtulursam ilk işim KOKO YAZIYOR diye bir köşe açmak olacak. Koko, benim fındık faresinin adı. Kedi, köpek köşesi var da fare köşesi niye yok?.. Koko'nun başı kel mi ve bu zulüm adalete sığar mı?.. Koko'nun ilk köşe yazısı şöyle olacak:‘‘Zavallı midem açlıktan sırtıma yapıştı. Geçen gün saatlerce uğraştım, dişlerimle Kamil Bey'lerin mutfak duvarında bir delik açtım. Kamil Bey memur. Mutfağına düştüm başım yarıldı. İnsan farelerden utanır da bir ekmek lokması, bir peynir kırıntısı bırakır be!.. Zaten artık bir şey pişirmedikleri için mutfağı odunluk olarak kullanıyorlar. Sürüne sürüne tam deliğime dönerken Kamil Beyler'in kedisi Sarman'la burun buruna gelmeyeyim mi?.. Herif, patisiyle bana iki pat pat yapıp yüzünü buruşturdu ve 'Pis hamamböcekleri!' diye söylenerek gitti. Allahım, açlıktan evrim geçirip hamamböceğine dönüşmüşüz de haberim olmamış.Heey Tayyip Bey, Kamil Bey'e 3-5 kuruş zam yapmazsan önce pireye dönüşüp sonra da yok olacağız. Ekolojik denge bozulacak. Ya da benim farelik tayinimi Albayraklar Şirketi'nden birinin evine çıkar.’’*EN SON VASİYETİM:Hürriyet Gazetesi, pazar günleri 1-2 milyon basar. Diğer günler ise 5-10 zor satar. Nedenini tabii hemen anladınız. Ama ben yine alçakgönüllülükle söyleyeyim; çünkü pazar günleri ben yazıyorum. Gösterdiğiniz bu ilgiye teşekkür ederim. Fakat sizin ilginiz ve sevginiz yüzünden yıllanmış birçok arkadaşıma karşı mahcup duruma düşüyorum. Zaten onların da bana karşı olan tavırları değişmeye başladı. Bekir Coşkun beni görünce, ‘‘Hırr, hav!’’ diye homurdanıyor. Emin Çölaşan'ın mavi gözleri bana bakarken morarıyor. Ertuğrul Özkök ise beni ha babam Bağdat'a röportaj yapmaya göndermeye çalışıyor.Size son tavsiyem, lütfen pazar dışındaki günlerde de arada bir Hürriyet alın. Vallahi çocuklar da fena yazmıyorlar. Ekmekleriyle oynamayalım.Önemli Not:Bundan sonraki e-mail adresim: huysuzihtiyar@hurriyet.com.tr'dir. Nedenini haftaya anlatırım. (Abdülkadir, boynun altında kalsın. Bu belayı başıma sen çıkardın!)
button