Güncelleme Tarihi:
Çizgi roman uyarlaması üzerinden İran’a ‘ayar verme’ çabasının da bir ifadesi olarak ele alınabilecek ‘300 Spartalı’nın öykü anlamında olmasa da stil açısından bir tür devamı niteliğindeki ‘300: Bir İmparatorluğun Yükselişi’ (‘300: Rise of an Empire’), ilk adıma benzer bir refleksle karşımıza çıkıyor. Hikâye, “Leonidas ve arkadaşları, Pers Kralı Zerkes’e karşı mücadele edip Termofil Savaşı’nda ‘destan’ yazarlarken bir anlamda ‘Öte yandan’ ya da ‘Aynı anda’ Atina çevresinde neler oluyor?”un peşine düşüyor.
Peki neler oluyormuş? Hemen aktaralım: Atina’nın savunmasını üstlenen general Temistokles, ‘istilacı’ Pers güçlerine karşı koyarken zorlanıyor. Kişisel bir intikam peşindeki düşman donanmasının başında bulunan Artemis, Temistoklis’ten saf değiştirmesini istiyor. ‘Kadın komutan’ bu konuda ret cevabı alırken Temistokles de tek çare olarak gördüğü bütün bir Yunanistan’ın birleşmesi için çabalıyor…
Frank Miller’ın çizgi romanından uyarlanan 2007 tarihli ‘300 Spartalı’, görsel açıdan son derece etkileyici post-modern bir aksiyon filmi olarak dikkat çekerken senaryo ‘Medeniyetler çatışması’ denkleminde Doğuluları cahil ve barbar, Batı’yı ise özgürlükçü ve demokrat gösteriyordu (ki naçizane filme ilişkin eleştiri yazımın başlığı ‘Orantısız medeniyet kullanımı’ydı). Bu ırkçılık soslu tavır İranlıları da rencide etmiş ve Pers uygarlığının mirasçıları, filme ilişkin “Bizi vahşi ve cahil gösteriyor” açıklamasında bulunmuştu. Filmin altını ısrarla çizdiği şeylerden biri de Spartalıları, ‘Ari ırk’ın temsilcisi gibi sunmak ve sürekli güçlü, kuvvetli olmak, ayakta kalkmak gibi klasik ‘Erkek ideolojisi’nin yücelttiği değerlere atıflarda bulunmaktı. ‘300: Bir İmparatorluğun Yükselişi’ benzer reflekslere sahip bir film. Yine bol bol kaslı testosteron gösterileri, milliyetçiliğe yapılan vurgular, abartılı özgürlük ve demokrasi söylemleri var. Ara not: Açık söylemek gerekirse filmdeki her muharebe öncesi ana karakterlerin attığı hamaset nutukları, bizim spor basınımız tarafından derbi kazanıldıktan sonra dillendirilen “Soyunma odasında şöyle konuşuldu, böyle ant içildi” vs. türü içi boş haberlerin ifadelerini andırıyor.
‘300: Bir İmparatorluğun Yükselişi’nin daha uç noktalara taşındığı yerler ise Artemis’in ‘Makyevelist’ bir tavırla kazanma yolunda her şey mübah mantığının yansıması olarak cinselliğini kullanması, artı ordusunda bir tür ‘İntihar bombacıları’nın bulunması (burada da zamanımızın ‘İslami terör’üne gönderme var elbet). Sözün özü, ‘300 Spartalı’nın gördüğü ilgiyi, yedi yıl sonra yeni bir kazanç kapısına dördürme niyetindeki ‘300: İmparatorluğun Yükselişi’, ilk filmin ideolojik anlamda yeni bir tekrarından öteye gidemezken içerik açısından da izleyicisine son derece zorlama bir senaryoyla yola çıkılmanın sıkıntılarını yaşatıyor. Belki de filmi en iyi anlatacak şey, perdeyi her daim kaplayan kanlı görüntüler ve şiddetin cılkını çıkarma çabası… Ağır çekimlerle süslenmiş bilgisayar destekli abartılı aksiyon sahneleri bir noktadan sonra tat vermiyor, hatta sıkıyor.
Zarif bir ‘Zeyna’
Oyunculuklar açısından ise filmi ‘Zeyna’ gibi takılan ama estetik özellikleri açısından bu role pek de oturmamış görünen Eva Green sürüklüyor. Fransız oyuncu ailse Yunanlılar tarafından yok edilmiş, kendisi de tacize uğramış Yunan kökenli Artemis’te ‘Hoş bir sada’ olmanın ötesine gidemiyor. Keza Temistokles’de Avustralyalı aktör Sullivan Stapleton da bir Gerald Butler tadı vermiyor. Tanrı-kral Zerkes’te Rodrigo Santoro, Kraliçe Gorgo’da Lena Headey ve Dillos’taki David Wenham zaten ‘300 Spartalı’dan tanıdık isimler…
Bir başka ilginç not: ‘300 Spartalı’ Zack Synder imzasını taşıyordu, bu kez kamera arkasına İsrailli yönetmen Noam Murro geçmiş, ki bu tercih de ‘manidar’ bulunabilir!..
Son olarak ‘300 Spartalı’ ve ‘300: Bir İmparatorluğun Yükselişi’nin bende bıraktığı asıl tortu şuydu: İki film de Yunanlıların tarihsel açıdan ‘savunmacı’ kimliklerine vurgu yapıyor. Malum, torunlar Euro 2004’te kendilerince ‘tarih’ yazarken, şampiyonluğa herkes tarafından eleştirilen ‘Savunma futbolu’yla uzanmıştı. Bu filmlerin ardından Otto Rehhagel’in (ki ona da ‘Rehhakles’ diyorlardı) takımının, aslında damarlarındaki defansif genlerle hareket ettiğine inanır oldum.
**
Silsile:
Aç sınıfın laneti…
Birbirlerinden gizlisi saklısı olan burjuvalar ve onların meselelerine, istemeden ortak olma durumunda kalan aç sınıfın laneti… ‘Silsile’yi sanırım kısaca böyle özetlemek gerekiyor. ‘Çok Film Hareketler Bunlar’ ve ‘Sen Kimsin’ gibi komedileriyle tanıdığımız yönetmen Ozan Açıktan bu kez farklı sulara açılmış. Cem Akaş, Faruk Özerten ve Ozan Açıktan’ın ortak imzasını taşıyan senaryodan çekilen yapımda, ortak iş yapan iki eski dost ve bu dostluğun gölgesinde biten yine eski bir ilişkinin yeniden alevlenmesiyle yaşananlar anlatılıyor. Cenk, Amerika’dan yeni dönmüştür. Eski arkadaşı Faruk’la ortak bir projenin içindedir. Eski sevgilisi Ece d, Faruk’la evlenmek üzeredir. Ece, Cenk’in yanına gelir, tam birlikte olacakları esnada mekânda başkalarının olduğunu fark ederler. Tanıklardan biri kaçar, diğeri çıkan arbedede hastanelik olur ve işin seyri değişir…
‘Silsile’ sürekli durumların değiştiği, dar mekânlarda geçen ve daha çok atmosferin hâkim olduğu ve buna bağlı karakterler arasındaki psikolojik öğelerin öne çıktığı yapımlardan biri olmuş. Ortada temiz bir işçilik var; istenilen gerilim yer yer sağlanmış, bahsettiğim psikolojik öğelerin öyküye yedirilmesi konusunda da ortalama tutturulmuş; kuşkusuz daha iyi olabilirdi ama en azından Açıktan adına, “Şu ana kadar en iyi çalışması” diyebiliriz. Oyunculuklara gelince üç ana karakteri Tardu Flordun (Faruk), İlker Kaleli (Cenk) ve Nehir Erdoğan (Ece) canlandırıyor. Üçlü içinde bence en etkileyici performans açık ara Flordun’dan geliyor. Ayrıca en son ‘Kusursuzlar’da karşımıza gelen Esra Besen Bilgin de avukat Merve’de son derece başarılı Namı diğer ‘Hoop İsmail Abi’nin hakkını yemeyelim, Serkan Keskin de burjuvaların alt sınıfla ilişkisini kuran Cihan’da keza kalitesini gösteriyor. Lakin ben en çok ara karakterlerden hastane polisinde Hilmi Özçelik’in ortaya koyduğu kısa ama inandırıcı ve etkileyici kompozisyonu beğendim.
Bir noktadan sonra hafiften ‘Barda’yla ‘uzak akrabalık’ ilişkisine giren ‘Silsile’, psikolojik gerilim arayanlara tavsiye olunur.
**
Sınırsızlar Kulübü:
‘Sert erkekler’ de dans eder!
Asıl gelirini rodeo yaparak elde eden elektrik teknisyeni, ‘Sert kovboy’ Ron Woodroof, AIDS olduğunu ve 30 günlük bir ömrü kaldığını öğrenir. Tedavisi için kendisine önerilen AZT adlı ilacın pek bir işe yaramadığını anlayan, hastanede tanıdığı trans Rayon’la birlikte hem alternatif ilaçlar peşine düşer hem de bu ilaçları yasadışı yollarla ülkeye sokup kısa sürede para pul sahibi olmaya başlar.
“Önemli olan ‘Amerikan rüyası’nı bir şekilde gerçekleştirmektir” düsturunu farklı bir öykü üzerinden hatırlatan ‘Sınırsızlar Kulubü’ (Dallas Buyers Club’), gerçek bir öyküden sinemaya uyarlanmış. Lakin bu gerçekliğin belli bir noktaya kadar sürdüğü ve filmin rotasını kendi kurgu düzlemi üzerinden yeniden belirlediği iddia edildi. Ve fakat bunlar bence ayrıntılardan öteye gitmiyor, bir tür esinlenme diyelim ve Kanada kökenli Jean-Marc Vallee’nin imzasını taşıyan yapıma bu gözle bakalım derim.
Zaten film öyküsünden çok oyuncu performansları dikkat çekti. Nitekim Ron’u canlandıran Matthew McConaughey geçen hafta ‘En iyi erkek oyuncu’ dalında Oscar kazandı. Keza trans Rayon’da karşımıza gelen Jared leto da ‘En iyi yardımcı erkek oyuncu’nun galibi oldu. Her iki isim de etkileyici oyunculuk gösterilerine soyunmuştu. Üstelik Akademi bu türden ruhen acılı, oyuncusuna da fiziki bir farklılık getiren ve “Bakın bu rol için şunları şunları yaptı” dedirtebilecek tiplemeleri sever, nitekim bu sevgisini oyuncuları ödüllendirerek gösterdi.
‘Sınırsızlar Kulübü’ne gelince belki çok çok önemli bir yapım değil ama oyunculukları ve değişik konusuyla ilgiyi hak ediyor diyebiliriz…
Sine-Anket
Onur Saylak (Oyuncu)
Hayatında izlediğin ilk film?
‘İlk Kan’ (Rambo). Yıl 1982, babam götürmüştü.
Son film?
‘La grande bellezza’
Hayatının filmi?
‘Otomatik Portakal’. Ankara’da okurken Kızılırmak Sineması bölünüp küçük saloncuklara ayrılmadan önce kocaman bir salonda izlemiştim.
Hayatın filme çekilseydi seni kimin canlandırmasını isterdin?
Bu zor oldu şimdi! Gençliğimi Michael Fassbender, yaşlılığımı da Sean Penn canlandırsın isterdim.
Sinema tarihinde kimle karşılıklı oynamayı düşlerdin?
Charlie Chaplin ve Peter Sellers’la.