25 soruda barış zamanı

Güncelleme Tarihi:

25 soruda barış zamanı
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2013 09:49

Türkiye yeni bir döneme girdi. 21 Mart’ta Öcalan, Diyarbakır’da okunan mektubuyla PKK’ya “Çekilin” dedi. Gazetecilerden stratejistlere, hukukçulardan araştırmacılara barışa giden yolu sorduk.

Haberin Devamı

Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta verdiği en önemli mesaj neydi?

“Bugün yeni bir dönem
başlıyor. Silahlı direniş sürecinden,
demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
Artık silahlar sussun, siyaset konuşsun
noktasına geldik. Silahlı unsurlar sınır
dışına çekilsin. Bu davaya inanan herkesin
sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar
gözeteceğine inanıyorum. Zaman çatışma
değil, kucaklaşma, helalleşme zamanıdır.”

02.

Sınır ötesine çekilme nasıl olacak?

Metehan Demir: Öyle törenli bir çekilme
beklenmesin. Bunun günü
ve saati önceden bildirilen
randevular şeklinde
yapılacağını hiç sanmam.
Hatta PKK üyelerinin
ülkeden çıkışı
başlamış bile
olabilir.

Ümit Fırat: Bu
noktadan
itibaren
çekilmenin nasıl düzenlenebileceği ve
güvenlikli koşulların yaratılması, devlet
adına görevlendirilmiş ilgililer, Öcalan
ve Kandil’dekiler arasında yapılabilecek
temaslar sonucu bir formül bulunup
uygulanabileceğini sanıyorum.

03.

Haberin Devamı

Çekilmeler sürerken siyasi süreç nasıl işleyecek?

Metehan Demir: Öcalan’la
görüşmeler sürecek. Bu aslında, sadece
Öcalan’la değil Kandil, örgütün Avrupa
kanadı ve MİT arasında süren bir
müzakereler zinciri. Zaten bu görüşmeler
sürmezse sıkıntı var demektir. İmralı
ziyaretlerinin de süreceğini tahmin
ediyorum. Yazın herhangi bir eylem
olmazsa çok olumlu adımlar atılacağı
kanaatindeyim. BDP ise bu sürecin
çatışmadan siyasete doğru çekilmesinde
vazgeçilmez aktörlerden biri. Ve
müzakereler sırasında muhtemelen de
böyle kalmaya devam edecek.

04.

TSK sürece nasıl bakıyor, operasyonlar tamamen sona erecek mi?

Metehan Demir: Bu iş artık
MİT’iyle, TSK’sıyla tamamen
Başbakan’ın koordinasyonunda yürüyor.
Bu sebeple TSK’dan bir açıklama gelmez.
Askeri operasyon söz konusu olamaz.
Bir emir almadan operasyon yapmazlar.
Ayrıca bu ortamda hiç kimsenin artık
“Bilgim dışında. Haberim yoktu” diyeceği
operasyon ya da eylemler de olamaz. Bu
hem TSK hem PKK tarafı için geçerli.

05.

PKK’nın yönetici kadrosu ne olacak?

Cengiz Çandar: PKK’nın yönetici
kadrosu, PJAK’ın da yönetici
kadrosu konumunda bulunduğuna göre,
bunların bir ‘üçüncü ülke’ye gitmelerini
de beklememek gerekir.

Haberin Devamı

Ümit Fırat: Bu süreçte PKK siyasi
varlığını sürdüreceğine göre,
yönetici kadro da profesyonel olarak
faaliyetlerine devam edecektir. Çok
kısa bir süre içerisinde bir genel af
beklentim olmadığı için, sanırım
isimleri çok öne çıkan bir bölümü Irak
Kürdistanı’nda yaşayabilir, daha az
bilinen veya fazla öne çıkmamış olan
yöneticilerden bazıları da Batı Avrupa
ülkelerinde yaşamlarını sürdürebilirler.
Başbakan da bu yönde bir engel
çıkarmayacaklarını belirtti.

06.

KCK tutukluları ne olacak, bir genel af söz konusu olabilir mi?

Taha Akyol: KCK için özel
af çıkarılamaz. Silahlar tamamen
bırakılmadan böyle bir af da olmaz.
Genel affa gelince; çok sonra, silah
tamamen aradan çıkar, ülke genelinde
‘sorun çözüldü’ havası hâkim olur, o
zaman…

Haberin Devamı

Metehan Demir: Genel af konusunda
beklentisi olan kesimler var. Abdullah
Öcalan’ın serbest kalması talebini
bile gündeme getirenler var. Bunu
konuşmak için çok erken olduğunu
düşünüyorum. En az bir altı ay herkes
eylemsizliğin nasıl sürdüğüne bakacak.
Bundan sonra belki genel af konusu
yeniden ele alınabilir.

07.

Nevruz’da bir kez daha Abdullah
Öcalan’a özgürlük talepleri
dillendirildi. Sürecin sonunda Öcalan’ın
durumu ne olur?


Ümit Fırat: Eğer bir aksilik olmaz da
süreç hedeflenen şekilde normal bir
seyir izlerse, elbette Abdullah Öcalan
da bugünkü koşullarında tutulmaz.
Göreceli bir iyileştirme ve uygun bir
süreçle birlikte özgürlüğüne kavuşabilir.

08.

Oslo görüşmeleri, ana dilde eğitim, Kürtçe
TV vs... 30 yıllık silahlı mücadelenin bitme
noktasına gelmesinde ne etkili oldu?


Haberin Devamı

Muhsin Kızılkaya: Öcalan 1999’da
yakalandığında, silahlı mücadelenin
bittiğini gördü. Komutanı esir düşmüş
bir ordunun devrimci halk savaşı
vermesinin mümkün olmayacağını gördü.
Bu nedenle ‘Demokratik Cumhuriyet’
tezini ortaya attı. Bu, silahlı yöntemlerle
değil, anayasal reformlarla olacaktı.
Bunu hem kendi örgütüne hem devlete
anlatmakta güçlük çekti. Örgüt ısrarla ve
Öcalan’a rağmen bu işi başarabileceğini
söyledi kendisine. 2004’te yeniden silahlı
mücadeleye başladılar. Bugüne kadar
bu işin mümkün olmayacağı, kendileri
tarafından da görüldü. Öcalan, daha
önce ileri sürdüğü bağımsız bir devlet
kurma talebinden vazgeçince de silahlı
mücadele anlamını yitirdi.

09.

Haberin Devamı

İmralı süreci başkanlık meselesiyle
ilişkilendirilebilir mi?


Sedat Ergin: (19 Mart 2013
tarihli yazısından alınmıştır) Erdoğan’ın
TBMM’de başkanlık modeline ilişkin
hamlesini yapmasıyla İmralı’da Öcalan
ile müzakereleri yeniden başlatma
inisiyatifini sergilemesinin zamanlama
olarak önemli ölçüde örtüştüğünü
söylemek mümkündür. Erdoğan’ın
bu hamleleri yaparken yaklaşan bir
cumhurbaşkanlığı seçimi takviminde
attığı adımların birbirlerine muhtemel
etkilerini görmemesi düşünülemez.
En azından, başkanlık önerisini
referanduma götürebilme şartı olan
330 milletvekili sayısına ulaşabilmek
için TBMM’de ‘birileri’nin desteğine
ihtiyaç duyacağını çok iyi biliyordu
Erdoğan. Milliyet’te yayımlanan İmralı
tutanaklarında Öcalan’ın “Başkanlık
sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in
başkanlığını destekleriz” dediğinin ortaya
çıkması, ardından BDP Eşbaşkanı Gültan
Kışanak’ın yeni anayasada AK Parti ile
başkanlığın görüşülebileceğini söylemesi
yan yana getirildiğinde, Erdoğan’ın
başkanlık hedefine ulaşma stratejisi ile
İmralı süreci arasında açık bir bağlantı
açıkça tesis edilmiştir. Sonuçta, yeni
anayasada hükümetin Kürt sorununun
çözümü yönünde ileri düzenlemeler
getirmesi, bunun karşılığında BDP’nin
de geniş başkanlık yetkilerine olurunu
bildirmesine dayanan bir “ver-al” pazarlığı
olasılığı, Türkiye’de siyasetin gündemini
en çok meşgul eden konulardan biridir.

10.

PKK içinde bu sürece çekinceli
yaklaşan grupların yeniden eylem
düzenleme olasılığı var mı? Örgütte
bölünmeler yaşanır mı?

Ümit Fırat: Sahiplenilmeyen veya
kabahati karşı tarafa yüklenebilecek
bazı eylemler olabilir. Ancak PKK tipi
otoriter yapılarda kolay kolay bölünme
olmaz. Tam bir itaat de beklemiyorum
ama itirazlarını veya itaatsizliklerini açık
olarak ilan etmeyi göze alamazlar, çünkü
bu noktada tasfiye edilebilirler.

Metehan Demir: İhtiyatlı bir süreç
bizi bekliyor. Kafalarda bazı sorular
olacaktır bu süreçte. Varoluş sebebini
çatışma ortamına dayandıran, bundan
menfaat sağlayan silah kartelleri, bazı
yerel oluşumlar da söz konusu. Bunlar
yeni süreci baltalamaya çalışacaktır
elbette. Provokasyonlar da olacaktır.
Burada karşımıza sekiz farklı yol bile
çıkabilir. Burada kontağı kapatıp arabayı
durdurmak zorunda bile kalabiliriz.

11.

Öcalan’ın açıklamaları Kuzey Irak’ta
nasıl yankılandı? Bölgesel Kürt
yönetimi son gelişmelere nasıl bakıyor?

Ümit Fırat: Otonom Kürt yönetiminin bu
gelişmelerden memnuniyet duyduğunu
biliyoruz. Türkiye’de bir Türk-Kürt
çatışmasının kendi yaşamları ve
gelecekleri açısından sıkıntı doğurduğunu;
Türkiye’nin demokratikleşmesine;
Türkiye ile dostluk ilişkilerine çok önem
verdiklerini her vesileyle ifade ettiler.
Bu neden veya nedenlerle sürecin perde
arkasında aktif olarak rol aldıklarını
düşünüyorum.

12.

İran’da PJAK, Suriye’de PYD’liler bu
barış sürecinden nasıl etkilenecek?


Cengiz Çandar: PYD’nin konumu
Öcalan ile yürütülecek görüşmelerin
seyrinden ve sonucundan birebir
etkilenmeye açık. Türkiye yetkilileriyle
PYD arasında yakında doğrudan temas
kurulursa buna şaşırmamak gerek. PJAK,
Kandil’de konuşlanmış durumda ve bir
buçuk yıldır İran ile ateşkes uyguluyor. PKK’nın Türkiye sınırları dışına
çıkması, bu örgütlerin ‘Suriye sınırları
dışına çıkması’ ya da ‘Kandil’i terk
etmesi’ sonucunu doğurmayacağı gibi,
bulundukları noktada tahkim olmalarına
yol açacağa benziyor.

13.

PKK, Hamas gibi partileşme yoluna gidebilir mi?

Cengiz Çandar: PKK’nın Hamas
gibi partileşmesine gerek yok. PKK
kadroları ve KCK’lıların önemli bölümü
BDP bünyesi içinde politika yapabilirler.
PKK için parti formatı hazır. Tıpkı IRA
için Sinn Fein’in olduğu gibi.

14.

Bu sürece sekte vurmaya çalışan
ülkeler olur mu?


Cengiz Çandar: Barış
süreci, doğru yönde ilerlediği ölçüde,
bölgedeki tüm denklemi altüst edecek
karakteristiklere sahip. Bu sürece sekte
vurmak isteyen ülkeler, başta her yöndeki
komşularımızdaki siyasi aktörler ve bazı
Batılı hatta müttefik ülkeler olmak üzere
hatırı sayılır adetteki ülkeler. Türkiye’nin
yükselmesini, kanatlanıp uçmasını kısa ya
da uzun vadeli çıkarına uygun görmeyen
kim olabilirse, hepsi, süreci sekteye
uğratmak isteyebilir.

15.

ABD bu işten memnun mu? Sürece ön
ayak oldu mu?


Tolga Tanış: Memnun. Bunu
da her düzeyde söylüyor. Niye? Henri
Barkey ile konuşuyoruz. “Amerika’nın
Türkiye’ye yaptığı yardımlara rağmen
Türkler ABD’ye Kürt meselesinde hiçbir
zaman güvenmedi. Irak Savaşı’nı bile
Kürt devleti kurulması için çıkardığımızı
düşündüler. Bunun çözümü, ikili
ilişkilerin de rahatlamasını sağlayacak”
dedi. Bölge istikrarı için Amerika’nın
güçlü bir Türkiye istemesini... PKK’nın
uyuşturucudaki rolünü ekleyin… Her
açıdan memnunlar.
Barkey 1999’da Apo CIA tarafından
Türkiye’ye teslim edildiğinde Amerikan
Dışişleri Bakanlığı’nda politika
planlaması yapıyordu. “Siz mi planladınız
o teslimatı” dedim. “O işi ben olunca
öğrendim. Çok az kişi biliyordu”
dedi. “Sadece istihbarat mı?” dedim.
“İstihbaratın da hepsi değil. Dışişleri
Bakanı, Beyaz Saray’da birkaç kişi...
Hepsi o” dedi. Resmi olarak bir şey
açıklanmadığına göre biz de şimdilik
kesin olarak bilemeyiz. Ama yönetimde
pozisyon üstlenen isimlerden gidersek…
Yine eski bir diplomatla konuşuyoruz.
“Bugün Amerikan yönetiminin en büyük
sorunu, içeride Türkiye konusunda söz sahibi kimse yok” dedi. Şimdi Beyaz
Saray Ortadoğu Masası’nın başına geçen
Phil Gordon’u söyledim. Burun
kıvırdı. “Ben onun da ne özelliği
olduğunu anlamadım” dedi.
Bir ekip var Washington’da.
Barkey de dahil. Yönetimi
Türkiye konusunda çok
acemi buluyorlar. Ama ortada
görünen figürler dışında işin
bir de kimsenin asla vâkıf
olamadığı bir istihbarat kısmı
var ki… 1999’daki Abdullah
Öcalan operasyonu en
canlı sonuçlarıyla orada
duruyorken, işin o kısmını
hep es geçiyorlar…

16.

Peki ABD açıkça dahil
olmak istiyor mu?


Tolga Tanış:
İstemez mi. Kaç kere
bunun mesajı Türkiye’ye
gitti. “Biz de yardım
edelim” dediler. Niye?
Çünkü birincisi… Başarı
şansının yüksek olduğuna
inanıyorlar. Obama’yı
aldığı Barış Nobeli’ni
hak etsin diye de o
fotoğrafa sokmak
için ellerinden
geleni yapıyorlar.
Netanyahu
ve Erdoğan
arasındaki telefon
konuşmasını bile
nasıl pazarladıklarını
gördünüz mü? “Biz
başardık” mesajlarını...
İçinde Obama’nın da
olduğu böyle bir barış,
Amerika’nın dünyadaki
imajına çok güçlü katkı
sağlar. İkincisi de elbette
olayların içinde yer
almak istiyorlar. Ne olup
ne bittiğini bilmek için. Eğer
dahil olurlarsa da işin birkaç
boyutu var. 1993’te Özal ve
Talabani’nin denediği ateşkeste
Amerika’nın rolü eğer barış
sağlanırsa örgütün üst yönetimine
sığınma verecek ülke bulmak
olacaktı. Burada da aynısı olabilir.
Onun ötesinde âkil adam önerisinden
kurulacak hakikat komisyonlarına
adli tıp desteğine birçok yol var. Ancak
Barkey’nin iddiası daha çarpıcı. “İş
silahsızlanma aşamasına gelince, artık 3-4 yıl mı sürer bilmem,
PKK’lılar silahlarını ne Türkiye’ye ne
peşmergeye verecek. Sembolik olarak
Amerikalılara vermeye çalışacak”
dedi. “Neden” dedim. “Savaştığın
kimseye değil, silahını dünyanın
süper gücüne veriyorsun. İzzetinefis
meselesi” dedi. “Niye AB değil de
ABD” dedim. “Çünkü AB kükrese
bile ciddiye alınmıyor. Ayrıca
unutmamak lazım. PKK şimdiye
kadar hiçbir Amerikalı’ya
zarar vermedi. Hep
Amerika’ya bir mesaj
vermeye çalıştı”
dedi.

17.

Amerika’nın
resmen dahli
süreci nasıl
etkiler?


Tolga Tanış: Şartları
olur. Örneğin 1999’da
Apo’yu asılmaması
şartıyla vermişlerdi.
“Ne oldu 1999’da.
Niye çözüme yönelik
adımlar tıkandı”
dedim Barkey’ye.
“Sonra bizde seçim oldu.
Cumhuriyetçiler geldi. 11
Eylül oldu. Irak Savaşı
oldu. Amerika o dönem
çözümü teşvik edecek
politikasını takip ettiremedi.
Ama Al Gore seçilseydi
de Türkiye 2007’ye kadar
buna hazır değildi” dedi.
“Cumhurbaşkanlığı seçimi mi?”
dedim. “Askerlerin yenilgisi”
dedi. “Hükümetin Kuzey Irak’a
açılım yapmak istediğini ama onu
askerlerin önlediğini biliyoruz. Gül
Dışişleri Bakanı’ydı. Neçirvan Barzani
ile görüşecekti İstanbul’da. Yaşar
Büyükanıt o zaman Genelkurmay
Başkanı olarak Washington’a
gelmişti, gazetecilere bağırdı, ‘Eli
kanlı insanlarla görüşmeyiz’
dedi, geziyi durdurdu.” Başa
dönersek. Amerika İmralı’nın
neresinde? Dediğim gibi
devlet arşivlerinin açıklanma
zamanı gelinceye kadar
kimse bilemez. Süreyi
2007’den mi 2013’ten
mi başlatmak lazım,
onun kararını siz verin.

18.

Öcalan metinde neden İslam’a bu kadar
atıfta bulundu?


Sırrı Süreyya Önder: Barışı inşa
etmenin ilk şartı, husumet değil hasenat
dilini öne çıkarmaktır. Toplumun her
bireyi, tarihin önümüze çıkardığı bu önemli
imkânda, kendini bir barış gönüllüsü
olarak hissetmeli ve ortak geleceğimizi
garanti altına almak için katkı sunmalı.
Öcalan, toplumun bütün kesimlerini,
istisnasız her bireyi bu sürece katmak ve
onları sürecin asli öznesi haline getirmek
umuduyla, onun diliyle konuştu, ayrıştırıcı
değil bütünleştirici bir çerçeve ortaya
koydu. Ortak gelecek demek, herkesin
değerlerinin, barış yolunu ören kilometre
taşları olarak kabul görmesi demektir.
Toplumun geniş kesimlerinin hayatında yer
bulan din de bunun parçasıdır. Öcalan, dini
tek unsur olarak değil, onu bütün değerlerle
birlikte eşit bir değer olarak ifade ediyor.
Dağlar, nehirler, halaylar, horonlar ve
zeybekler nasıl bir ortak hayat kurmanın
doğal parçalarıysa din de bu toplumun bir
parçasıdır. Öcalan, mücadelenin “ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı değil,
ezilmişliğe, bilgisizliğe ve haksızlığa karşı”
olduğunu özellikle vurgularken, “Batı’nın
aydınlanmacı ve demokratik” değerlerini
de bu bütünün ayrılmaz parçası olarak
ifade ediyor. Barış sürecinde de insana
ve barışa dair her şey kabulümüz olmalı.
Demokrasi ve eşitliğin gereği de budur.
‘Tarihsellik’ de bunu gerektirir.


Taha Akyol: İmajını yumuşatmak ve
geniş kitlelere seslenebilmek için, Misak-ı
Milli’den bahsetmesi gibi bir tavırdır bu.
AKP tabanı sürece tepki göstermesin diye
de düşünmüş olmalı. Bunu iktidar istemiş
de olabilir.


Hüseyin Gülerce: Zannediyorum,
Milliyet gazetesine sızdırılan zabıtların
bölgede estirdiği olumsuz hava kendisine
iletildi. Biliyorsunuz bu tutanaklarda
Bediüzzaman Said Nursi ve Muhterem
Fethullah Gülen hakkında ileri geri
lafları var. Bölgenin mütedeyyin
büyük çoğunluğu bu ifadelerden büyük
rahatsızlık duydu. Öcalan hatasını telafi
etmeye çalışıyor.

19.

Barış süreci ve Öcalan’ın konuşması
Başbakan’a oyunu arttırır mı?


Hüseyin Gülerce:
Provokasyonlar süreci baltalamazsa ve
teröristler silahlarını bırakıp sınır dışına
çıkarlarsa Başbakan Erdoğan, partisinin
oylarını yüzde 60’lara çıkartacağı gibi
Cumhurbaşkanlığı seçiminde tartışmasız
tek aday kalır.


Tarhan Erdem: Arttıracağı muhakkak.
Halk barış sürecinin başarılı olmasını
istiyor. Başarısız olursa gayet tabii oy
kaybeder ama başarılı olacak. Genel
olarak anlaşma sağlandığı anlaşılıyor.
Dolayısıyla bu sürecin bundan sonra
başarılı olmaması hem bugünkü idare için
hem bütün siyasi kurumlar için hem Kürt
entelektüellerinin katılmış olduğu bazı
gruplar ve Abdullah Öcalan için büyük bir
yıkım olur.


Adil Gür: Vatandaşta sürecin Öcalan
üzerinden yürütülüyor olması nedeniyle
bir kızgınlık var ama AK Parti oylarında
bir çözülmeye, kırılmaya neden olmuş
durumda değil. Bu süreç içerisinde
kamuoyu sorunun Türkiye’nin Misak-ı
Milli sınırları bozulmadan, demokratik
bir şekilde sosyal, kültürel ve buna benzer
haklarla çözüleceği noktasında ikna
olursa AK Parti oylarına zarar vermez
ama sokaktaki vatandaşta “Acaba bunun
ardından başka bir taviz gelecek mi”,
“Türkiye’nin milli birliği bozulur mu”
endişesi hâkim olursa, bu AK Parti için bir
felaket olur.


İhsan Aktaş: Arttırdı bile. Öcalan’la
sürecin son viraja girdiği 40 gün
öncesinde yaptığımız araştırmada AK
Parti’nin oyu yüzde 52.7’ye çıkmıştı.

20.

Terörün Türkiye’ye maliyeti ne?


Erdal Güven: Dünya
Ekonomi Forumu’nun her
yıl yayımladığı Küresel Rekabetçilik
Endeksi’nde ülke bazında ‘terörizmin
iş hayatına etkisi’ de değerlendirilir.
2012–2013 endeksi 144 ülkedeki
yöneticileri kapsıyor. Buna göre ‘huzur
ve güven ortamı’na en yakın ülke 6.73
puanla Slovenya. Türkiye’nin puanı
ise 4.21; bu puan Türkiye’yi 130’uncu
sıraya yerleştiriyor 144 ülke arasında.
Liste tersten okunursa Türkiye terörizm
tehdidinin en fazla etki ettiği 15’inci
ülke. Köksal Toptan 2007’de Meclis
Başkanı’yken, 1983’ten bu yana ‘terörle
mücadeleye 250 milyar dolar kaynak
aktarıldığını’ söylemişti. Son olarak
Bakan Faruk Çelik Eylül 2011’de
PKK terörünün ülkeye maliyetini
400 milyar dolar olarak ifade etti. Bu
zorlu hesaba soyunmuş az sayıdaki
akademisyenden biri Servet Mutlu.
Mutlu’nun araştırmasına göre 1984 ile
2005 yılları arasında terörle mücadelenin
Türkiye’ye maliyeti yaklaşık 64 milyar
dolar. Son yedi yılı kapsamaması bir
yana bu rakamın eksik olduğuna kuşku
yok. Çünkü Mutlu’nun hesaba dahil
etmediği ya da edemediği şu kalemler var:
Terörün yoğunlaştığı Doğu illerinin terör
nedeniyle uğradığı doğrudan ya da dolaylı
zarar, mağdur vatandaşlara
yönelik ödemeler, örtülü
ödenekten yapılan aktarımlar,
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın
harcamaları…

21.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın
Suçla Mücadele Programı
kapsamında yaptığı
araştırmaya göre PKK’nın 500
milyon Euro ile 2.5 milyar dolar
arasında uyuşturucu, kaçakçılık gibi
kaynakları var. Süreç yasadışı
faaliyette bulunanları nasıl
etkileyecek?


Ercan Çitlioğlu:
Terör örgütleri
bir süre sonra
finansman kaynağı
yaratabilmek
için organize
suç örgütleriyle silah, insan ve uyuşturucu
kaçakçılığına yöneldikleri ve bunun
getirisinin cazibesine kapıldıkları için
yozlaşırlar. PKK’nın da bu net ağı içinde
önemli bir rol üstlendiği düşünüldüğünde
marjinal grupların bu tür faaliyetlerini
devam ettirmeyi seçebilecekleri
düşünülebilir. Ancak örgütün koruyucu
kalkanı dışına çıkacak grupların
faaliyetlerini uzun sürelerle devam
ettirmeleri olanaklı değildir.

22.

Yeni anayasada Kürtlük ve Türklük
nasıl tanımlanacak?


Ergun Özbudun: Şu anda
en sakin ihtimal, yeni anayasada etnik
vurgudan yoksun bir vatandaşlık
tanımının yapılmasıdır. Bunu da ‘Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ olarak
ifade ediyoruz. Bu zaten Kürt siyasi
hareketinin belli başlı taleplerinden
biridir. AK Parti’nin de Anayasa
Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu formül,
esas itibariyle bundan farklı değildir.
Bu konuda bir uzlaşma olabilir. Bazı
çevrelerin itirazı olabilir. ‘Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ tabiri, Batı
literatüründe ‘Anayasal Vatandaşlık’
dediğimiz tanımdan farklı değil. Yani
etnik, dinsel vs. bir vurgu içermeyen
bir devlete ve onun anayasal düzenine
sadakat etrafında şekillenen bir bakıma
nötr bir kavram. Bunun kabul edilmesi
ihtimali yüksek. Ben de buna taraftarım.
Bazılarının itiraz ettiği gibi bu Türklük
kavramına bir hakaret, aşağılamak,
küçümsemek değil. Türkiye Cumhuriyeti
Vatandaşlığı nötr bir kavram ve bunun
içinde herkes kendi kimliğini muhafaza
eder, dilediği gibi savunur. Vatana ihanet
gibi takdim edilen durumla alakası yok.

23.

Şehit ve gazi ailelerinin tepkisi ne
olur? Kürt sorununun çözümü Türk
sorunu doğurur mu?


Prof. Dr. Vamık Volkan: Türkiye
komplikasyonlu yas tutan bir ülke oldu.
Bir ülkede komplikasyonlu yas süreci
genelleşmişse, sürecin kendisi barışçıl
tutumlara karşı dirençlerin ortaya
çıkmasına neden olur. Ayrıca, barış olur
fakat toplumun yas süreçlerinin daha
doğal şekilde ifade edilmesi için yollar
bulunmazsa barış sürecinin kendisi baltalanır. ‘Normal’ yas tutma kaybedilen
kişilerin ve şeylerin imajlarını akılda tutup
bu imajlarla meşgul olmak ve en sonunda
bu imajların etkilerini yumuşatmak
demektir. Normal yas tutulamazsa
agresyonlu süreç tekrar ortaya çıkar.

24.

Barış sürecini ne bozar?

Joseph Ralston: Bu, Türkler
ve Kürtlerin çözmesi gereken
bir mesele. Bu adımı memnuniyetle
karşılıyorum ama daha gidecek çok yol
var. Ancak uzun bir yolculuk da her
zaman bir adımla başlamak zorundadır.
Korkarım bundan daha fazlasını söylemek
yapıcı olmaktan uzak olur. Çünkü bu
konuda Türkler ve Kürtlerin yapacakları
yorumlar esastır.


Cengiz Çandar: Barış Süreci’ni karşılıklı
ve daha sonra pişman olunacak hatalardan
başka hiçbir şey bozamaz. Süreç,
içeriden-dışarıdan gelen sabotaj ve
provokasyonlara dayanıklılığını gösterdiği
ölçüde -Paris cinayetinden son Newroz’abozulmaya
karşı bağışıklılığını arttırdı.

25.

Bu süreç tarihe nasıl yazılacak?
İleride ders kitaplarında çocuklara
bugün nasıl anlatılacak?


Taha Akyol: İleride tarih yazacak olanlar
bu sürecin ileriki aşamasını
görmüş olarak tarih
yazacak. Şimdiden
şöyle yazacaklar
denilemez.

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!