2001 Türkiyesi’nden Yahudi portreleri

Güncelleme Tarihi:

2001 Türkiyesi’nden Yahudi portreleri
Oluşturulma Tarihi: Mart 18, 2001 00:00



Haberin Devamı

Süren, değişen ve sürmeyen gelenekleri, cemaat içi tartışmaları, Türklerle ilişkileri, eleştirileri ve aile hikayeleriyle...

MARIO LEVİ / Yazar

Bugün Yahudilik daha iyi yaşanıyor

Toplumlar, kendilerinden ‘‘farklı’’ olanı, hep farklı, dahası bir ‘‘tehdit’’ olarak görür. Azınlıklara yönelik bir ayrımcılığın bu coğrafyada yaşanması kaçınılmazdı.

Yahudiler yıllar boyunca öğretim üyesi olamadılar. Yine de tüm yaşananlara karşı bir hakkı teslim ederek, antisemitizmin bu ülkede, kendini uygar gören bir çok ülkedeki gibi yaşanmadığını söylemem gerekiyor.

Bu bağlamda Türkiye, bir Almanya veya bir Fransa'dan çok daha masumdur. Hatta bu ülkelere verilecek dersleri bile vardır.

CEMAAT MUHAFAZAKAR

Örneğin kırklı yılların karanlığında, üniversitelerinin kapılarını sürgüne giden profesörlere açan devlet de bu devlettir. Bu paradoksu anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bir de halkın yaşadıkları var elbet. O hikayeler benim ve hepimizin hikayeleriydi zaten.

Eğer dindar olmak, dinin gereklerine tümüyle bağlı kalmaksa, Türk Yahudilerin dindar olduklarını söylemek kolay değil. Ancak, yine de bu konuda bir hayli ‘‘muhafazakar’’ olduklarını söyleyebiliriz. Dine uzaktan kalmayı yeğleyenler de var elbet. Ama onları çeken de geleneklerin büyüsü sanırım.

Yahudi-Musevi ayrımı bana son derece anlamsız geliyor. Yahudi sözcüğü yerine Musevi sözcüğünü kullananların daha ‘‘nazik’’ olacaklarına hiç inanmıyorum.

Museviliğin daha çok dinsel bir yan anlamı çağrıştırdığını, Yahudiliğinse bir ‘‘kimliği’’ vurguladığını söyleyebilirim. Bana ikincisi çok daha anlamlı geliyor.

Bugün Yahudilik geçmişe göre çok daha iyi yaşanıyor. Bir çok insanın bu konuya artık kayıtsız kalamadığını gözlemliyorum. Kitaplar yazılıyor, kitaplar okunuyor. Bütün bunları düşündüğümde, geleceğe daha çok inanmak geliyor içimden. Hem bütün bunlar bir yana, farklılıkların doğurduğu acı, Yahudiliğin öylesine ötesinde bir yerde ki...

JAKİ DEBEHAR / Kitap ithalatçısı

Müstakbel eşimden drahoma istemem

Çok koyu dindar aile değiliz. Gelenekleri, bayramları elimizden geldiğince kutluyoruz.

Mesela Cuma akşamları aile yemeklerini aksatmayız. Abim çocukluk arkadaşıyla, aynı cemaatten bir kızla evlendi.

Benim Müslüman kız arkadaşlarım da oldu. Ailemizde, karma evlilik yapan çok. Anneannemin kızkardeşi, Müslümanla evli.

Oğulları Müslüman oldu. Bu yüzden ailede bir bayram enflasyonu yaşanır.

Ailem bugüne kadar Müslüman kız arkadaşlarım olmasına karışmadı, bundan sonrasını bilemem.

Yahudilerde Müslümanlardan farklı olarak kız erkeğe para ya da mal verir.

Bu yardım amaçlıdır. Erkeğe evlenmeden önce yapılan bir jesttir.

Ama bugün, kendi hesabıma evleneceğim kızın ailesinden böyle bir yardım istemem. Bana ters geliyor.

Böyle bir yardım olacaksa, kız tarafı da erkek tarafı da bence eşit katılmalı.

Çevremde bu yardımı almazsam, evlenmeyeceğim diyen erkek yok!

(Jaki, 15 yıl, cemaat takımı Yıldırımspor'da basketbol oynadı. Sonra da futbol. Dünyada dört yılda bir İsrail'de yapılan yahudilerin katıldığı Maccabi Olimpiyatları'na Türkiye adına katıldı.)

Teniste, pingpongda dereceye giren arkadaşlarım oldu. Cemaatimiz, dört yılda bir İsrail’de yapılan bu olimpiyatlara ciddi bir şekilde hazırlanır.

Bizim için de oraya gidip ülkemizi temsil etmek en büyük onurdur.

Türkiye’de ne zaman darbe olsa göç arttı

Daha İsrail kurulmadan (1948), Türkiye'den Filistin'e Yahudi göçü başlamıştı. Ancak asıl göç, İsrail kurulduktan sonra Mayıs 1948'de başladı.

Mayıs-Kasım arasında 4 bin 362 kişi göçettikten sonra, Türk hükümeti göçü durdurdu. Bu, Türkiyeli Yahudiler arasında bir panik yarattı. Pek çok genç, gemilere gizlice binerek Filistin'e gitmeye çalıştılar. Sonunda yeniden göçe izin verildi. Bunun üzerine göçte bir patlama oldu.

1949'da 26 bin Yahudi göçetti. 1950'den önce göçedenler, Türkiye'deki Yahudiler'in en yoksul kesimindendi ve yaş ortalamaları 23.9'du.

Sonra yıllık göç rakamı 1000'in altına düştü. Ancak ne zaman Türkiye'de bir askeri darbe, bir siyasi ya da ekonomik kriz olsa, göç rakamı bir barometre gibi 1000'in üzerine çıkıyordu: Azınlıklara yönelik 6-7 Eylül saldırısından hemen sonra 1956'da 1710, 1957'de 1911, 27 Mayıs'dan sonra 1961'de 1829, Kıbrıs krizinin yaşandığı 1964 ve 1965'te 1247 ve 1087 göçmen. Ekonomik kriz ve darbe dönemi olan 1969, 1970, 1971 ve 1972 yıllarında sırasıyla 2196, 1569, 1043 ve 1068 göçmen. 1979 ve 1980'de kriz ve terör nedeniyle 824 ve 849 göçmen. 1984'ten sonra bir yılda göçedenlerin sayısı 100'ün altına düştü.

SOLİ ÖZEL / Akademisyen

Oğlumun dinine İslam yazdılar

Musevi dediğiniz zaman bir dinin mensubu olarak konuşmuş oluyorsunuz, Yahudi dediğiniz zaman bir etnik grubu kastederek konuşmuş oluyorsunuz. Yahudi kelimesinin daha istiskal tınlamaları taşıyan bir kelime olduğu düşünülürdü. 80'li yıllarda Şalom Gazetesi, genç ve yeni bir ekibin eline geçtikten sonra, bunun üzerine gitti, Yahudi kelimesinin üzerindeki aşağılayıcı olarak kabul edilen anlamın bertaraf edilmesini sağladı. Bence de doğru yaptılar. Dolayısıyla bugün artık Yahudi ya da Musevi demeniz bir şey farketmiyor. Ben Türkçeyi iyi konuşurum. İnsanlar ismimin farklı olduğunu görüp de benim Yahudi olduğumu öğrenince ‘‘Türkçeyi ne kadar iyi konuşuyorsunuz’’ derler. Bu Türklükle Müslümanlığı aynı tutmaktan kaynaklanıyor. Türk olmak onlara göre Müslüman olmayı da gerektiriyor.

Doğrudan aleyhte bir tutumla karşı karşıya gelmedim. Ama lise son sınıftayken 10 Kasım'da Atatürk'le ilgili konuşmayı ben yapmak istediğimde o konuşmanın ben Yahudi olduğum için bana yaptırılmadığını biliyorum. Çok da ağırıma gitmişti. Üstelik bu olay Robert Kolej'de oldu. Kamuda, Devlet Planlama Teşkilatı'nda çalışmak istedim, içerden ‘‘bu isimle gelmesin’’ diye bir cevapla karşılaştım.

Eşkenaz Sefarad AYRIMI

Ağabeyim ve ben hümanist değerlerle büyüdük. Ağabeyim cemaat içi evlilik yaptı. Ben bir Müslüman kadınla evlendim. Bu evlilikten bir oğlum var. Oğlumun nüfus cüzdanında din hanesinin boş bırakılmasını talep etmiştim. Nüfus memuru kendi kafasına göre doldurdu. Üstelik Musevi olduğum halde oğlumun kimliğinin din hanesine İslam yazmış.

Türkiye modernleştikçe, cemaatler de o denli kendilerini açıyorlar, karma evlilikler artıyor. Osmanlı’dan din temelinde birbirinden ayrılmış cemaatler, Türkiye modernleştikçe ve sekülerleştikçe, birbirleriyle medeni düzeyde de ilişkiler kurar hale geldiler. Benim neslimle birlikte cemaat dışı evlenmek, neredeyse vakayı adiye sayılabilecek bir noktada. Dünyada bütün gruplar kendilerini muhafaza edebilmek için karma evliliklere karşı çıkıyor ya da din kendi içinde değişime uğruyor. Mesela ABD'de reform yahudiliği var. Sonradan yahudiliği kabul ediyorlar. Türk Musevileri o anlamda bir ayrışmaya girmedi. Yaşantıya baktığınız zaman, son derece liberal bir din yorumuyla hareket ettiklerini görüyoruz. Bizdeki asıl ayırım Eşkenaz'la Sefarad ayırımı. O da iki değişik kültürden ve iki değişik coğrafi bölgeden gelmenin getirdiği bir farklılaşma.

Antisemitizm anketi

Türkiye tarihinde, Yahudilere karşı toplu kıyımlara rastlanmıyor. Hatta, resmi ifadelere göre, Yahudilerle Türkler çok iyi geçiniyorlar. Ancak bu, toplumda antisemitizm (yahudi ırkına karşı düşmanlık) olmadığı anlamına gelmiyor. İşte son örnek: Adana'da 100 kişilik çok küçük bir Yahudi cemaati var. Kentteki Türk-Yahudi ilişkileri dostane. Buna rağmen, 1997'de Adana'daki lise ve üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırma, önyargıyı ortaya çıkardı. İşte sonuç:

Öğrencilerin yüzde 54'ü, Yahudileri potansiyel tehlike olarak görüyor.

Müslüman olarak Yahudileri reddetmeyelim (yüzde 53).

Yahudiler tarihte pek çok kötülük yaptı (yüzde 71).

Yahudilerin ülkemizi terketmesi bizim için çok iyi olur (yüzde 62).

Anket kapsamında gençlerin önyargılarını ölçmek için bir dizi etnik, toplumsal, siyasal grupla ilgili değerlendirme yapmaları istendiğinde, öğrencilerin, mason, eşcinsel, dinsiz, Yunanlı ve Ermenilerden sonra Yahudileri dışladıkları ortaya çıktı.

Kaynak: İstanbul Mülkiyeliler Vakfı Sosyal Araştırmalar Merkezi

BENO ÇUKRAN / Diş hekimi

Yahudi kadın potansiyel çöpçatandır

Türkiye'deki her Yahudi kadın potansiyel çöpçatandır. Bekar bir genç kız olun, tüm kadınlar size bir erkek bulmakla kendilerini görevli sayarlar. Ondan sonra da anneyle kızlar arasında vukuat yaşanır. Kızlar, kültürlü olmanın vermiş olduğu snobizmle bu çöpçatanlık girişimlerini reddederler.

Bir Müslüman kızla evlenirsen çocuğun nüfus kağıdında Musevi yazar, oysa çocuk dinen Musevi değildir! Haham bu çocuğu sünnet etmez. Oysa 7 günlükken dine göre çocuğun sünnet ettirilmesi gerekir. Aile bir yolunu bulup çocuğu çok küçükken sünnet ettirir. Anneye çok büyük sorumluluk düşüyor. Çocuğu Müslüman olarak mı yoksa Yahudi olarak mı yetiştirecek? Liberal bir aileyse ortalama yol bulunuyor. Çocuk da sonra bir şekilde kendi yolunu buluyor.

Çocuklarımın en samimi arkadaşları Müslüman Türk. Buna tanık olan cemaat insanları beni eleştiriyor. Bir yandan derneğimizde yöneticisin, bir yandan evinde çok farklı yaşam sürdürüyorsun, diyorlar. Kapalı bir kutuda mı yaşayayım? Bence bu asimilasyon değil, entegrasyondur. Bu bir renktir.

Oğlum Müslüman bir kıza aşık olup evlenmek isterse, o zaman bakarız. Çok samimi arkadaşlarımın başına geldi. Her türlü dini kuralın takır takır uygulandığı ailelerin çocukları Müslüman kızlara aşık oldular. Aile ciddi şekilde karıştı. Benim mutluluğum mu önemli? Cemaatin mutluluğu mu? Eğer ben bir Yahudi kızla evlenip, hayatım bana zehir olacaksa, kusura bakmayın, bir Müslüman kızla evlenip, ömür boyu mutlu olmayı tercih ederim!

Problem Yahudi erkeklerin başka dinden kızlarla evlenmesi. Çünkü soy, anneden geçiyor. Muhafazakar Yahudi ailelerinde erkekler Müslüman kızlarla ciddi ilişkiye girmekten kaçınır, kızlarla aralarına set örerler. Türkiye'de Yahudi erkekleri ailelerine çok bağlıdır. Hiçbiri maço değildir. Anaerkil bir toplumdan geldiğimiz için belki de. Yahudi genç kızları da artık aldıkları eğitimi kullanmak istiyor. Evinin kadını olarak evde oturmak istemiyor.

Yaz okullarında çocuklara spor olanağı sunan, arkadaş bağlarını güçlendirmeyi sağlayan derneklerimiz var. Ben de bu derneklerden birinin yönetimindeyim. Bugün, derneklerde 13-14 yaşın üzerinde genç bulmak mümkün değil. Yaşları 14 oldu mu, gençlerin cemaatle ilişkileri kesiliyor. Dışardaki hayat onlara cazip geliyor. Yazın gençleri tanıştırmak için Büyükada ve Burgazada'da büyük partiler düzenlenir. Artık büyükleri bu partilere çekmek çok zorlaştı. Cemaat içi evlilikleri teşvik etmek için çok çaba gösteren bu derneklerin çalışmaları bence artık bir çırpınıştan ibaret.

Bugün Türkiye'deki azınlık vakıflarının durumu şu: Duvara bir çivi çakmak izne tabidir. Azınlık vakfı olduğunuz için mülk edinmeniz yasaktır. Bu cemaat çok büyük bir spor kompleksi yaptırabilir ancak o izin verilmez. Özel Ulus Musevi Lisesi'nin yapılması için izin alınması yıllar sürmüştür. Bu Türkiye'deki entegrasyon sürecinde ufak bir sorun. Böyle bir tesis yapsam, nüfusum 20 binden 30 bine mi çıkacak? Hayır.

AVİ ALKAŞ / Alışveriş merkezi danışmanı

Oğlumun Müslüman kızla evlenmesini istemem

Dindar ve muhafazakar bir aile çocuğu olarak yetiştirildim. Eşimi aynı cemaatten seçtim. Tercihim, oğullarımın da yahudi kızlarla evlenmesi. Çünkü birtakım geleneklerin devam etmesi gerektiğine inanıyorum. Oğlumun nasıl uyuşturucu kullanmasını, homoseksüel olmasını istemiyorsam, bir Müslüman kızla da evlenmesini de istemiyorum. Yahudi olmayan bir anneden doğacak torunlarımın, Yahudilikten kopması gibi bir gerçek ortaya çıkacak. Bu da çok hoşuma gitmiyor. Ama bir Müslüman kıza aşık olursa, bunu saygıyla karşılarım.

Varlık vergisi olgusu, Türkiye'deki Yahudiler'in biraz daha içe kapanmalarına yol açıp, özgür yatırım yapmalarını engelledi. Büyükbabam, yanında çalıştığı patronundan 10 kat fazla varlık vergisi ödemekle cezalandırılmış. O vergiyi ödeyemeyince de Aşkale'ye sürülmüş. Eskiden bu tabuydu, konuşulmazdı. Yeni kuşak bunları konuşuyor artık.

Türkiye'de Yahudi olmanın kimi zaman dezavantajlarını yaşadım. İlkokulda eve dönerken taşlandığımı, lisedeyken ‘‘sen yahudisin para için ananı satarsın’’ dediklerini hatırlıyorum. Askerde adımın dezavantajlarını yaşadım. Avi, Avram'ın kısaltılmışıdır. Arkadaşlarımdan, ‘‘ismin Avram bizden değilsin’’ yaklaşımını görmüş biri olarak, oğullarıma gayrı ihtiyari Emir ve Alp isimlerini verdim.

Annem, babam, çok gelenekçi ve muhafazakardı. Ben öyle değilim. Şabat'ı tutmuyoruz ama mesela oğullarım Cumartesi günleri traş olmaz. (Cumartesi günleri Yahudiler için hiçbir etkinlikte bulunulmaması gereken kutsal bir gündür. Örneğin, otomobil ya da herhangi bir elektronik araç kullanılmaz.) Cuma akşamı yemeği özeldir. Ancak biz bunu çok uzun zamandır yapmıyoruz. Geçenlerde cuma akşamı oğullarımla birlikte Galatasaray maçındaydım!

Bizim cemaatin enteresan bir özelliği var. Amerika'da Yahudiler fanatik, yenilikçi, tutucu, modern olarak gruplara ayrılırken, Türk Yahudi Cemaati bunlardan hiçbirine benzemiyor. Ortodoks bir cemaatiz ama cumartesi günleri sinagoga arabamızla gidiyoruz. Hanımlarla beyleri ayrı oturtabiliyoruz, bir ortodoks Yahudi cemaatinin yapmayacağı açılımları gerçekleştirmişiz.

İshak Alaton / İşadamı

Önce kendimle sonra Türkiye’yle barıştım

Musevi dinsel, Yahudi ırksal kavramlar. Ama hemen hemen herkes, ‘‘Musevi mi desem, Yahudi mi desem’’ tereddütünü yaşar. Hatta yıllar önce, Türkiye'ye ünlü kemancı Yehudi Menuhin geldiğinde gazeteler ‘‘bu adama Yahudi Menuhin demeyelim ayıp olur, Musevi Menuhin diyelim’’ demişler ve başlıklarına Musevi Menuhin yazmışlardı.

Ben bir Protestan'la evlendim. Kızım Leyla Mehmet'le, oğlum Vedat da Protestan bir Hıristiyan'la evlendi. Üç semavi dinin aynı çatı altında olmasından çok mutluyum. Leyla ve Vedat'ın anneleri, çocuklarımızın tek dinle büyümelerini istediği için kendi isteği ile Musevi olmak istedi. Ve çok büyük bir uğraştan sonra Musevi oldu.

Leyla'nın oğlu Eros, her iki tarafın da güzel tarafını yakaladı. Annesi Musevi olduğu için dinsel olarak Musevi, ama Türk kanunlarına göre babası Müslüman olduğu için Müslüman.

Ben ailemde dinsel bir eğitim gördüm. Büyükbabam beni zorla sinagoga götürürdü o yüzden de sinagoga gitmekten hiç hoşlanmadım. Çocuklarıma Museviliği öğreten ben değil, sonradan Musevi olan karımdır.

Varlık vergisi sırasında bütün eşyalarımız mezatta satılmıştı. Annem, kemanını saklaması için Müslüman bir komşumuza verdi. Aylar sonra kemanını almaya gitti ve komşumuz kutu içinde bir keman getirdi. Annem, ‘‘Bu benim kemanım değil’’ dedi. Kemanın arşesi kırıktı. Komşumuz, kemanı ve kutusunu tamir ettirmiş. Bunu hiçbir zaman unutmadım.

Babam biraz agnostik (dini inanç bakımından kuşkucu), 1901 Ankara doğumlu bir Yahudi'ydi. Atatürk'ü tanımış ve ona hayran olmuş biriydi. O kadar hayrandı ki, CHP'ye katıldı. Sonra Şişli örgütüne katıldı ve partizan oldu. Evde İspanyolca konuşmamızı yasakladı, çünkü Atatürk ‘‘Türkçe konuşulacak’’ demişti. Başımıza varlık vergisi felaketi gelince yıkıldı. O kadar büyük bir hayranlıktan o kadar korkunç bir düşüş oldu ki bir daha da kendini toparlayamadı. Babama, ‘‘Herkes bu şoku üzerinden attı ve tekrar zengin oldu. Sen niye silkinmedin’’ diye sitem ettiğimde bana, asla unutmayacağım şu lafı etti: ‘‘Eğer ben devletime ihanet etmiş olsaydım, mahkemeye çıkarır ve ihanet ettiğim için idamımı isterlerdi. Peki devletim bana ihanet ederse ben ne yapacağım?’’ Cevap verememiştim. Varlık vergisini devletin ona ihaneti olarak gördü ve bu küskünlüğü ile de öldü.

ERKEK KARDEŞİM BARIŞMADI

Babamı hem sorguladım, hem suçladım. Evet, başımıza gelen bir felaketti ama her felaketin üstesinden gelinebilirdi. O günlerde, Nietzche'yi okuyordum. O ‘‘Seni öldürmeyen yara, daha kuvvetli kılar’’ der. Babama, ‘‘Bu bir yaraydı ama daha kuvvetli çıkmalıydın’’ dedim ama, o kadar küskündü ki, ‘‘Yok, bu benim kaldırabileceğim bir yara değil’’ dedi. Onun tesirinden ben de yara aldım. Babam Aşkale'ye gitmiş ve onbir ay orada kalmıştı. Döndüğü günün akşamını hatırlıyorum. Eve girdiğinde onu tanımadım. Saçı bembeyazdı. Ancak konuşmaya başlayınca tanıyabildim. Çok zayıflamış, iskelet gibi olmuştu. Bunu hiçbir zaman unutmadım.

Varlık vergisinden sonra, üniversiteye gidemedim. 1948'de askerliğimi yaptım. Gayrimüslüm ilk yedek subay bendim. 1951'de İsveç'e gittim ve kaynakçı olarak çalıştım. Sonra Türkiye'ye döndüm ve şirketi kurdum. Kendimle kavgalıydım. Önce kendimle, sonra Türkiye ile barıştım. Ama erkek kardeşim barışmadı ve İsveç'e yerleşti. Koptuk birbirimizden.

Yahudiler'de ilk erkek çocuğa annenin babasının, ikinci erkek çocuğa da babanınbabasının adı verilir. Ben annemin babası İshak'ın adını aldım. Kardeşim de, babamın babasının adını aldı. Dedemin adı Yom Tov'du ve İbranice anlamı iyi gün demekti. Otuzlu yıllarda bir Fransızca merakı vardı ve İbranice biraz ağır olacağı için kardeşimin adını Fransızca'da ‘‘iyi gün’’ anlamına gelen Bon Jour koydular ve çocuğun hayatını mahvettiler. Üniversiteye kadar hep dalga geçtiler. İsveç'e gittiği zaman ismini değiştirdi ve Jour'u atıp sadece Bon'u kullanmaya başladı.

RIFAT BALİ / Araştırmacı yazar

Musa dininden bir Türk olacaksın!

Türkiye'de Yahudiler değişen konjonktüre göre nerede fırsat varsa, oraya yöneldiler. Oyunun kurallarına uyacaksın. Türk kimliğine, Türk kültürüne asimile olacaksın. Hiçbir şekilde şivenden, adından, soyundan ne olduğunu belli etmeyeceksin. Musa dininden bir Türk olacaksın! Bu bir dönem için geçerliydi. Bunu kabul etmeyenler zaten İsrail'e göç etti. Geride kalanlar bugün ikilem içindeler.

Vitrinin iki yüzü gibi, görünen kısmı asimilasyonu benimsemiş. Diğer yüzü karma evlilik olmasın, kimliklerimizi reddetmeyelim gibi talepler içindeler. Vitrinin önünde zengin, başarılı, girişimcidirler. Vitrinin arkasında fakir Yahudiler'in de olduğu bir gerçek ama itiraf etmekten kaçınırlar. Fakirlik ve dilencilik konuşulmayacak, ayıp sayılan bir şeydir. Kamusal alanda hiç politik gözükmüyor, vitrinin arkasında siyonizmi çocuklarına aşıla, mantığı var. Türkiye tamamen zihniyet değişimi geçirirse, milliyetçi, islamcı uçlar törpülenirse, belki insanlar Yahudiyim, Siyonistim demekten kaçınmazlar.

Tek parti döneminde vatandaş Türkçe konuş kampanyası, özellikle Yahudiler'e uygulandı. Yahudilerin ana dili İbranice'dir. Ama Türkiye'de yaşayanlar Sefarad oldukları için eski İspanyolca'yı, Ladino'yu konuşurlardı. 1923-45 arasında getirilen eleştiri şudur. ‘‘Siz 400 yıl önce İspanya'dan kovuldunuz. Ama hálá sizi kovmuş bir ülkenin dilini konuşmakta ısrar ediyorsunuz. Fransızca tedrisat veren okullara gittiniz, Fransızca öğrendiniz. Türkçe öğrenmediniz.’’ Bu retorikle Türkçe konuş baskısı yapıldı. Türkçe'yi kötü bir şiveyle konuştuğu için karikatürlerin hedefi oldu, alay edildi. O yüzden Ladino bir tarafa atıldı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!