2000 konserin tek imzası: Mustafa Oğuz

Güncelleme Tarihi:

2000 konserin tek imzası: Mustafa Oğuz
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 20, 2002 21:57

Rumeli Hisarı'nda başlayıp, son iki yıldır tamamen Açık Hava Tiyatrosu'na taşınan konserlerin onüçüncüsü salı günü Candan Erçetin'le başlayacak, Teoman'dan Sertap Erener & Fahir Atakoğlu'na, MFÖ'den İstanbul Gelişim & Ajda Pekkan'a, Goran Bregoviç'ten Müslüm Gürses'e pek çok sanatçıyla da devam edecek.

Bu gelenekselleşen konserlerin arkasında, arkalarda kalmayı pek seven biri var: Most Production Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Oğuz. Evet, en yakın dostları ve iş arkadaşları ünlü ve başarılı sanatçılar olsa da arkalarda kalmayı seviyor ama bu konserlerin ve dahi başka yüzlerce konserin mimarı o, ne yapalım. Yüzlerce derken şaka değil, kaba bir hesapla, bugüne kadar 2 binin üzerinde organizasyon yapmış. Hem de sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya'da değil, Kars'ta da, Van'da da. Kuzey Amerika'dan Orta Avrupa'ya pek çok ülkede. Bu rakam yıllara bölündüğünde üç günde bir organizasyon demek oluyor! Çünkü bazen Almanya'da turne varken, Türkiye'de günde üç konser filan oluyor. Hálá merak etmiyor musunuz? O sevimsiz ‘‘organizatör’’ kelimesiyle pek örtüşmüyor ama merak etmeyin, iyi bir işadamı ve yaratıcı olduğu kadar ilginç de bir insan...

17 Ocak 1952'de, İstanbul'un en güzel semti Moda'da doğar; ama hayatının 40 yıla yakın bir bölümü Suadiye Şaşkınbakkal'da geçer. Annesinin, sessiz-sakin, çalışkan büyük oğlu değil, derslerden çok müzikle ve arkadaşlarla ilgilenen haylaz, küçük oğludur elbette. Annesi gibi Erzincan Eğin'den küçük yaşlarda İstanbul'a göçen babası ise önce ‘‘tüccar terzi’’, sonraları Kadıköy'deki Urba Mağazası'nın sahibidir. Bir zamanlar Çiçek Sineması'yla olduğu kadar, sahildeki iskelesiyle de ünlü olan Çınardibi semtinin bitirim delikanlılarından. Grubunun adı Palabıyıklar'dır ki iskele onların adıyla anılmıştır yıllarca. Çocukluklarından bu yana birbirlerinden ayrılmayan Palabıyıklar'dan üç kişi kalmıştır şimdi, biri o, 82 yaşındaki Zeki Oğuz.

Mustafa Oğuz, Palabıyıklar'ın okuduğu Erenköy 38. İlkokul'u bitirir. Ardından ortaokul için Saint Joseph'e girer girmesine ama çıkmak o kadar kolay olmaz! Aslında okumakla problemi yoktur, okuldaki disiplin fazladır. Hadi Uluengin'le birlikte kırar okulu, Kurbağalıdere'de kayıkları birlikte kiralar, sinemaya birlikte gider, ihtarları birlikte alırlar. Eh ortaokulu da birlikte, tam yedi yılda bitirirler! Canım zaten iki yılı hazırlık olmak üzere beş yıldır orta bölüm; orta iki ve üçte de kalınca... Dersler yerine neyle ilgilenmektedir peki? Konser organizasyonuyla, yani bugün kurumsal olarak yaptığı işle! Öyle böyle konserler de değil, Moğollar filan. Ortaokulu bitirir bitirmez Hadi Uluengin Fenerbahçe Lisesi'ne, kendisi de Kalamış Lisesi'ne yollanacak, Enis Batur'lu, Mehmet Altan'lı, Rüstem Batum'lu ‘‘kankırmızı takım’’dan ayrılıp paşa paşa normal lisede okuyacaktır. Eğitimini M.Ü. Fransız Dili ve Edebiyatı'yla tamamlar.

ÖZAL ONU KİM SANDI?

Aslında çocukluğundan itibaren hep turizmcilik vardır kafasında. Ama talebe birliği başkanlığı, müsamereler, müsamerelerde sunuculuk filan derken konser organizatörlüğüne bulaşmıştır bir kere. Yine de hayatının çeşitli dönemlerinde turizmi dener; mesela Sheraton İstanbul'da bellboy'luk, Fındıkzade Anka Oteli'nde gece resepsiyonistliği yapar! Ancak İngilizce'sini ilerletmek üzere İngiltere'ye gittiğinde Melih Kibar'la tanışması asıl işine dönmesini sağlar: O dönem İşte Öyle Birşey'le patlayan Erol Evgin menajer aramaktadır. Her şey ondan sonra çorap söküğü olur. Bu arada, çocukluğundan beri turizmle atbaşı giden başka bir tutkusu da müziktir ya da daha genel anlamda sahnede olmak. Çeşitli dönemlerde gitar çalmaktan sunuculuğa onu da dener; yani sahnenin üstünü ister. Yıllar sonra, özel baskı yaptırarak dostlarına armağan ettiği İlhan Mimaroğlu'nun Müzik Tarihi kitabının kısa önsözünde anlatır bu hazin hikayeyi: ‘‘Benim de bir müzik tarihim var (...) Orkestram bile oldu. Sahne üstünde kalabilmek için hemen her yolu denedim. Olmadı! Şu elinizdeki kitabın sayfaları arasında kıyıda köşede bir sanatçı olarak yeralmayı ne kadar isterdim. Ama bu çok değerli kitabı sunan kişi olmakla yetiniyorum’’ der.

1975-76'da Şan Tiyatrosu'ndaki Timur Selçuk konserlerinin ardından Hisseli Harikalar Kumpanyası'yla Egemen Bostancı girer hayatına. Mazhar Fuat Özkan, Sezen Aksu, en yoğun ve uzun çalıştığı sanatçılardandır. 1984'te Most Production'ı kurar. Nükhet Duru-Timur Selçuk'la Bizim Şarkılarımız, Johnny Logan-Nilüfer-MFÖ ile Müzik Müzik '84, yine MFÖ ile Eurovision maceraları ve sekiz yıl üstüste Eurovision'a katılacak şarkının menajerliği, yurt içi ve dışında sayısız konser, 1989'dan başlayarak Rumeli Hisarı Konserleri, 1991'de Bostancı Gösteri Merkezi'nin açılışı, Muhabbet '92, Altın Mikrofon'u yeniden canlandırma çabaları, televizyonda dizilere yapımcılık ve dahası...

Bunlar arasında Egemen Bostancı adı üzerinde biraz durmak gerekir. O, Mustafa Oğuz'un önüne gazino ortamı dışında bir ufuk açmıştır. Ondan çok şey öğrenir, birlikte çok başarıya imza atarlar ama Turgut Özal'ın yaptığı da iş midir! Yıl 1982. Hisseli Harikalar Kumpanyası tüm hızıyla sürerken ve Semra Hanım gösteriyi haftada beş gece izleyip tüm oyuncuları gece evinde ağırlarken, Turgut Özal da yurt dışında para operasyonları yapmaktadır. Ama her fırsatta o da Kumpanya'nın Ankara Arı Sineması'ndaki kulisindedir. Böyle ahbap olurlar. Günlerden bir gün belediyenin eğlence vergisini yüzde 30'a çıkaracağını öğrenen Oğuz, Turgut Özal'ı arar. ‘‘Hemen atlayıp gelsin’’ çağrısıyla makamına gider. Konuyu dinledikten sonra, ‘‘tamam ben yemekten sonra maliyecilerle toplantı yapacağım, sen de gel anlat’’ diyen Özal, Semra Hanım'a ne yemek olduğunu sorarak eve gider. Toplantı için yeniden buluşup salona girdiklerinde hepsi birden ayağa kalkan 60 maliyeciye de Oğuz'u şöyle tanıtır: ‘‘Egemen Bostancı!’’ O anda Özal'ı düzeltemeyen, biri tanırsa diye de ecel terleri döken Oğuz, Özal'ın Egemen Bostancı'yı Mustafa Oğuz'un ‘‘sahne ismi’’ sandığını sonradan öğrenecektir!

Bir es de Rumeli Hisarı Konserleri için gerekir: O mekana eskiden beri hayrandır. İlk organizasyonunu 1983'te Timur Selçuk'la yapmıştır. Ondan sonra her yıl başvurup, ancak 1989'da alabilmiştir. Ancak yıllarca çok ilgi gören konserler, aynı mekanda, gazete ilanından logosuna tamamen taklit edilerek tekrarlandığı için iki yıl önce Açık Hava Tiyatrosu'na taşınır. Zaman içinde güvenliği, ses düzeni, bilet satışı ve temizliğiyle sektör haline gelen bir kurum olarak. Bu yan şirketlerin kurulmasında katkısı çoktur. O da bu arada, ancak 1990'ların başında kurumsallaşmaya başlayabilir ve babasını ‘‘doğru dürüst’’ bir iş yaptığı konusunda ancak ikna edebilir. Şimdi Most'un çekirdek kadrosu 11 kişidir ama her organizasyonda, beraber çalıştığı şirketlerle bir ordu olur.

DETAYLAR YUMAĞI

İşinde bir ‘‘titizlik abidesi’’, ‘‘detaylar yumağı’’dır Meral Okay'a göre. Uğraştığı detaylara baştan gülüp geçenler, sonradan çok şey öğrendiklerini görürler. Şener Şen ise iyi anlaşmalarını, iş konusundaki dikkat, özen ve sözünde durma özelliklerine ikisinin de sahip olmasına bağlar. Bu, yaptıkları pek çok işte mukaveleye gerek duymamalarından da anlaşılır. O alışılmış, eski tip organizatör kavramının dışındadır; sözünü tutar, sözlerin de tutulmasını ister! Sanatçılarla arası hep iyidir. Adları üstünde sanatçı oldukları için onlardan gelen talepleri hep nezaketle karşılar. Ama nadir de olsa bazıları vardır ki, böyle araya girer: 1980'lerin sonları. İranlı ve Türk sanatçılar Frankfurt'ta konser verecek. İran'dan afiş gelir, sol başta İranlı, sağ başta Türk sanatçının fotoğrafı ve Arapça yazılar. Bizim sanatçı, ‘‘Vay’’ der, ‘‘Niye benim resmim solda değil de sağda!’’ Buna ne cevap verilir? Oğuz durumu şöyle kontrol altına alır: ‘‘Bu Arapça. Arapça'da yazılar sağdan yazılır. O yüzden senin resmin sağda.’’ Bizim star anında ikna olur!

O BİR KEYİF ADAMI

Ama sadece işinde değil, özel hayatında da detaycı, takipçi, dikkatlidir. Pek göstermiyor gibi görünüp aslında çok gösterir ki duygusaldır. İnsanın bir yerde -sadece işinde, aile ya da sosyal hayatında- başarılı olmasını anlamsız bulur, hayatta hepsine tutunmalıdır. O tutunur; arkadaşlarıyla, onlarla iki ara bir dere yaptığı programlarla, sürprizlerle, sonu gelmez sohbetlerle varolur. Gurmelik düzeyinde yemekle ilgilidir; yenecek iyi bir şey varsa kilometrelerce gitmekten imtina etmez. Aynı zamanda evinde dostlarını ağırlar; onlara sürpriz yemekler ve içkiler sunar, ki sürpriz bazen nar suyundan yapılmış kırmızı, portakal suyundan yapılmış sarı buzlar eşliğinde olabilir. ‘‘Keyif adamı’’ lakabı boşuna değildir. Zaten işlerini de genellikle arkadaşlarıyla yapar. Ama iş yaparken arkadaş olmaz, önce arkadaş olur, iş sonra gelir. Kendini böyle daha güvende hisseder belki. Arkadaşları da kolay insanlar değildir ama onun da huysuz olmadığını kimse söyleyemez.

Onca farklı türden konser düzenlemesine rağmen, kendisi tedavi edilemez bir şanson hastasıdır. Çıldırtıcı iş temposundan, Istıranca Dağları'ndaki Podima'ya ya da tekneyle denize kaçarak kurtulur. Doğa, sıkıştığı yerde çözümleri çağrıştırır ona.

Bu arada ciddi bir viskisever; Johnnie Walker black label'in Türkiye'deki büyükelçisidir. Bu konuda seminer vermişliği vardır. Bunca meşhur insanla birarada olup kendi geri planda kalmayı nasıl başarır peki? ‘‘Ben anlamıyorum meşhur olmak için para harcayanları. Çünkü ünlü olmak öyle saçma ve kötü bir şey ki. Acıyorum onlara, sokakta yürüyemiyorlar, kafalarına eseni yapamıyorlar. İnsanların buna özenmesine hayret ediyorum’’ der.

O İkinci Bahar'dan sonra bu yıl yine aynı ekiple yapımcılığını üstleneceği iki televizyon dizisi, Yavuz Turgul'un yeni sinema projesi, hayalini kurduğu müzikal, yaratıcı çalışmalar için Arnavutköy'de yeni açtığı ofisi ve Açık Hava Konserleri'yle iyidir. Ofiste yılda bir iki sergi filan...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!