Güncelleme Tarihi:
1978'de artık Dünya Bankası'ndadır Derviş. Kısa süre sonra Türkiye'yle ilgili Dünya Bankası için hazırladığı ve sürekli devalüasyonu zorunlu gören rapor gazetelere yansır. Rapora sol kesimden büyük tepki gelir. İlhan Selçuk bir yazısında rapora ilişkin ‘‘Emperyalizm nedir? Haydi yanıtı herkes kendi kendine versin!’’ diyerek Derviş'e kızgınlığını dile getirir.
Bülent Ecevit, Haziran 1978'de Başbakan olarak Washington'a gittiğinde Kemal Derviş'i karşısında buldu. Dünya Bankası'nda çalışmaya başlayan Derviş, Türkiye'ye, CHP'deki doslarına olan ilgisini yitirmemişti. Ecevit'in bir hafta kadar süren gezisi boyunca dostlarının yanından ayrılmadı.
Aradan iki ay kadar geçmişti ki, Derviş'in Dünya Bankası için hazırladığı raporla ilgili haberler gazetelere yansıdı:
‘‘Dünya Bankası uzmanları Kemal Derviş ve Sherman Robinson tarafından hazırlanan raporda, 4.Plan döneminde sanayileşmenin ertelenmesi ve ihracatın gelişmesi için de sürekli devalüasyonlara başvurulmasının zorunlu olduğu bildirilmiştir.
Türkiye'nin tarihinin en ağır bunalımı yaşadığı ifade edilen raporda, ‘ağır sanayide gelişme beklemek gerçekçi değildir. Kaynaklar, ihracata yönelik hafif sanayi dallarına kaydırılmalıdır. Tek bir devalüsyon yapmak çare değildir. İhracatı gerçekleştirebilmek ve gerçek kuru sağlayabilmek gerekmektedir' denilmiştir.’’
İLHAN, SELÇUK’UN YAZISI
22 Ağustos 1978 tarihli Cumhuriyet’te Yalçın Doğan imzasıyla yayınlanan bu haberin ardından, büyük gürültü koptu. Aynı hafta, The Economist dergisi de raporun Türkiye'ye yaklaşımını bir cümleyle özetledi:
‘‘Türkiye bölgesinin manavı, kasabı, sütçüsü olursa çok daha iyi olacaktır.’’
Bu cümle, IMF'li günler yaşayan, yaşanan krizin aşılması için oradan gelecek 45 milyon doları bekleyen Türkiye'deki tartışmaların, ‘‘Bölgenin manavı kasabı olur muyuz, olmaz mıyız?’’ biçimini almasına neden oldu. Derviş'e itirazların ağırlığı, soldan geliyordu.
İlhan Selçuk'un, 24 Ağustos 1978'deki yazısı da Derviş'e duyulan tepkinin boyutlarını göstermesi açısından önemliydi:
‘‘Türkiye'nin Ankara'sına ODTÜ'yü kurarsın, orada öğretim üyesi yetiştirir, Princeton Üniversitesi'ne alırsın, doçentlik tezini Türkiye'de sürekli devalüasyon üstüne oluşturduktan sonra Dünya Bankası'na uzman atarsın. Raporunu benimseyen IMF, gırtlağına dek borca batmış Türkiye'nin karşısına dikilip der ki:
- Sana açtığım kredinin ikinci dilimini vereceğim ama sürekli devalüasyonu benimseyeceksin.
Ve Türkiye sürekli devalüasyonu benimser; yani görünüşte parasını dalgalanmaya bırakır. Böylece yeni sömürgeciliğin enflasyon-devalüasyon yöntemi bütünleştirilir. Enflasyon içerdeki fiyat artışlarıyla para babalarının halkı sümürmesi, devalüasyon bu sömürünün dışarı sağılmasıdır. Bu süreci önümüzdeki yıllar için betonlaştırmış bulunuyoruz ve şimdi soruyoruz: Emperyalizm nedir? Haydi yanıtı herkes kendi kendine versin!’’
TÜKEL, SELÇUK’U ARIYOR
Yazının yayınlandığı gün, İlhan Selçuk'u, Başbakan Ecevit'in danışmanı ve yakın çalışma arkadaşı Turhan Tükel aradı:
‘‘Arkadaş, seni yanıltmışlar. Bir defa, babası İnönü'nün yakın arkadaşı. Kemal, emperyalizmin adamı değil. Türk parasının değerini haddinden fazla yüksek tutuyorsunuz, indirin diyor. Bu namuslu bir Türk iktisatçısının hesabıdır.’’
Selçuk'un, Tükel ile yaptığı bu telefon konuşmasının ardından Derviş'i eleştiren başka yazı yazmaması dikkat çekiciydi. Ancak ekonomik gelişmeler, Derviş'in öngördüğü yönde oldu. Derviş'in raporunda, ekonomik bunalımın aşılması için yapılan devalüasyon yetersiz bulunuyor ve ‘‘gerçek bir devalüasyon’’ öneriliyordu:
‘‘Sürekli para değerini düşürmek muhtemel bir senaryo olabilir. Belli bir dönem için şimdiki kurları sabit tutmaya da gidebilirler. Döviz değeri enflasyonun üzerine çıkabilir.’’
Derviş'in raporu yazdığı günlerde 1 dolar 25 liraydı. IMF'nin baskısıyla 1979'da, 1 dolar 45 lira oldu. Turgut Özal'ın hazırladığı ünlü 24 Ocak 1980 kararlarıyla da 1 dolar 70 lira olarak ilan edildi.
BİLKENT'TE ÖĞRETİM ÜYELİĞİ
Derviş, Dünya Bankası yıllarında Türkiye'yi izlemeyi hep sürdürdü. Onunla da kalmadı, biriktirdiği izinleri, Türkiye'de değerlendirdi. 1993 sonbaharında, Bilkent Üniversitesi'nde ‘‘konuk öğretim üyesi’’ olarak iki ders verdi. Lisans düzeyinde ‘‘Uluslararası ekonomi politikaları’’ ve lisansüstü düzeyde de ‘‘Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ekonomilerindeki geçiş süreci’’ adlı dersi okuttu. Derviş'in bir sömestir süren bu konukluğundan memnun kalan rektör Prof.Dr. Ali Doğramacı, Bilkent'ten kalmasını önerdi ama Derviş, Dünya Bankası'na dönmeyi yeğledi. Yine de Türkiye ile akademik temaslarını daha çok Bilkent Üniversitesi üzerinden yürüttü.
Türkiye'deki akademisyen arkadaşlarından bir sempozyum, toplantı için davet alsa ne yapıp edip önemli bir bölümüne katıldı. Her geldiğinde de İstanbul ya da Ankara'da üç beş gün kalıp, dostlarını aramayı ihmal etmedi.
Bu arada Dünya Bankası'nda zirveye tırmandı. Münir Benjenk ve Atilla Karaosmanoğlu'ndan sonra Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı'na yükselen üçüncü Türk olarak görev yaptı. 1 Mart 2001'de ‘‘kurtarıcı’’ olarak Türkiye'ye dönüşü, 1978'deki rapor tartışmalarının rövanşıydı aslında.
Evdeki Tepedelenli Ali Paşa tablosu
İkinci eşi Catherine ile birlikte Washington'da oturdukları eve gelen konukların en çok dikkatlerini çeken, duvardaki eski bir tabloydu. Derviş, tabloyu soran konuklarına hep gururla anlatıyordu:
- Bu resimdeki, benim büyük dedem Osmanlı paşası Tepedelenli Ali Paşa.
Arkadaşı Cengiz Çandar da aynı yanıtı almıştı. Derviş'in Türkiye'ye dönüşünden sonra, aralarındaki bu konuşmayı anımsayan Çandar, bir yazısında, ‘‘Derviş'in soyağacının Arnavut kökenli Tepedelenli Ali Paşa'ya uzandığına’’ yer verdi.
Ancak bir süre sonra farklı bilgiler yeraldı gazetelerde. Derviş'in ‘‘Tepedelenli Ali Paşa ile bir akrabalık bağı olmadığı, soyağacının sadrazam Halil Hamid Paşa'ya uzandığı’’ vurgulanıyordu. Bu haberler üzerine Çandar, Derviş'e telefon etti. Derviş, o günlerde Amerika'daydı, uykulu bir sesle yanıtladı Çandar'ı.
- Tepedelenli Ali Paşa mı dedelerinden biri, yoksa Halil Hamid Paşa mı?
- Çok mu önemli bu?
- Önemli. Türkiye'de gazeteler bunları yazıp duruyor.
- Soyağacımız babaanne tarafından Tepedelenli Ali Paşa'ya, büyükbaba tarafından da Sadrazam Halil Hamid Paşa'ya uzanıyor.
Arnavut Prensi Kemal Derviş
Derviş'i, ‘‘Amerika genel valisi’’ olarak niteleyen çocukluk arkadaşı Prof.Dr. Mithat Melen'in bir anısı Derviş'in ‘‘Arnavut’’ kökenine verdiği önemi kanıtlıyor:
‘‘Büyükada'dan tanışırdık. Yıllar sonra bir gün Londra'da British Council'de gördüm. Epeyce rahatlamış bir hali vardı. Neşesi yerindeydi. Bir de kart bastırmıştı. 'Prince...’’ Sorduğumda kendisinin aslında ‘‘Arnavut Prensi’’ olduğunu söyledi. Ayrıca bu kartın çok işe yaradığını, hem kilise, hem sinagog, hem de cami tarafından kabul gördüğünü, kızlar üzerinde de etkili olduğundan söz etti.''
Jinekolojinin piri amca
Kemal Derviş'in babası Rıza Derviş'in kardeşlerinden biri olan Dr. Asaf Derviş Paşa, ‘‘Jinekolojiyi Türkiye'ye getiren cerrah’’ olarak tanınıyor.
Modern kadın hekimliğinin kurucusu olan Dr. Asaf Derviş Paşa, Almanya'da eğitim gördükten sonra döndüğü İstanbul'da, Gülhane Askeri Tababet Mektebi ve Hastanesi'nde kadın doğum kliniğini kliniğini açtı. Tıp Fakültesi muallimliğini Kurtuluş savaşı sonrasında da yürüttü. 1928'de yaşamını yitiren Dr. Asaf Derviş Paşa, kadın sağlığı alanında sağlıksız koşullarda yapılan düşüklere ve ihmal edilen doğumlara karşı başarılı bir mücadele verdi. Üç cilt olarak hazırladığı ‘‘Kadın Hastalıkları’’ adlı kitabının sadece birinci cildi basılabildi.
Babası politikacı olsun istedi
Aydın Doğan Vakfı Başkanı ve yazar Orhan Birgit, Rıza Derviş'i çok eskiden tanıyanlardan. Kendisinin de çalıştığı ‘‘Hür Vatan’’ gazetesinin finansörlerinden olduğunu anlatan Birgit, Rıza Derviş'in İsmet İnönü'nün arkadaşı olduğunu söyledi:
‘‘Rıza Bey İnönü ve Kemal Satır ile tanışırdı. CHP tandanslı bir aileydi. Rıza Bey, Kemal Derviş için 'Bu çocuğu siyasete sokmak istiyorum. Elinden tutun' demişti. Sırf Türkiye'yi tanıması için amcasının oğlu Kerim Bükey ile Karadeniz gezisine gönderdiğini biliyorum.
Turizm Bakanlığım sırasında İstanbul'a gelen üst düzey insanlara sadece çevirmenlik yapmak yerine Türkiye'yi de anlatabilecek bir ünite kurmuştum. İki kişiden oluşan o ünitede görev alanlardan biri de kardeşi Zeynep Derviş'ti. Gerti hanımın da Alman Büyükelçiliğinde sekreter olduğunu ve İsviçre Almanyası'ndan olduğunu bilirim.’’
The Economist Dergisi de raporun Türkiye'ye yaklaşımını bir cümleyle özetledi: ‘‘Türkiye bölgesinin manavı, kasabı, sütçüsü olursa çok daha iyi olacaktır.’’