Güncelleme Tarihi:
Karadeniz’in dağları üzerinde sisle kaplı, oksijeniyle gideni çarpan yaylasında her biri 45 metrekarelik iki mütevazı ev. Bahçesinde torunlara alabalık yetiştirebilmek için hazırlanmış küçük havuzlar. Yol kenarlarından toplanmış ve birer sanat eseri muamelesi yapılan asırlık ağaçların kökleri. Kuran’ı Kerim’de bahsi geçen Ashab-ı Kehf’in köpeği Kıtmir’in adı verilmiş iri cüsseli bir kangal köpeği.
12 EYLÜL’ÜN KURBANLARINDAN
12 Eylül 1980 darbesinin fikir adamlarını bir silindir gibi ezdiği günlerdi. Tutuklanan, askeri mahkemelerde yargılananlar arasında Sadık Albayrak da vardı. Cezaevine girdi. En yakın dostlarından biri o dönem MSP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı. Tayyip Erdoğan’ı 13-14 yaşlarında katıldığı münazaralardan, 1977-1978 yıllarında MSP’deki görevinden tanıdı. Yeni Devir gazetesindeki köşesinde, kendisinden çok genç olan Tayyip Erdoğan için “Bu genç, Türkiye’de büyük hizmetler edecek” diye yazmıştı. Dostlukları hiç bozulmadı. Sadık Albayrak, vefası nedeniyle, dava arkadaşı Tayyip Erdoğan’a “Nuru ayn’ım’, yani ‘gözümün nuru” diye hitap ediyor. Sadık Albayrak dava arkadaşını şöyle anlatıyor:
O YILLARIN BECKENBAUER’İYDİ
“Tayyip Erdoğan şiir, edebiyat ve sosyal içerikli konularda konferanslar verirdi. Spora olan ilgisi de çok fazlaydı. Futbolla ilgilenmesi, ileride yönetici olmasının işaretiydi. O dönemde ‘Türkiye’nin Beckenbauer’i’ deniyordu ona. Yürüyüşü ve hareketleriyle, toplumu etkileyici fiziki bir yapısı vardı. Bu, ezilmiş bir toplumun Tayyip Bey’de kimliğini bulmasıydı. Mücadelesi halk katmanında yansımasını buldu.
YAŞAM TARZLARIMIZ AYNI
Hasbi olmak çok önemli. Onun çocukları imam hatipli. Aileyle de bir yakınlığımız vardı. Cenab-ı hak nasip etti. Hısım-akraba olduk. Yaşam tarzımız birbirimize uygun, aile yapılarımız birbirine yakın. Debdebe, ihtişam yok. Emine Hanım ile eşim Kıymet Hanım’ın sıcak muhabbetleri vardır. Ailece hep mütevazı olduk. Bütün hayatımız boyunca Allah’a kul, yüce Resulüne ümmet olmak için mücadele verdik.
YAZAMAZKEN YAŞAMAK ÖLÜMDEN BETER
1970’li yılların ortalarından son 10 yıla kadar binlerce röportaj, günlük yazı, makale yazdım. Ayrıca 45’in üzerinde eserim var. Onların tamamlayıcısı olarak bu yaylada da binlerce ağaç dikiyorum. Kitaplar gibi ağaçlar da bir eserdir. 40 yıldır gazetelerde yazı yazan adam için, yazamazken yaşamak ölümden beterdir. Kitaplarımı yeniden harmanlayıp basarak fikri bir çalışmaya girdim. ‘Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar’ adlı kitabım, yazdığım 45 - 50 kitabımın özetidir. Yazarlık ayağa düşmüş. Artık o kültür seviyesi olmadığından, onlarla muhatap olmamak için yazarlığı bıraktım. O zaman da başa döndüm. Köyüme döndüm.
Şu an kitaplarımı düzenliyorum. Mesela ‘Osmanlı Uleması’ adlı biyografik eserimi 3 cilt daha ilaveyle 8’e çıkaracağım. ‘Abdulhamid Devrinde Kara ve Deniz Ulaşımı’ diye üç ciltlik çalışmam var.”
HAYY GİBİ YAŞIYORUM
“5-6 yıldır buradayım. 7’sinde yaşadıklarımı, 70’inden sonra da yaşamak istiyorum. Robinson Crusoe gibi yaşıyorum. Ama ben Müslüman’ım. Aslında o da sahte. Robinson Crusoe kitabını yazan Daniel Defoe, İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan kitabından kopya çekerek yazdı. Ben aslında oradaki hikâyenin Müslüman kahramanı Hayy’ım. Hayy gibi ağaç dikiyorum, sebze-fide dikiyorum, toprağı işliyorum. Kuran-ı Kerim’de Rahman Suresi 6. ayette Allah buyurur ki, “Bitkiler ve ağaçlar Allah’a secde eder.” Ayet hükmünce hayatımı devam ettiriyorum. Onları buduyorum, onlarla konuşuyorum. Çünkü onlar da biz de topraktan yaratıldık. Bu hayat tarzını yaşadım, yaşıyorum.”
ROBİNSON’UN AKIL HOCASI HAYY
Endülüslü hekim ve filozof İbn Tufeyl, Hayy bin Yakzan’ın (Yakzan oğlu Hayy) hayatını anlattığı aynı isimdeki romanını 14. yüzyılda kaleme aldı. Hint Adaları’nın birinde dünyaya gelen Hayy’ın hiçbir eğitim almadan ve sadece doğayı gözlemleyerek, düşünerek insan-ı kamil seviyesine ulaşmasını anlatan roman neredeyse tüm batı dillerine çevrildi. O dönem Avrupasında edebiyat dünyasına yön veren eser oldu. Pek çok yazar Hayy bin Yakzan’ı kendi düşünce sistemine göre taklit etti. Dünyanın en çok bilinen eserlerinden Daniel Defoe’nin 1700’lü yıllarda yazdığı Robinson Crusoe da ‘adasal roman’ın başlangıcı olan Hayy Bin Yakzan’ın taklitlerinden biri olarak kabul edilir.
CUMHURBAŞKANI ONAYIYLA KORUMA ALTINDA
"Bu yaylada 10 bin yılda teşekkül etmiş ‘Turba’ denen ve dünyada nadir bulunan bir toprak var. Toprağı Cumhurbaşkanı’nın onayı ile dünya çevre literatürüne katmak için çalışıyoruz. Bu projeyi faal konuma getirmek için şu anda planlaması yapılıyor. Bu irtifada bu toprağa benzer dünyada 5-6 coğrafi konum var. Ekolojik dengenin bozulduğu, çevre ve su sorununun problem olduğu bir dünyada, böyle bir ihtiyacı gidermede benim çalışmalarım bir katre yer sağlarsa ne mutlu bana. Sonradan gelenler, son 50-60 yılda ağaçları kesip doğayı bozup çöle çevirdiler. Her gelen parselleri sahiplenerek ağaçları kesip beton binalarla bozdu. Bu yaylayı ihya etmek için kendini adayan biri var. Çünkü çalışmalarımız bütün canlı haklarına dayalı, yaşanabilir bir dünya için.”
TORUNLARIM DA BURAYA BAĞLI OLSUNLAR
Burada yaylada bir botanik bahçesi kurdum. Yüzlerce ağaç, bitki... Hepsi şifadır insana. İstanbul’da uykuyu alamıyorsun, terliyorsun, halsizlik oluyor, yataktan kalkmak istemiyorsun. İştahın yok. Gürültü... Ama burada bol oksijen, iştahın artıyor. İstediğin kadar yorul, sabahleyin zinde kalkıyorsun. Çeşitli rahatsızlıklarım varken burada şifa buluyorum. Torunlarımın buraya bağlı olmalarını isterim. Bu hayat tarzı beni ahir ömrümde, zinde, dinamik ve eylemci yaptım. Torunlar fırsat buldukça gelirler. Burayı seviyorlar, özlüyorlar. Toplam 5 torunum var. Allah inşallah 6’ncısını da nasip eder.”
‘SOSYETE DAMAT’ YANITI
"CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın (Berat Albayrak için) “Sosyete Damat” lafını duyunca aklıma şu geldi. Ben yedek subaylığımı Malkara’da yaptım. Orada 1.5 yılım geçti. ‘Sosyete Damat’ diyen kişinin Malkaralı olduğunu öğrenince, Trakya’da yerel bir söz var: ‘Malkara Keşan, Hoppala Paşam’ dedim. Bunlara, ‘Koy çuvala, salla salla vur duvara’ demek geçti içimden. Muhatap almaya değmez.
‘Aslıhu Nesluhu’ derler. Yani bir adamın aslı neyse nesli de o olur. Ben, 1950’li yıllarda Trabzon Kemeraltı’nda manifaturacılık yapan Hacı Ahmet Albayrak’ın oğluyum. Babam o yıllarda Mensucat Santral’dan, Sümbüllü Han’dan, Çakmakçılar Yokuşu’nda Topbaş’lardan mal alır, gelir Trabzon’da satardı. Biz köylüyüz. Ama Ataköylülerden ya da Kadıköylülerden faklı bir köylüyüz...”