Oluşturulma Tarihi: Temmuz 19, 2003 21:43
1843'ten beri, binası Hereke'nin güzel sahilini, ürettiği ipekli dokuma ve halılar ise İstanbul'un saraylarını süsleyen Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası, bugün de dimdik ayakta. Tam 160 yıldır tezgahları hiç susmayan bir müze-fabrika orası.
Müze sözcüğüne takılıp, kırmızı kordonlar ardında durarak ziyaretçilerini beklediğini sanmayın; üretimine ‘‘ilk günkü gibi’’ devam ediyor. ‘‘İlk günkü’’ sözcüklerine takılabilirsiniz, çünkü Osmanlı'nın Fabrika-i Hümayun'u, üretimini ilk günlerin teknolojisi ve malzemesiyle, motor dahi kullanmadan, tamamen el emeği göz nuruyla yapıyor. Tabii ki ortaya çıkan ürünler de o yılların kültürünü, tadını, dokusunu yansıtıyor.
Kurulduğundan bu yana sarayları, köşkleri, kasırları, aynı zamanda saray toplumunu giydiren, kısacası Osmanlı Hanedanı'na çalışan Fabrika-i Hümayun, bugün hanedan kalmasa da aynı şeyi yapıyor. Koruma altındaki sarayların, köşklerin, kasırların eskiyen mefruşatını ve halılarını aslına uygun olarak yeniden üretiyor. Orijinal desenleri gün ışığına çıkarıp mirası geleceğe aktarıyor. Böylece Osmanlı saray geleneğini günümüze taşıyan fabrika, şimdi dışarı açılma çabasında. Web sitesi ve mağazalarıyla ‘‘hanedan mensubu’’ olmayan evlere de girmeye hazırlanıyor.
Marmara kıyısında, tarih boyunca pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan, aynı zamanda İpek Yolu üzerindeki bir konaklama yeri olan Kocaeli'ye bağlı bir belde, Hereke. Kaderi bundan 160 yıl önce değişir. Çünkü, Sultan Abdülmecid tarafından İzmit Çuha Fabrikası'nın yapımı için görevlendirilen Ohannes ve Boğos Datyan kardeşler, bir mola sırasında doğasına, denize bir akarsu gibi akan Ulupınar kaynak suyuna hayran olurlar. Galiba biraz da kurmakla görevli oldukları fabrikanın malzemesinden kullanarak burada bir dokuma fabrikası yapmaya karar verir, Serasker Rıza Paşa'nın onayını alırlar. Pek çok kaynakta, Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası'nın Sultan Abdülmecid'in emriyle kurulduğu yazar, ancak Sultan'ın fabrikadan iki yıl sonra haberi olacaktır.
1843'te fabrikanın imparatorluğun ilk özel dokuma fabrikası olarak, kendisinden habersiz kurulduğunu duyan Sultan sinirlenir. İzmit'e bir deniz yolculuğuna çıkar ve Hereke açıklarında, tesadüfen görmüş gibi binayı Serasker'e sorar. Durumun kelleleriyle ilgili hassasiyetini kavrayan Rıza Paşa, ‘‘Sultanım, size sürpriz yapacaktık. Bu fabrikayı müteahhitler sizin adınıza kurdu’’ diyerek durumu kurtarır. Ve böylece fabrika, Gebze tapusuna Sultan Abdülmecid adına tescil edilir, yani ferağ olunur. Fabrikalarından olan müteahhitlere ne olduğu ise belirsizdir.
OSMANLI SEDİRDEN KOLTUĞA TAŞINIRKEN
1850'de Fransa'dan getirilen canfes tezgahlarla fabrika genişler. Yabancı tasarımcılarla da çalışıldığı arşiv belgelerinden belli olur, Çizim Arşivi'nde arkasında Fransızca notlar olan çizimler vardır. O yıllar, Osmanlı'nın Topkapı Sarayı'ndaki ‘‘sedir’’den, Dolmabahçe Sarayı'ndaki ‘‘koltuk’’a taşındığı, dış ve iç mekanların mimarisinde Avrupa ihtişamıyla yarışma gayretinin olduğu yıllardır. O nedenle, saray mimarileri gibi, içlerini giydiren mefruşat da, desenler de batıdan etkilenmektedir. O yapılar, bugün birer anıttır, ancak sadece mimarileriyle değil, içlerinin tefrişindeki kaliteyle de... İşte bunların tam ortasındadır Fabrika-i Hümayun.
Avrupa'dan getirilen dönemin son sistem tezgahlarını, Jacquard adlı Fransız 20-30 yıl önce icat etmiştir (1805). Bugünün bilgisayar tekniğini hatırlatır şekilde, binlerce ipliğin her birine aynı anda ayrı bir hareket vermenin mümkün olduğu bu tezgahlar, mucidin adıyla ‘‘jakar tezgahlar’’ olarak kullanılmaya başlanır. Tabii şimdi modernize edilmiş ve çok daha hızlı bilgisayarlı jakar tezgahlar vardır dünyada, ancak Hereke, tıpkı Japonlar gibi bir tercih olarak ilk tezgahları kullanır. Çünkü o günün ipeği, ancak o günün teknolojisiyle üretildiğinde o günün tadını verebilir.
O günün tadında neler mi vardır? Kumaşların temel malzemesi ham Bursa ipeğidir bir kere (Bugün de öyle). İpek Mendil ve İşleme, İpek Fanile ve İç Giysi, İpekli Dokuma daireleri, boyahane, marangozhane, kemhahane, harıl harıl çalışır. Serressam desenleri kontrol eder, muallimler küçücük yaşlarında sanat öğrenmeye hevesli yeni işçileri eğitir, muallim-i evvel de onları denetler. Masurhane katibi iplikleri, sandık ve anbar emini stokları gözden geçirir, katib-i evvel herhalde faturaları istifler. Geleneksel Osmanlı kemhalarına (bir çeşit ipekli dokuma) nazaran daha batı etkisinde olan Hereke kemhaları, dönemin halk türkülerine bile girer: Yazın yeşil kemha giymiş/kışın beyaz giyen dağlar...
Döşemeliklerde kullanılan iplikler ‘‘sultanlara yaraşır’’ cinstendir; mesela, ince ipek ipliğe altın veya gümüş tellerin sarılmasından oluşan klaptan. Ama fabrika sadece halı ve döşemelik kumaşını değil, her türlü tekstil ihtiyacını karşılar Hanedan'ın; havlu, kaftanlı bornoz, ipek zenne çorabı, ipek erkek çorabı, mendil, yatak, masa, baş örtüleri, boyun atkısı, çarşaflık, esvaplık, nişan kurdelesi, çiçekli tül, sabun bezi...
BİR METREKAREDE BİR MİLYON DÜĞÜM
Sonra, hanım sultanlara çeyiz... Ayşe Osmanoğlu, düğünü öncesi gelin odasında beyaz sırmalarla işlenmiş tahtta oturan Sultan II. Abdülhamid'in kızı Naime Sultan'a, biraz da tamamen sırmalı Hereke kumaşlarıyla döşenmiş odanın etkisiyle hayran olur. Leyla Saz, Sultan Abdülaziz'in validesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından kabul edildiği, Dolmabahçe Sarayı'nın orta kattaki denize bakan bir odasını şöyle tarif eder: ‘‘Kalın perdelerin biraz loşlandırdığı odanın bir yan minderiyle bir kanepe, iki koltuk, birkaç sandalyesi, perdeleri, vişne rengi atlas üzerine çiçekli Hereke fabrikası kumaşından döşenmiş, yere de Hereke halısı serilmişti...’’
Halı, fabrikanın gündemine kuruluşundan yaklaşık 50 yıl sonra, 1891'de girer. Geleneksel Osmanlı halıcılığında bir dönüm yılıdır bu. Kısa sürede kurulan 100 tezgahın başına Manisa, Gördes, Sivas'tan getirilen ustalar oturtulur. Desen örnekleri bizzat Saray tarafından verilir; fabrikada öğretmenlik yapanlara, Abdülhamid tarafından ‘‘sanayi madalyası’’ takılır. Ve giderek kendi özgün stilini yaratan Hereke halılarının ünü, dokumalarını geçer. Halı geleneği fabrika dışına taşıp bölge halkının üretimi haline gelir. Ama çevrede yapılan halılar giderek malzeme ve desen kalitesini yitirirken, Fabrika-i Hümayun 16. ve 17. yüzyılların düzeyini korur.
Bugün 16 dokuma, 136 halı tezgahı ve toplam 49 personeli olan fabrikanın müdürü Köksal Tandıroğlu, ‘‘Bir metrekare ipek halıda bir milyon düğüm olması gerekiyor, dışarıda bu rakam 600 binlere düşüyor. Malzemeden çalınca, desenler özgün karakterini yitiriyor. Hereke Fabrikası, Türkiye'de aslına uygun olarak yapılan tek yer’’ der. Bu arada meraklısına; bir metrekare ipek halı, bir işçi tarafından yaklaşık dokuz ayda tamamlanır. Bir yün halı ise üç ayda...
Fabrika-i Hümayun, Cumhuriyet'in ilanından sonra 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası'na, 1933'te ise Sümerbank'a devredilir. 1995'te Başbakanlık Özelleştirme Kurulu kararıyla TBMM bünyesindeki Milli Saraylar'a bağlanan Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası, bir anlamda yuvasına döner. Çünkü, ışığa ve iklim koşullarına son derece dayanıksız olan ipek dokumaları, zaman içinde yenilemek gerekir. Bunu 160 yıldır olduğu gibi Hereke Fabrikası yapar; ilk günün malzemesi ve üretim biçimiyle. Bir yandan orijinal desenleri, renkleri, gelenekleri yok olmaktan kurtaran müzedir, bir yandan harıl harıl çalışan bir üretim merkezi.
HANEDAN MENSUBU OLMANIZA GEREK YOK
Artık oradan bir ürün satın almak için Hanedan mensubu olmanıza gerek yok. Hereke'deki fabrikaya ya da Ankara'da TBMM ve İstanbul'da Dolmabahçe Kültür Merkezi yanında bulunan satış mağazalarına uğrayabilir, her biri koleksiyon parçası olabilecek, bugün üretilse de antik değer taşıyan ürünlere göz atabilirsiniz. Bu arada, kuruluşundan çok kısa bir süre sonra Avrupa'da prestijli bir marka olmayı başarmış bu kurumun duvarlarında asılı ödüllere gözatmayı unutmayın: 1855, Paris Uluslararası Sergisi, kurdele ve şeritler için mansiyon, 1862, Londra II. Uluslararası Sergisi, ipekli dokumalar için madalya. 1892 Viyana, 1894 Lyon, 1910 Brüksel ve 1911 Torino sergilerinde büyük ödül...
Ham ipek dokumaları, halıları almaya cüzdanınız izin vermezse, sehpa örtülerine, panolara yönelebilirsiniz. Hiçbirini yapamazsanız müzeyi gezin, dokumalara dokunun, size geçmişten çok şey söyleyecekler. En azından Hereke sahilinde fabrika binası, köşkü, camii, ‘‘antik’’ kaynak suyu, iskelesi ve çok yüz yıllık çınarlarıyla 1800'lerden beri hiç değişmemiş panoramanın içinde bir çay için.