Güncelleme Tarihi:
17 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrasında, hükümet tarafından, adalet ve emniyet teşkilatları bünyesinde soruşturmaları yürüten ve sayısı binleri bulan görevlinin görev yerleri “görülen lüzum üzerine” değiştirilmeye başlandığı belirtilen açıklamada, “Bu tablo, Başbakan tarafından “Türkiye bir istiklal mücadelesi içindedir” şeklinde açıklandı ve meşru gösterilmeye çalışıldı. Aynı tarihlerde, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise, Anayasa’nın ‘Mahkemelerin bağımsızlığı’ başlıklı 138’inci Maddesi’nin “öldüğünü” ilan etti. Yürütme ve yasamanın üst düzeydeki yetkili ağızlarından yapılan bu açıklamalar, ülkede açık bir “olağanüstülük hali”nin varlığını ortaya koyuyor” denildi. Açıklamada şu görüşlere yer verildi:
“Binlerce kamu görevlisiyle ilgili olarak yapılan işlemler ile yargıya ilişkin planlanan girişimler, hukuk güvenliği ilkesine saygıyı, hukuk ile meşruiyet arasındaki bağları tahrip eden bir sonuca yol açabilir. Başbakan, ‘Türkiye bir istiklal mücadelesi içindedir” diye tanımladığı ‘Olağanüstülük hali nedeniyle hukuka bağlılık ilkesinin askıya alınmasına gerekçe bulmaktadır. Tarih, zorunluluk diye adlandırılan ‘Olağanüstülük hali’nin kendi kalıcı hukukunu, yani sürekli hukuksuzluk halini, yarattığına dair örneklerle doludur.
Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi davalarda sistematik şekilde kanıtların çarpıtıldığı ya da üretildiği, gazetecilerin, akademisyenlerin, avukatların, çeşitli STK üyeleri, Kürt belediye başkanlarının, öğrencilerin, bu yöntemlerle suçlandıkları ve uzun tutukluluklarla fiilen cezalandırıldıkları ortadadır. Hükümet, tüm hukuk dışı uygulamaları kendi iktidarına ortak ettiği Gülen Cemaati’ne yıkarak sorumluluktan kurtulamaz.
İddia edildiği gibi devlet içinde dini hiyerarşiye bağlı gizli bir örgütlenme varsa, bu ciddi sorun derhal aydınlatılmalı, görev ve yetkilerini kötüye kullananlar hukuk devleti gerekleri içinde hesap vermelidirler. Sebep ve gerekçe gösterilmeksizin binlerce kişinin görev yerlerinin değiştirilmesi, yeni mağdurlar yaratacak bir hukuksuzluk örneğidir.“
AÇIKLAMANIN TAM METNİ
17 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrasında, hükümet tarafından, adalet ve emniyet teşkilatları bünyesinde soruşturmaları yürüten ve sayısı binleri bulan görevlinin görev yerleri, “Görülen lüzum üzerine” değiştirilmeye başlandı. Bu gibi soruşturmaları sürdüren bazı savcıların talimatlarını, mahkeme kararlarını, ilgili kolluk görevlileri yerine getirmediler; soruşturmaya bir şekilde başlayan adli yetkililer de idari talimatla bundan alıkondular. İktidarın HSYK’nın yapısını değiştirme girişimi ise, gerek yurtiçinde gerek yurtdışında, Anayasa’ya açıkça aykırı hükümler içeren bir karaktere sahip olmakla eleştirildi ve en azından şimdilik donduruldu.
Bu tablo, Başbakan tarafından “Türkiye bir istiklal mücadelesi içindedir” şeklinde açıklandı ve meşru gösterilmeye çalışıldı. Aynı tarihlerde, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise, Anayasa’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. Maddesinin “öldüğünü” ilan etti. Yürütme ve yasamanın üst düzeydeki yetkili ağızlarından yapılan bu açıklamalar, ülkede açık bir “olağanüstülük hali”nin varlığını ortaya koyuyor.
Oysa böyle bir “olağanüstülük hali” ne Anayasa’da ne de yasalarda tanımlanmıştır. Hukuki tanımlar ve karar alma süreçlerinin bu tanımlar dahilinde şeffaf biçimde gerçekleşmesi demokrasilerin tartışılmaz kuralıdır. Başbakan’ın dile getirdiği durum tanımsız bir “olağanüstülük hali” ya da kelimenin gerçek anlamıyla hukuka bağlılık ilkesinin askıya alındığını gösteren bir istisnailik karakteri taşımaktadır.
Bu politikanın, “Üstün bir kamu menfaati”nin korunması amacıyla uygulandığı belirtiliyor. Hatta bunun bir “darbe girişimi” karşısında ortaya konulan politika olduğu söyleniyor. Ancak, bir darbe girişimi karşısında, bu tehdidin aktörleri olduğu söylenen kamu görevlilerinin sadece görev yerlerinin değiştirilmesiyle yetinmek mümkün müdür? Eğer öyleyse, neden bu girişimin sorumlularının hukuk önünde hesap vermesi için bir girişimde bulunulmamıştır? Bundan kaçınılması, bu tehdide dair tanım ve iddiaların gerçekliğinin şeffaf bir biçimde takdiri konusunda da şüphe uyandırır. Eğer kamusal menfaatlerin korunması bakımından o ölçüde hayati bir tehdit varsa, bunun açıklıkla kamuyla paylaşılması gerekir. Kanaat ve iddialara dayalı böylesi idari işlemler, hukuk ve demokrasi kurallarıyla bağdaşmaz, bir fiili durum yaratır.
Bu durumu, “İstiklal mücadelesi” olarak betimlemek, zorunluluk karşısında hukukun işletilmesi gerekmez mesajı vermektedir. Bu zorunluluk halinin geçici olduğu ileri sürülebilir. Oysa tarih, zorunluluk diye adlandırılan “Olağanüstülük hali”nin kendi kalıcı hukukunu, yani sürekli hukuksuzluk halini, yarattığına dair sayısız örnekle doludur. Türkiye’deki örneklerden de biliyoruz ki, bu olağanüstülük hukuku “zaruret hali” gibi geçici zamanlarla sınırlı değil, tüm hayatımızı kalıcı olarak kuşatan bir yapıya dönüşebilmektedir.
Bir ay zarfında binlerce kamu görevlisiyle ilgili olarak yapılan işlemler ile yargıya ilişkin planlanan kaygı verici girişimler, hukuk güvenliği ilkesine gösterilecek saygıyı tahrip eden ve hukuk ile meşruiyet arasındaki bağları koparan bir sonuca yol açabilecek niteliktedir.
İktidar, siyaset bilimi ve hukukta hiçbir karşılığı olmayan bir “paralel devlet” kavramı icat ederek ve tüm hukuk dışı uygulamaları kendi iktidarına ortak ettiği Gülen Cemaati’ne yıkarak sorumluluktan kurtulamaz. Son yıllara damgasını vuran Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi davalarda özel mahkemeler eliyle sistematik şekilde kanıtların çarpıtıldığı ya da üretildiği defalarca dile getirilmiştir. Gazetecilerin, akademisyenlerin, avukatların, çeşitli STK üyeleri, Kürt belediye başkanlarının, öğrencilerin, bu yöntemlerle suçlandıkları ve uzun tutukluluklarla fiilen cezalandırıldıkları ortadadır. Bu davalara konu olan delillerden bazıları yurtiçinde ve yurtdışında incelenmiş ve sonradan üretildiklerine dair bilimsel veriler ortaya çıkmıştır. O dönemde bu durumu meşru bulan hükümet, yolsuzluk soruşturmalarına kendisinin konu olacağını kavradığı noktada bu davaları gayrimeşru ilan etmiştir.
Bürokrasinin işleyişinde temel kural olan liyakat ilkesi yok olmuş ve-veya alternatif bir hiyerarşi devreye girmişse, bu durum hukuk devletinin şeffaf, önceden kamuya ilan edilmiş kurallara bağlı bir şekilde ve herkese eşit mesafede duran bir niteliğe erişme hedefinin çok ciddi bir darbe aldığının işaretidir. Bir ülkede sistematik şekilde adil yargılanma hakkını ihlal edenler ve iktidarın da iddia ettiği gibi devlet içinde dini hiyerarşiye bağlı gizli bir örgütlenme varsa, bu o ülke için çok ciddi bir sorundur. Bu iddialar derhal aydınlatılmalı, görev ve yetkilerini kötüye kullanan kolluk gücü ve yargı mensupları varsa, hukuk devleti gerekleri içinde hesap vermelidirler.
Bunun yerine bir cadı avı gibi toptan şekilde, sebep ve gerekçe gösterilmeksizin binlerce kişinin görev yerlerinin değiştirilmesi, duruma atfedilen suçlamayla uyuşmayan bir çözümdür ve yeni mağdurlar yaratmaya mahkûm bir hukuksuzluk örneğidir. Hiçbir siyasi iktidarın, bir yandan kendisine yönelik yolsuzluk soruşturmalarından ve bir yandan da devlet içi ortağından kurtulmak için tüm ülkeyi hukuki, siyasi ve ekonomik bir açmaza sürüklemeye hakkı yoktur.
İnanıyoruz ki hukukun üstünlüğü ilkesi, demokrasinin de, hak ve özgürlüklerin de, eşitlik ve adaletin de en önemli güvencesidir. Hukuk devleti ilkesinin askıya alınması ve üstelik kanunlara da dayanmayan bir “istisnailik durumunun” ilan edilmesi, yasama ve yargı kuvvetlerinin yürütme tarafından yutulduğu bir kuvvetler birliğine doğru hızlı bir gidişin tehlikesini barındırmaktadır.
Kamuoyunun bilgisine sunarız.
AÇIKLAMAYI İMZALAYAN 150 İSİM
Prof. Dr. Adalet B. Alada, Prof. Dr. Ahmet Koman, Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse, Prof. Dr. Ahmet Öncü, Prof. Dr. Ahmet Özer, Av. Ahmet Dindar, Av. Akın Atalay, Prof. Dr. Alan Duben, Prof. Dr. Alev Özkazanç, Prof. Dr. Ali Esat Karakaya, Prof. Dr. Alpar Sevgen, Prof. Dr. Aslı Tunç, Av. Aycan Topay, Prof. Dr. Aydan Gülerce, Prof. Dr. Aydın Uğur, Prof. Dr. Ayhan Aktar, Prof. Dr. Ayhan Alkış, Prof. Dr. Ayhan Kaya, Prof. Dr. Ayla Zırh-Gürsoy, Prof. Dr. Ayşe Buğra, Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa, Prof. Dr. Ayşe Erzan, Prof. Dr. Ayşe Öncü, Doç. Dr. Ayşe Parla, Doç. Dr. Ayşen Candaş, Av. Bahri Bayram Belen, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek, Prof. Dr. Billur Yaltı, Prof. Dr. Burhan Şenatalar, Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Av. Canan Arın, Av. Ceren Cansu Akkaya, Prof. Dr. Cem Terzi, Prof. Dr. Cevza Sevgen, Av. Cevriye Aydın, Prof. Dr. Cumhur Ertekin, Prof. Dr. Çağlar Güven, Doç. Dr. Deniz Yükseker, Prof. Dr. Dilek Barlas, Prof. Dr. Dilek Doltaş, Doç. Dr. Dilek Ünalan, Prof. Dr. Durmuş Ali Demir, Prof. Dr. Ege Yazgan, Av. Ergin Cinmen, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. Ertuğrul Ahmet Tonak, Prof. Dr. Ersan Demiralp, Doç. Dr. Esra Arsan, Prof. Dr. Fatma Şenyücel, Prof. Dr. Fatma Müge Göçek, Prof. Dr. Fatma Gök, Prof. Dr. Fatmagül Berktay, Prof. Dr. Feride Çiçekoğlu, Av. Fethiye Çetin, Prof. Dr. Ferhunde Özbay, Prof. Dr. Feza Deymeer, Prof. Dr. Fikret Adaman, Av. Fuat Topdemir, Doç. Dr. Galip Yalman, Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Dr. Güler Fişek, Prof. Dr. Gülhan Türkay, Prof. Dr. Hacer Ansal, Prof. Dr. Hakan Gürvit, Doç. Dr. Haldun Sural, Prof. Dr. Haldun Gülalp, Av. Haluk İnanıcı, Prof. Dr. Hale Bolak Boratav, Prof. Dr. Hasan Kirmanoğlu, Prof. Dr. Hasan Yazıcı, Av. Haydar Topay, Prof. Dr. Huri Özdoğan, Av. Hülya Gülbahar, Av. Hüsnü Öndül, Prof. Dr. İ. Ercan Alp, Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, Prof. Dr. İlker Özkan, Av. Kamil Tekin Sürek, Prof. Dr. İlter Turan, Prof. Dr. İştar Savaşır, Doç. Dr. İzak Atiyas, Prof. Dr. Jale Parla, Prof. Dr. Kuyaş Buğra, Prof. Dr. Lale Duruiz, Prof. Dr. M. Ali Alpar, Prof. Dr. M. Hamit Fişek, Prof. Dr. Mahmut Mutman, Av. Mebuse Tekay, Prof. Dr. Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Türkay, Prof. Dr. Melek Göregenli, Prof. Dr. Meryem Koray, Prof. Dr. Meyda Yeğenoğlu, Prof. Dr. Muhittin Mungan, Prof. Dr. Murat Özyüksel, Av. Mustafa Kemal Güngör, Prof. Dr. Nazan Aksoy, Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Nevra Necipoğlu, Prof. Dr. Nilgün Toker, Prof. Dr. Nihal İncioğlu, Prof. Dr. Nihal Saban, Doç. Dr. Nuray Mert, Prof. Dr. Nurhan Yentürk, Prof. Dr. Nüket Esen, Prof. Dr. Nükhet Sirman, Av. O. Meriç Eyüboğlu, Prof. Dr. Oktay Uygun, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Doç. Dr. Ozan Erözden, Prof. Dr. Öget Öktem Tanör, Av. Ömer Güven, Av. Ömer Kavilli, Prof. Dr. Özdemir Aktan, Doç. Dr. Öznur Sevdiren, Prof. Dr. Raşit Kaya, Prof. Dr. Raşit Tükel, Prof. Dr. Rezzan Tuncay, Prof. Dr. Rona Serozan, Prof. Dr. Samim Akgönül, Av. Selim Baktıaya, Prof. Dr. Serkant Ali Çetin, Prof. Dr. Serpil Sancar, Prof. Dr. Sema Erder, Prof. Dr. Semih Bilgen, Doç. Dr. Serra Müderrisoğlu, Doç. Dr. Serhat Güvenç, Prof. Dr. Sevgin Akış Roney, Prof. Dr. Sibel Irzık, Prof. Dr. Sibel İnceoğlu, Prof. Dr. Şahika Yüksel, Prof. Dr. Şevket Pamuk, Prof. Dr. Taha Parla, Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, Prof. Dr. Taner Gören, Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Em. Hkm. Ümit Kardaş, Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, Prof. Dr. Yaman Barlas, Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Prof. Dr. Yavuz Akpınar, Prof. Dr. Yeşim Atamer, Av. Yıldız İmrek, Prof. Dr. Yıldız Sey, Prof. Dr. Yonca Aslanbay, Prof. Dr. Yücel Sayman, Prof. Dr. Zeynep Direk, Av. Ziynet Özçelik.